بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | لَنْ |
|
|
5 | تُغْنِيَ | yarar sağlamaz |
|
6 | عَنْهُمْ | onlara |
|
7 | أَمْوَالُهُمْ | malları |
|
8 | وَلَا | ne de |
|
9 | أَوْلَادُهُمْ | çocukları |
|
10 | مِنَ | karşı |
|
11 | اللَّهِ | Allah’a |
|
12 | شَيْئًا | hiçbir |
|
13 | وَأُولَٰئِكَ | işte |
|
14 | هُمْ | onlar |
|
15 | وَقُودُ | yakıtıdırlar |
|
16 | النَّارِ | ateşin |
|
Riyazus Salihin, 429 Nolu Hadis
Enes radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Gerçek şudur ki kâfir bir iyilik yaptığı zaman, onun karşılığında kendisine dünyalık bir nimet verilir. Mümine gelince, Allah onun iyiliklerini âhirete saklar, dünyada da yaptığı kulluğa göre ona rızık verir.” Müslim, Münâfıkîn 57
Bir rivâyete göre de (Müslim, Münâfıkîn 56) Rasûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki Allah, hiçbir mü’minin işlediği iyiliği karşılıksız bırakmaz. Mümin, yaptığı iyilik sebebiyle hem dünyada hem de âhirette mükâfatlandırılır. Kâfire gelince, dünyada Allah için yaptığı iyilikler karşılığında kendisine rızık verilir. Âhirete vardığında ise, kendisiyle mükâfatlandırılacağı herhangi bir hayrı kalmaz.”
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا۟ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا [İnkâr edenler.] Burada ilimde derinlik sahibi mümin alimler övüldükten sonra kâfirler kınanmaktadır. Onların inkârları malları ve çocuklarına aldandıkları içindir. Onlar malları ve çocukları sayesinde güçlü ve kuvvetli olduklarını zannetmektedirler. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. تُغْنِيَ mansub muzari fiildir. عَنْهُمْ car mecruru تُغْنِيَ fiiline müteallıktır. اَمْوَالُ kelimesi تُغْنِيَ fiilinin failidir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَ atıf harfidir. لَٓا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. اَوْلَادُهُمْ kelimesi اَمْوَالُهُمْ kelimesine matuftur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru شَيْـًٔا ’in mahzuf haline müteallıktır. شَيْـًٔا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِۙ
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ
İstînafiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi birden çok unsurla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Haber nefy harfi لَنْ ’in dahil olduğu muzari fiil sıygasında gelmiştir.
Allah Teâlâ sözlerini, اِنَّ , لَنْ ve لَٓا ile tekid ederek mal ve evladın insana ahirette hiçbir fayda vermeyeceğini kesin bir dille belirtmiştir. Bu tekitler kafirlerin bu konudaki aksi fikirlerinin yanlışlığını ortaya koymak içindir.
شَيْـًٔاۜ ’deki tenvin hiçbir şey anlamındadır. Olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder. Âşûr bu nekreliğin tahkir için olduğunu söylemiştir.
مِنَ اللّٰهِ ibaresinde muzâfın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. من عذاب الله (Allah’ın azabından) takdirindedir. (Safvetü't Tefâsir) Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûl olarak gelmesi bahse konu olan kişileri tahkir içindir. Mevsûlün sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûllerde tevcih sanatı mevcuttur.
لَٓا اَوْلَادُهُمْ ibaresindeki لَٓا harfi tekid ifade eder; “ikisi ayrı ayrı da, bir arada da olsa kesinlikle fayda vermez” demektir.
Dünyada en çok değer verilen iki şey: Mal ve evlattır. Bunların ahirete faydası ancak salih işlerde kullanılması ile olur.
اَمْوَالُهُمْ - اَوْلَادُهُمْ arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ كَفَرُوا [İnkâr edenler.] Burada ilimde derinlik sahibi mümin alimler övüldükten sonra kâfirler kınanmaktadır. Onların inkârları malları ve çocuklarına aldandıkları içindir. Onlar malları ve çocukları sayesinde güçlü ve kuvvetli olduklarını zannetmektedirler. Allah Teâlâ وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ [Dünya hayatı onları aldatmıştır.] (A‘râf 7/51) ve اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ [Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür.] (Kehf 18/46) buyurarak bunların kendilerine hiçbir faydasının olmayacağını onlara bildirmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
[İnkâr edenler var ya, ne malları ne de çocukları onlara Allah'a karşı hiçbir fayda sağlamaz.] İnkarcılara, zararı uzaklaştırma faydayı celb için harcadıkları malları fayda vermeyecektir. Ayette mallar evlattan önce zikredilmiştir. Çünkü mallar, herhangi bir sıkıntı anında inkarcıların sığınacakları ilk malzemelerdir. O inkarcılara, zor durumdayken muhtaç oldukları ve önemli işlerinde yardıma çağırdıkları evlatları da fayda vermeyecektir. İnkarcıların mallarının çokluğu, zenginlikleri, çoluk çocuklarının fazlalığı ve onları yardıma çağırmaları kendilerini Allah'ın azabından kurtaramayacaktır. İnkarcılar: وَقَالُوا نَحْنُ اَكْثَرُ اَمْوَالًا وَاَوْلَادًاۙ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ [Bizim mal ve evlatlarımız çoktur, bize azap edilemez] (Sebe': 35) demişlerdi. Allahu Teâlâ da onların bu sözlerine cevap olarak şöyle buyurur: وَمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ بِالَّت۪ي تُقَرِّبُكُمْ عِنْدَنَا زُلْفٰٓى اِلَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًاۘ [Ne mallarınız, ne de evlatlarınız, size, huzurumuzda bir yakınlık sağlar. Ancak inanıp salih amel işleyenler müstesna.] (Sebe: 37) (Ruhu’l-Beyan)
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِۙ
Cümle وَ ’la ...لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Çünkü kendisinden önceki cümledeki amaç vaiddir (tehdit etmektir). (Âşûr)
Faide-i haber talebî kelamdır. Fasıl zamiri هُمْ ’la tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ifade eder.
Müsnedün ileyh işaret ismiyle gelerek işaret edilenlere dikkat çekilmiş ve onlar tahkir edilmiştir.
Müsnedin tahkir ifade eden النَّارِۙ kelimesine muzâf olmasıyla müsnedün ileyhin de tahkir edildiği anlaşılmaktadır. İzafetle kısa yoldan çok mana ifade edilmiştir.
Yani onlar cehennem odunudurlar. وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُۚ [Onun yakıtı insanlar ve taşlardır.] (Bakara 2/24) Yani onlarla ateşlenir ve yakılır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كَدَأْبِ | durumu gibi |
|
2 | الِ | ailesinin |
|
3 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn |
|
4 | وَالَّذِينَ | ve kimselerin |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | قَبْلِهِمْ | onlardan önceki |
|
7 | كَذَّبُوا | onlar da yalanladılar |
|
8 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
9 | فَأَخَذَهُمُ | onları yakaladı |
|
10 | اللَّهُ | Allah |
|
11 | بِذُنُوبِهِمْ | günahlarıyla |
|
12 | وَاللَّهُ | Allah’ın |
|
13 | شَدِيدُ | çetindir |
|
14 | الْعِقَابِ | cezası |
|
Kede’bi ifadesinde de’b (دأب) dolaşmaya devam etmek demektir. Sürekli bir şekil üzere devam eden için de kullanılır. Ayette mana, ‘Firavun ehlinin alışageldiği gibi’ dir. (Müfredat)
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ
كَدَأْبِ car mecruru mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri دأبهم (Onların durumu, hali) şeklindedir. اٰلِ muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır. فِرْعَوْنَ muzâfun ileyhtir. فِرْعَوْنَ kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , atıf harfi وَ ‘la اٰلِ فِرْعَوْنَ ‘e atfedilmiştir. مِنْ قَبْلِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ car mecruru كَذَّبُوا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
الداب kelimesi دَاَبَ fiilinin masdarıdır. İnsan bir işte çok çabaladığı zaman دَاَبَ فِي الْعَمَلِ denilir. Burada bu kelime, insanın içerisinde bulunduğu hal ve durum manasında kullanılmıştır. (Keşşâf)
فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. بِذُنُوبِ car mecruru اَخَذَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. شَد۪يدُ haberdir. الْعِقَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ
Ayet istînâf cümlesidir. Car mecrur كَدَأْبِ mukadder mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri; دأبهم (Onların durumu, hali) şeklindedir. اٰلِ فِرْعَوْنَۙ ’ye matuf olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
Fasılla gelen كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ cümlesinde fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki teşbih temsîlîdir.
بِاٰيَاتِنَاۚ izafeti ayetlere şan ve şeref ifade eder.
دَأْبِا kelimesi دَأب fiilinin masdarıdır. İnsan bir işte çok çabaladığı zaman دئب في العمل denilir. Burada bu kelime, insanın içerisinde bulunduğu hal ve durum manasında kullanılmıştır. Başındaki كَ mahallen merfû‘dur, anlam; [bu kâfirlerin hali, tıpkı kendilerinden önceki Firavun hanedanı ve diğerlerinin hali gibidir] şeklindedir. كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ [ayetlerimizi yalanladılar] ifadesi, onların hallerinin yani yaptıklarının ve başlarına gelenlerin izahı olup hallerine dair farazî bir sorunun cevabı şeklindedir. (Keşşâf)
Bunlar Firavun’un ailesi değil de daha çok çetesidir. Dalkavuklar, ileri gelenler vs. Tabir olarak اٰلِ , yani ailesi buyurulması çok yakın olduklarını gösterir.
.
فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ
فَ istînafiyedir. Müsbet fiil cümlesi sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedün ileyhin lafza-ı celâlle marife oluşu, kalplere korku salmak amacına matuftur.
بِذُنُوبِهِم ibaresine dahil olan بِ harfi sebebiyet bildirir.
Önce ‘biz’, daha sonra ‘Allah’ buyurulmasında iltifat sanatı vardır. لفت , döndü demektir. Bu sanatta aynı konudan bahsedilirken zamir değişir.
وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlenin müsnedün ileyhi tüm esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil Allah ismiyle gelmiştir. Ayetin isim cümlesi formunda gelen bu son cümlesinde müsnedin, izafetle gelmesiyle az sözle çok anlam ifade edilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اللّٰهَ lafzı ayette iki defa zikredilmiştir. Lafzâ-i celâlin teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma, korkuyu artırma amacına matuf tekrarında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اللّٰهَ isminde tecrîd sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah cezası şiddetli olandır. عقاب الله شديد yerine böyle bir ifade gelerek vurgu yapılmıştır. Arapçada cümlede en önemli unsur ne ise, onu öne geçirme isteği vardır.
قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ اِلٰى جَهَنَّمَۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ
قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ اِلٰى جَهَنَّمَۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت (sen)’dir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, لِ harfi ceriyle birlikte قُلْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ' dur. İrabtan mahalli yoktur. كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavl cümlesi سَتُغْلَبُونَ ’dir. قُلْ fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. تُغْلَبُونَ fiili نَ 'un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
تُحْشَرُونَ cümlesi atıf harfi وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur. تُحْشَرُونَ fiili نَ 'un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib- fail olup mahallen merfûdur. اِلٰى جَهَنَّمَ car mecruru تُحْشَرُونَ fiiline mütealliktir. Gayrı munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
وَ istînâfiyyedir. بِئْسَ , zem anlamı taşıyan camid fildir. ٱلۡمِهَادُ failidir. بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; جهنم şeklindedir.
قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا [Nankörce inkâr edenlere] yani Mekke Müşriklerine ‘’de ki: سَتُغْلَبُونَ [Kesinlikle mağlûp edileceksiniz!]’’ ifadesinde Bedir günü kastedilmektedir. Bir görüşe göre bunlar Yahudilerdir. (Keşşâf)
قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ اِلٰى جَهَنَّمَۜ
Ayet istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşai isnaddır. قُلْ fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl cümlesi سَتُغْلَبُونََۜ , müsbet muzari fiil cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. Fiile dahil olan سَ harfi tehdit siyakında tekid ifade eder.
وَ 'la makabline atfedilen تُحْشَرُونَ cümlesi, fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Has ismi mevsul لِلَّذ۪ينَ ‘de kapalı ifade özelliği sebebiyle tevcîh sanatı vardır.
Hezimet yerine galip gelme fiili meçhul gelmiş ve yenilgi ifade edilmiştir. Bunda vurgu vardır. Meçhul fiillerde mef'ûle dikkat çekilir.
Burada Bedir Savaşına bir işaret olduğu söylenmiştir.
وَبِئْسَ الْمِهَادُ
و atıf veya istînâfiyedir. Cümlesi سَتُغْلَبُونَ cümlesine inşânın habere atfedilmesi şeklinde atfedilmiştir. (Âşûr) Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem fiili olan بِئْس ’nin mahsusu, mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri جهنم ‘dir.
Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
الْمِهَاد [Yatak] lafzı, tehekkümî istiaredir. Dünyada rahatı, zevki, safayı tercih edip Allah'ın ayetlerini alaya alanlar aynı alay üslubu ile cezalandırılmıştır.
Bu cümlede cem’ sanatı vardır. Mağlubiyet ve Cehennemde toplanmak yatağa girmekte cem’ edilmiştir.
9. Ayette benzer bir manada جَامِعُ النَّاس [insanları toplayıcı] buyurulmuştu. Burada تُحْشَرُون şeklinde حْشَر kelimesi ile gelmiştir. حْشَر kelimesi içinde bir incitme, canını yakma ve rencide etme olan toplamalar için kullanılır.
Ayette جمع değil de حْشَر fiilinin kullanılması ayetin anlamıyla uyumu açısından son derece isabetlidir. Bu, bedî’ sanatlardan mürâât-ı nazîrdir.
قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَدْ | muhakak |
|
2 | كَانَ |
|
|
3 | لَكُمْ | sizin için vardır |
|
4 | ايَةٌ | bir ibret |
|
5 | فِي |
|
|
6 | فِئَتَيْنِ | şu iki toplulukta |
|
7 | الْتَقَتَا | karşılaşan |
|
8 | فِئَةٌ | bir topluluk |
|
9 | تُقَاتِلُ | çarpışıyordu |
|
10 | فِي |
|
|
11 | سَبِيلِ | yolunda |
|
12 | اللَّهِ | Allah |
|
13 | وَأُخْرَىٰ | öteki de |
|
14 | كَافِرَةٌ | nankördü |
|
15 | يَرَوْنَهُمْ | onları görüyorlardı |
|
16 | مِثْلَيْهِمْ | kendilerinin iki katı |
|
17 | رَأْيَ | görüşüyle |
|
18 | الْعَيْنِ | gözlerinin |
|
19 | وَاللَّهُ | Allah |
|
20 | يُؤَيِّدُ | destekler |
|
21 | بِنَصْرِهِ | yardımıyle |
|
22 | مَنْ | kimseyi |
|
23 | يَشَاءُ | dilediği |
|
24 | إِنَّ | elbette |
|
25 | فِي |
|
|
26 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
27 | لَعِبْرَةً | bir ibret vardır |
|
28 | لِأُولِي | olanlar için |
|
29 | الْأَبْصَارِ | gözleri |
|
Fieteyni ve fietun kelimelerinin kökü feye’e (فيأ) olup manası güzel bir şeye dönmektir. Bakara/226’da kocaların eşlerine yaklaşmamaya yemin ettikten sonra yeminlerinden dönmeleri için bu fiil kullanılmıştır. Fi’etun yardımlaşma konusunda birbirlerine dönen ve birbirlerini destekleyen topluluk için kullanılır ki ayette de bu manada gelmiştir. (Müfredat)
قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. كَانَ nakıs mazi fiildir. لَكُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. اٰيَةٌ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismidir. ف۪ي فِئَتَيْنِ car mecruru اٰيَةٌ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. فِئَتَيْنِ kelimesi müsenna olduğu için ى ile mecrurdur.
الْتَقَتَا cümlesi فِئَتَيْنِ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. الْتَقَتَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir elif, fail olarak mahallen merfûdur. İftiâl babında gelmesi mübalağa içindir. (Âşûr)
قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ [Sizin için ibret vardır.] Burada fiil önde geldiğinden كَانَتْ şeklinde kullanılmamıştır. Çünkü ayet açıklama ve delil manasındadır. Müennesliği gayr-ı hakikîdir. Manası şöyledir: Ey sayılarına ve hazırlıklarına aldanan kâfirler! Sizde Hz. Muhammed’in Bedir’de Allah yolunda cihad eden ancak sayıları az ve güçsüz bir topluluk olan ashabı ile savaşmak için bir araya geleceğiniz ve onlara yenileceğinize dair iddiasının doğru olduğunu gösteren açık bir alamet vardır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ
فِئَةٌ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri; إحداهما şeklindedir. تُقَاتِلُ fiili فِئَةٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. تُقَاتِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru تُقَاتِلُ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrudur. وَ atıf harfidir. اُخْرٰى mübtedadır. Elif üzere mukadder damme ile merfûdur. كَافِرَةٌ kelimesi اُخْرٰى ’nin sıfatıdır.
يَرَوْنَهُمْ cümlesi اُخْرٰى ‘nın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. يَرَوْنَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِثْلَيْهِمْ hal olup mansubtur. Müsenna olduğu için ى ile mansubtur. Bu izafetteki gaib zamiri iltifat yoluyla müslümanlara aittir. Çünkü cümlenin gelişinden beklenen ifade تَرَوْنَهم مِثْلَيْكم şeklindedir. (Âşûr)
رَأْيَ mef’ûlu mutlaktır. الْعَيْنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. يُؤَيِّدُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِنَصْرِ car mecruru يُؤَيِّدُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. عِبْرَةً kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismidir. لِاُو۬لِي car mecruru عِبْرَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. اُو۬لِي kelimesi cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ’dir. الْاَبْصَارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ
Müstenefe cümlesidir. Fasılla gelmiştir. Tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş, كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَكُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. الْتَقَتَاۜ kelimesi فِئَتَيْنِ için sıfat cümlesidir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
لَكُمْ اٰيَةٌ ifadesinin aslı اٰيَةٌ لَكُمْ şeklindedir. Öne geçene itina göstermek, sonraya alınana da teşvik etmek maksadıyla kelimelerin yeri değiştirilmiştir. اٰيَةٌ kelimesinin nekre getirilmesi tefhim ve tazim içindir. Büyük bir ibret demektir. (Safvetü't Tefâsir)
Bu ayette zımnî teşbih vardır.
فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi ile وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ cümlesi arasında ikili mukabele vardır.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ şeref kazanmıştır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.
فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ ibaresinde فِی harfi de إلى harfi yerine istiare edilmiştir. Allah’ın dini, mazruf yerine konmuştur. Bilindiği gibi فِی harfinde zarfiyet manası vardır. Cami’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan اُخْرٰى كَافِرَةٌ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkildir.
...يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ cümlesi mübteda olan اُخْرٰى ’nın haberidir. İkinci müsned olan bu cümle de faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فِئَتَيْنِ - فِئَةٌ ve يَرَوْنَهُمْ - رَأْيَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Görülen şey kolay kolay unutulmaz. Görmek fiili aynı zamanda anlamak anlamında da kullanılır, ama işitmek öyle değildir. Görmek işitmekten daha üstün bir duyudur.
سَب۪يلِ kelimesinin Allah lafzına izafesi yolun tazimi içindir.
فِئَتَيْنِ [iki topluluk] ile Bedir günü karşılaşan topluluklara işaret edildiğinde görüş ayrılığı yoktur. Ancak bunun muhatabının kim olduğu hususunda farklı kanaatler vardır. Bir görüşe göre bununla müminlere hitap edilmiş olması muhtemel olduğu gibi, bütün kâfirlere olması da muhtemeldir. Medine yahudilerinin muhatap alınmış olması da muhtemeldir. Her bir ihtimali bir grup ileri sürmüştür. Müminlere hitabın faydası ruhlarına sebat vermek, onlarda kahramanlık duygularını uyandırarak -fiilen gerçekleştiği gibi- kendilerinin iki misli hatta birçok kat fazlası olan düşmanları üzerine atılacak hale gelmeleridir. (Kurtubî)
[Göz görüşüyle] ifadesi gözle gördüklerinde anlamındadır. رَأْيَ gözle görmek anlamında kullanılır. İdrak etmek için rey, düş görmek için rüya kullanılır. ف۪ي harf-i ceri kaldırılarak nasb edilmiştir. Hal olarak mansub olduğu da söylenmiştir. Bu durumda ‘gözleriyle görerek’ anlamına gelir. الْعَيْنِۜ burada gözler manasınadır. Cins isim olduğundan tekil formu çoğul anlamında kullanılabilir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ
وَ istînâfiyyedir. Müsnedi muzari fiil sıygasında gelmiş isim cümlesi faide-i haber ibtidai kelamdır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil Allah ismiyle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma ve teşvik amacına matuftur.
Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt ve hudûs ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini uyararak canlı tutar.
اللّٰهَ lafzı ayette iki defa zikredilmiştir. Lafza-i celâlin tekrarında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah lafızlarında tecrîd vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
يَرَوْنَهُمْ ile رَأْيَ kelimelerinde iştikak cinası sanatı vardır.
اٰيَةٌ - عِبْرَةً ve رَأْيَ - الْعَيْنِۜ kelimeleri arasında mürâat-ı nazîr vardır.
[Allah dilediğini yardımıyla destekler] ifadesi de kâfirlerin gözle görme itibariyle müslümanların iki katı olduklarını, fakat sayıca onların üç misli olduklarını göstermektedir. (İbn Keysân devamla) der ki: Burada görme, yahudilere aittir. (Kurtubî)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ
Ayetin son cümlesi istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
اِنَّ , ف۪ي ذٰلِكَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütellıktır. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ذٰلِكَ ile işaret edilmesi onun önemini vurgulamak ve dikkat çekmek içindir.
Hissî şeyleri işaret etmekte kullanılan işaret isimleri hissî olmayan şeyler için kullanıldıklarında istiare oluştururlar. Ayette işaret edilen ibret, sanki gözle görülür elle tutulur bir şey yerine konarak önemi vurgulanmıştır.
[Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır.] Yani bir ayet ve delil vardır. Delilin ibret diye isimlendirilmesi insanın onun sayesinde cehaletten ilme geçmesidir. عبر nehri geçmek ve aşmak anlamına gelir. اِعتَبارَ İtibar (ibret almak) bilinenden hareketle bilinmeyene ulaşmaktır. بْصَرِ , اَبْصَارِ kelimesinin çoğuludur. Kalple idrak etmek anlamına gelir. Basîret de böyledir. Mukātil şöyle demiştir: [Az sayıda olan müminlerin zafer kazanıp çok kalabalık olan müşriklerin kaybetmesinde akıl ve basiret sahipleri için ibretler vardır.] (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | زُيِّنَ | süslü (cazip) gösterildi |
|
2 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
3 | حُبُّ | aşırı düşkünlük |
|
4 | الشَّهَوَاتِ | zevklere |
|
5 | مِنَ |
|
|
6 | النِّسَاءِ | kadınlardan |
|
7 | وَالْبَنِينَ | ve oğullardan |
|
8 | وَالْقَنَاطِيرِ | ve kantarlarca |
|
9 | الْمُقَنْطَرَةِ | yığılmış |
|
10 | مِنَ |
|
|
11 | الذَّهَبِ | altından |
|
12 | وَالْفِضَّةِ | ve gümüşten |
|
13 | وَالْخَيْلِ | ve atlardan |
|
14 | الْمُسَوَّمَةِ | salma |
|
15 | وَالْأَنْعَامِ | davarlardan |
|
16 | وَالْحَرْثِ | ve ekinlerden (gelen) |
|
17 | ذَٰلِكَ | bunlar (sadece) |
|
18 | مَتَاعُ | geçimidir |
|
19 | الْحَيَاةِ | hayatının |
|
20 | الدُّنْيَا | dünya |
|
21 | وَاللَّهُ | Allah’ın |
|
22 | عِنْدَهُ | yanındadır |
|
23 | حُسْنُ | güzel |
|
24 | الْمَابِ | varılacak yer |
|
Kur’ân’da sıkça değinilmeyen bir konuya değinir, insan istek ve arzuları. Kronolojik olarak insanın kendi istekleri için takıntıları; kadın, çocuk, zenginlik, iyi atlar ve güvenli, sağlam yatırımlar ve insanın bunlar uğrunda kendini nasıl yorduğu. Bütün bunlar dengede yapılırsa haram olan şeyler değildir. İçi doğru doldurulduğunda cennete, aksi durumda cehenneme götürebilecek arzulardır. Yerleri ve gökleri bir dengede yaratan Allah hemen peşinden bizim de özel hayatımızda dengede olmamızı ister Rahman suresinde. O zamanın gümüş ve altın yığınlarının yerini bugün bankalardaki tl, euro, dolar hesapları, seçkin sınıf atlarının yerini son model araçlar, sağmal hayvanların yerini bilgisayarlarımız, işyerimiz, ofislerimiz aldı. O zamanın hasatının yerini bugün çekler, nakit ödemeler aldı. İşyerindeyken çalışıyor, çıktıktan sonra iş konuşmaya devam ediyor, sanki sadece bu dünya için yaratılmış gibi yaşıyoruz ve halimizden hiçbir zaman memnun olmuyor, hep daha iyisini daha fazlasını istiyoruz.
Ayetteki züyyine-hub ve şehvet kelimelerinin bir arada gelmesi sıralama açısından önemlidir. İlk önce süslü görüyorsunuz, çok etkileniyor ve seviyorsunuz ve o sizde artık ondan başka birşey düşünemediğiniz şiddetli bir arzuya, bir tutkuya dönüşüyor. Bir şeye duyduğunuz sevgi gözünüzü kör eder ve ondaki negatiflikleri göremezsiniz.
“Evb” dönüş kelimesi de dikkate değerdir. İlk defa gitmiyoruz, dönüyoruz. Asıl ait olduğumuz yere. Araplar bal arısına da “evb” derler. Bütün gün çiçekten çiçeğe dolaşıp akşam ait olduğu yere, kovanına döndüğü için. Biz de dünyada isteklerimizin arzularımızın peşinde koşuyoruz ama vakti geldiğinde arıların kovana döndüğü gibi geri döneceğiz.
Bunda kadınlar tarafından mülahaza olunan şehevat sevgisine de bir ima vardır. Zira "nâs" kelimesi bütün insanlara ve kadın ile erkeğe şamil olmak üzere genel anlamlı bir kelimedir. Fakat kınama açıkça erkeklere tevcih olunmuş, kadınlar sevmek değil, sevilmek mevkiinde gösterilmiştir. Bununla beraber âyet Allah katındaki mutlak gerçeği değil, bir bakış açısını, bir zihniyeti dile getirmiştir. (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazir)
Evebe أوب :
أوْبٌ bir tür dönüştür. أوْبٌ Kelimesi irade sahibi canlılarda kullanılırken رُجُوعٌ ise hem iradesi olanlarda hem de olmayanlarda kullanılır. Rücudan bir diğer farkı da iyabın amaçlanan son noktaya dönüş olmasıdır مَآبٌ sözcüğü bu fiilin mastarı ve aynı zamanda ismi zaman ve ismi mekandır. أوَّابٌ ise tıpkı تَوَّابٌ gibi günahları terk ile taatleri yerine getirerek Allah'a dönen kimse demektir.(Müfredat - El furuq fil-luğa)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 17 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli evvabindir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ
Fiil cümlesidir. زُيِّنَ meçhul mebni mazi fiildir. لِلنَّاسِ car mecruru زُيِّنَ fiiline müteallıktır. حُبُّ naib-i fail olup merfûdur. الشَّهَوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
مِنَ النِّسَٓاءِ car mecruru الشَّهَوَاتِ ’nin mahzuf haline müteallıktır. الْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ kelimeleri atıf harfi وَ ’la النِّسَٓاءِ ’ye matuftur. الْبَن۪ينَ kelimesi cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ’dir.
الْمُقَنْطَرَةِ kelimesi الْقَنَاط۪يرِ ’nin sıfatıdır. مِنَ الذَّهَبِ car mecruru الْقَنَاط۪يرِ veya الْمُقَنْطَرَةِ ‘nin mahzuf haline müteallıktır.
الْفِضَّةِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الذَّهَبِ ’ye matuftur. الْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِ kelimeleri atıf harfi وَ ’la النِّسَٓاءِ ’ye matuftur. الْمُسَوَّمَةِ kelimesi الْخَيْلِ ’nin sıfatıdır.
حُبُّ الشَّهَوَاتِ [Nefsânî arzulara düşkünlük] ifadesi hoşlanılan şeylere istek duymak anlamındadır. Şehvet kelimesi mef‘ul manasında masdardır. Bu sebeple cemi yapılmıştır. Bunun delili “istenilen şeyler” diye açıklanmasıdır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. مَتَاعُ haberdir.
الْحَيٰوةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ’nin sıfatıdır. ٱلدُّنۡیَا elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. للّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. عِنْدَ mekân veya zaman zarfı olup mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حُسْنُ muahhar mübtedadır. الْمَاٰبِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ [Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir.] Böylece insanî istek ve arzuların sevildiğine işaret edilmektedir. Bu sebeple مَتَاعُ kelimesi müzekker ve müfred olarak zikredilmiştir. Nadr b. Şümmeyl şöyle demiştir: ذٰلِكَ zikredilen şeye işarettir, burada zikredilen şey dünya hayatının geçici menfaatidir.
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ
Fasılla gelen ayet müstenefedir. Müsbet mazi fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek naib-i fail olan حُبُّ الشَّهَوَاتِ ‘ye dikkat çekilmiştir. Car mecrur لِلنَّاسِ önemine binaen naib-i faile takdim edilmiştir.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması az sözle çok anlam ifadesi içindir.
مِنَ النِّسَٓاءِ ve مِنَ الذَّهَبِ ’ye dahil olan مِنَ harfi beyaniyyedir. Aynı zamanda tecrîd vardır.
İnsanlar için süslü gösterilen şeylerin kadın, oğul,altın, gümüş, at, deve, ekin şeklinde sayılması taksim sanatıdır.
النِّسَٓاءِ - الْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ- الذَّهَبِ -الْفِضَّةِ - الْخَيْلِ - الْاَنْعَامِ - الْحَرْثِۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki tarifler cins ifade eder.
Cümlede sıfat olan الْمُقَنْطَرَةِ ve الْمُسَوَّمَةِ kelimeleri nedeniyle ıtnâb sanatı vardır.
Onuncu ayette mal ve evlat şeklinde geçen dünyalıklar burada daha geniş bir şekilde açıklanmış. Umumdan sonra husus şeklinde ifade edilmiştir.
At manasında seçilen الْخَيْلِ kelimesinde tevriye vardır. Hem at hem hayal manası düşünülebilir.
حُبُّ الشَّهَوَاتِ Bundan maksat, nefsin istediği şeylerdir. Zemahşeri şöyle der: Allah, mübâlağa ifade etmesi için nefsin arzu ettiği şeyleri الشَّهَوَاتِ kelimesi ile anlattı. Sanki ayette zikredilen nefsin arzu ettiği şeyler, şehvetlerin kendileriymiş gibi ifade edilmiştir. Bir de, şehevi arzuların değersiz olduğuna dikkat çekmek için böyle söylenmiştir. Çünkü şehvet, akıllılar nezdinde hoş görülmeyen bir şeydir.
الْقَنَاط۪يرِ- الْمُقَنْطَرَةِ kelimeleri arasında edebi sanatlardan cinas-ı nakıs vardır. (Safvetü't Tefâsir)
زُيِّنَ لِلنَّاسِ [İnsanlara cazip gösterilmiştir.] Cazip gösteren Allah Teâlâ olup, bunu imtihan için yapmıştır.] اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ ز۪ينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا [Şüphesiz Biz, yeryüzündeki şeyleri oranın süsü kıldık ki, kimlerin daha güzel amel işlediğini sınay(ıp, amel sahipleriyle birlikte gör)elim] (Kehf 18/7) ayetinde de bu husus ifade edilmiştir. Hasan-ı Basrî’nin [v.110/728]; “Vallahi, onu insanlara şeytan süslemiştir, çünkü biz yaratıcısı tarafından bunlardan daha çok kınanan bir şey bilmiyoruz. Yani bunları Hālık Teâlâ süslemiş olamaz!” dediği nakledilmiştir. [1495] حُبُّ الشَّهَوَات [arzulanacak şeylere karşı düşkünlük]; burada sayılan şeyler şehvet olarak ifade edilmiş; böylece onların arzulanan, kendilerinden faydalanılmak için ısrarla istenen şeyler olduğu mübalağalı olarak ifade edilmiştir. Burada isabetli yorum, sayılan şeylerin bayağı olarak nitelenmesinin ve şehvet olarak isimlendirilmesinin kastedildiğini düşünmektir; çünkü şehvet, bilge insanlar tarafından aşağılık bir şey olarak görülmüş, şehvetinin peşine takılan kimse kınanmış; hayvanlığına bizzat tanıklık ettiği düşünülmüştür. (Keşşâf)
ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin izafetle gelmesi az sözle çok anlam ifade etme yollarından biri olması sebebiyledir.
الْحَيٰوةِ , الدُّنْيَاۚ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin ism-i işaret olması bu sayılanları tahkir amaçlıdır.
“Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir.” Böylece insanî istek ve arzuların sevildiğine işaret edilmektedir. Bu sebeple metâ‘ kelimesi müzekker ve müfred olarak zikredilmiştir. Nadr b. Şümmeyl şöyle demiştir: ذٰلِكَ zikredilen şeye işarettir, burada zikredilen şey dünya hayatının geçici menfaatidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin fasılası isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Lafza-i celâlin mübteda olduğu cümlede haber isim cümlesidir. Haber olarak gelen cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Mekân zarfı olan عِنْدَهُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عِنْدَهُ izafeti muzâfın şanı içindir.
İzafet şeklinde gelen müsnedün ileyh, az sözle çok anlam ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır. Ayrıca cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
[Allah, güzel dönüş onun yanındadır] cümlesinde Allah lafzı önemine binaen en başa alınmıştır.
Bundan sonra gelen 15-17. ayetlerde takva sahiplerinin halleri anlatılıyor. Dünyevi yaşama yönelik her türlü duygu şehvet başlığı altında toplandıktan sonra, takvalı olmaya teşvik vardır.
[Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.] Yani dönüş yeri, cennet orasıdır. Bunlar dünyada belirli bir miktarda faydalanılsın diye yaratılmıştır. Yoksa insanları tehlikeli yollara sokacak kadar bu nimetlere dalsın diye değil. Bu ifade insanları dünyada zühde davet ederek ahiret hayatına hazırlanmaya teşvik etmektedir. Ayrıca bütün bunların Allah’a karşı gelmek ve onun yolundan alıkoymak için yaratılmadığını, dönüşün Allah’a olduğunu ve O’na en güzel şekilde dönebilmek için bunlardan yararlanmak gerektiğini açıklamaktadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)قُلْ اَؤُ۬نَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذٰلِكُمْۜ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَاَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَؤُنَبِّئُكُمْ | size söyleyeyim mi? |
|
3 | بِخَيْرٍ | daha iyisini |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | ذَٰلِكُمْ | bunlardan |
|
6 | لِلَّذِينَ |
|
|
7 | اتَّقَوْا | korunanlar için vardır |
|
8 | عِنْدَ | katında |
|
9 | رَبِّهِمْ | Rableri |
|
10 | جَنَّاتٌ | cennetler |
|
11 | تَجْرِي | akan |
|
12 | مِنْ |
|
|
13 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
14 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
15 | خَالِدِينَ | sürekli kalacakları |
|
16 | فِيهَا | içinde |
|
17 | وَأَزْوَاجٌ | ve eşler |
|
18 | مُطَهَّرَةٌ | tertemiz |
|
19 | وَرِضْوَانٌ | ve rızası |
|
20 | مِنَ |
|
|
21 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
22 | وَاللَّهُ | Allah |
|
23 | بَصِيرٌ | görür |
|
24 | بِالْعِبَادِ | kullarını |
|
Önceki ayete cevap olarak, bütün arzularını dengeleyeler için cennetin ve cennetin getireceği şeylerin daha büyük bir mükafat olduğunu anlatır. En önemli altı çizilen şey Allah’ın bu mükafatlara ekstra olarak verdiği teşvik edici şeydir, insanın bütün hayatı boyunca aradığı ama bir türlü bulamadığı şey. Allah’ın hoşnutluğu ve en sonunda kendi hoşnutluğu.
Hayatımız boyunca eşimizi, patronumuzu, öğretmenimizi, sporcu isek antrenörümüzü memnun etmeye çalışırız ve ondan bir “övgü” duyabilmek için çabalarız ve alabilirsek çok mutlu oluruz.
Cennete girmek = Allah’ı razı etmiş olmak, Allahın övgüsünü almış olmaktır. Dünyada çok güzel bir yere gidince çok uzun kalamazsınız, güzelliği ölçüsünde pahalıdır çünkü. Ama Allah ebedi bir cennet vaad ediyor.
Allah hepimizi vadettiği cennetlere gireceklerin arasına katsın...
قُلْ اَؤُ۬نَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذٰلِكُمْۜ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَاَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Hemze istifham harfidir. ؤُ۬نَبِّئُ merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِخَيْرٍ car mecruru ؤُ۬نَبِّئُ ’ye müteallıktır.
مِنْ ذٰلِكُمْ car mecruru خَيْرٍ ’e müteallıktır. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, لِ harf-i ceri ile birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ ’dır. اتَّقَوْا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عِنْدَ mekân zarfı, جَنَّاتٌ ’un mahzuf haline müteallıktır. رَبِّ muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَنَّاتٌ Muahhar mübtedadır.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi جَنَّاتٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. تَجْرِي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru, تَجْرِي fiiline müteallıktır. الْاَنْهَار kelimesi, تَجْرِي fiilinin failidir. خَالِد۪ينَ hal olup mansubtur. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler, ي ile nasb olurlar.
ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.
اَزْوَاجٌ kelimesi جَنَّاتٌ ’e atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. مُطَهَّرَةٌ kelimesi اَزْوَاجٌ kelimesinin sıfatıdır. رِضْوَانٌ kelimesi جَنَّاتٌ ’e atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. مِنَ اللّٰهِۜ car mecruru رِضْوَانٌ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِۚ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübtedadır. بَص۪يرٌ haberdir.
بِالْعِبَادِ car mecruru بَص۪يرٌ kelimesine müteallıktır.
قُلْ اَؤُ۬نَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذٰلِكُمْۜ
Ayet müstenefe cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir fiilin mekulü’l-kavli ise istifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp takrir ve teşvik amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
خَيْرٍ kelimesinin nekre gelmesi, خَيْرٍ 'ın şanını yüceltmek ve tanımaya teşvik içindir.
Ebüssuûd der ki: لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ ifadesindeki رَبِّ kelimesinin, müttakilere ait zamire muzâf olarak getirilmesi, onlara yapılacak lütfun çokluğunu açıklamak içindir. (Safvetü't Tefâsir)
“De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi?” Yani ey Muhammed! De ki: Size saydığım bütün bu dünya nimetlerinden daha güzelini haber vereyim mi? Buradaki اَ harfi, soru için değil kendilerine haber vereceği şeyin ne kadar büyük olduğunu anlatmak için kullanılmıştır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَاَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl لِلَّذ۪ينَ başındaki harf-i cerle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Mevsûlün sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi muahhar mübteda olan جَنَّاتٌ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Hal olan خَالِد۪ينَ ف۪يهَا ıtnâb babındandır.
اَزْوَاجٌ ve رِضْوَانٌ kelimeleri mübtedaya matuftur.
Allah’ın katında müttakiler için bulunan nimetlerin zikredilmesi taksim sanatıdır.
مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ [Altından nehirler akması] ibaresini Muhammed Ebu Musa ‘otorite sahibi olmak’ şeklinde yorumlamıştır. Firavun diyor ki: Bu nehirler benim altımdan akmıyor mu? Yani: Bu toprakların saltanatı bana ait değil mi?
الحديقة içinde su olan bahçedir. Bahçe manasındaki cennet kelimesi Kur'an'da geçtiği yerlerde içinde su olduğunu vurgulamak için çoğunlukla altından sular aktığı da söylenmiştir. (Kur'an'da sadece bir yerde cennetin altından nehirlerin aktığı zikredilmemiştir.)
رِضْوَانٌ kelimesinin nekre getirilmesi tefhim ve tazim içindir. (Safvetü't Tefâsir)
لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا [Takva sahipleri için] ifadesi yeni bir cümle başlangıcıdır; burada sözü edilen şeyin yukarıda sayılanlardan daha hayırlı olduğuna delalet eder. Bu, “Sana alim bir adam göstereyim mi? Yanımda bir adam var ki şu şu özelliklere sahiptir” demeye benzer. لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا ifadesindeki لِ ’ın قُلْ اَؤُ۬نَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ cümlesindeki خَيْرٍ kelimesine taalluk etmesi ve hayrın [De ki: Size müttakiler için bundan daha hayırlısını haber vereyim mi?] şeklinde sadece müttakilere ait kılınmış olması mümkündür. Zira hayırdan istifade edecek olanlar onlardır. Bu durumda, جَنَّاتٌ de başında bir هو zamiri takdir edilerek merfû olur “bu (hayr) da cennetlerdir” anlamında. جَنَّاتٌ kelimesini, بِخَيْرٍ ifadesinden bedel olarak mecrur okuyanın okuyuşu da buna delalet eder. (Keşşâf)
وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِۚ
وَ istînâfiyyedir. Âşûr itiraz cümlesi olduğu görüşündedir. Mübteda ve haberden müteşekkil, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve kalplerde korku uyandırmak içindir. Ayrıca cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِۚ [Allah kullarını görücüdür] ibaresinde mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lazım söylenmiş, melzum kastedilmiştir. Yani görmekle kalmaz, ceza ve ödül sistemini hikmetle yerine getirir demektir.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
[Allah, o kullarını görmektedir] onları hak ettikleri şekilde ödüllendirecek ve cezalandıracaktır; ya da müttakileri ve durumlarını gayet iyi görmektedir, onlara cennetleri işbu sebeple hazırlamıştır. (Keşşâf)
İnsan güzel gördüğüne koşmak, kolay sandığını seçmek ister. Nefsiyle mücadele etmeden, istediği her şeyi ona sunarak, geçici mutluluklarla avunmak ister. Nefsine istediğini veremezse eğer, gönlünün huzuru, o geçici halde gizliymiş gibi hayatı kendine zindan eder.
‘İmtihan dünyası’ ifadesindeki, ‘imtihan’ kelimesinden kastedilen; yalnız hastalıklar, ölümler ve başka insanların sebep oldukları mıdır yoksa manası daha mı derindir? Belki; bütün yaşadıklarımıza rağmen nefsimizi terbiye etmeye çalışmak ve devamlı bir mücadele içinde yaşamak. Ve başa gelen iyilikte veya kötülükte, atlatılan kolaylıkta veya zorlukta. Yaşanan her şeyde bir hayır vardır ve hiçbir şey boşa değildir’e iman ederek, Rabbini hatırlayıp “elhamdulillah” diyebilmektir.
Bu dünyada günahtan zindana kaçan Hz.Yusuf gibi olmaya çalışmak da var. Yusuf’u öldürelim de babamızın sevgisi bize kalsın diyen kardeşlerdeki cahilliğe sahip olmak da. Tövbe edip imanına sahip çıkan sihirbazlar topluluğuna benzemek de var. Son nefesine kadar küfründe ve zulmünde ısrar eden Firavun olmak da.
Nefsinin kölesi olanla, efendisi olanın akıbeti ortada.
Rabbim! Nefsimin kölesi olmaktan koru beni. Nefsime bir an olsun bırakma halimi. Nefsimin efendisi olmam için yardım et bana. Hem dünya, hem de ahiret saadeti istiyorum Senden. İhtiyacı olanı alıp, “fazlasına gerek yok” diyebilenlerden ve dünyasıyla beraber ahiretini kazananlardan olma duasıyla.
Amin
Zeynep Poyraz @zeynokoloji