7 Mayıs 2024
Âl-i İmrân Sûresi 23-29 (52. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Âl-i İmrân Sûresi 23. Ayet

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ اِلٰى كِتَابِ اللّٰهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ وَهُمْ مُعْرِضُونَ  ...


Kendilerine Kitap’tan bir pay verilenleri görmüyor musun ki, aralarında hüküm vermesi için Allah’ın Kitabına çağrılıyorlar da sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyor.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَ görmedin mi? ر ا ي
3 إِلَى
4 الَّذِينَ kimseleri
5 أُوتُوا verilmiş olan ا ت ي
6 نَصِيبًا bir (nasip) pay ن ص ب
7 مِنَ -tan
8 الْكِتَابِ Kitap- ك ت ب
9 يُدْعَوْنَ çağırılıyorlar da د ع و
10 إِلَىٰ
11 كِتَابِ Kitabına ك ت ب
12 اللَّهِ Allah’ın
13 لِيَحْكُمَ hüküm versin diye ح ك م
14 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
15 ثُمَّ sonra
16 يَتَوَلَّىٰ dönüyorlar و ل ي
17 فَرِيقٌ bir topluluk ف ر ق
18 مِنْهُمْ onlardan
19 وَهُمْ ve onlar
20 مُعْرِضُونَ yüz çeviriyorlar ع ر ض

Nasip, haz, halak, kıst kelimelerinin hepsi de pay manasındadır. Ama aralarında farklar vardır.

Nasip arzu edilen ve edilmeyen şeyler için kullanılır. 

Haz sadece güzel şeylerde kullanılır. Sahibini yücelten bir şeydir. 

Halak arkadaşının veya sahibinin bir nasip olarak takdir ettiği hayırdır. Senin hakkın değil. Başkası onu sana takdir etmiş. 

Kıstta adalet vardır. Nasip adaletli veya adaletsiz olabilir. Nasip daha umumidir. (Farklar Sözlüğü)

.

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ اِلٰى كِتَابِ اللّٰهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ


Hemze  istifham harfidir.  لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  تَرَ  illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri  أنت’dir.

ٱلَّذِینَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  إِلَى  harf-i ceri ile birlikte  تَرَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ ’dir. اُو۫تُوا  meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  نَص۪يبًا  mef’ûlun bihtir.  مِنَ الْكِتَابِ  car mecruru  نَص۪يبًا’in mahzuf sıfatına müteallıktır. 

يُدْعَوْنَ  fiili  الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا’nun hali olarak mahallen mansubtur. يُدْعَوْنَ  fiili نَ 'un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  اِلٰى كِتَابِ  car mecruru  يُدْعَوْنَ  fiiline müteallıktır.  للّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لِ  harfi,  یَحۡكُمَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, لِ  harf-i ceriyle birlikte  يُدْعَوْنَ  fiiline müteallıktır.  یَحۡكُمَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو’dir.

 بَیۡنَ  mekân zarfı  یَحۡكُمَ  fiiline müteallık olup mef’ûlun fihdir. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 

ثُمَّ يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ وَهُمْ مُعْرِضُونَ


 ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr) 

يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ  cümlesi  يُدْعَوْنَ ’ye matuftur. Hal cümlesine atıf olduğundan mahallen mansubtur. يَتَوَلّٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  فَر۪يقٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  فَر۪يقٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. 

Cümle  فَر۪يقٌ مِنْهُمْ ’in hali olarak mahallen mansubtur. İsim cümlesidir.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُعْرِضُونَ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُعْرِضُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

 İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَوَلّٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ اِلٰى كِتَابِ اللّٰهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ


Müstenefe cümlesi olan ayet istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari fiile dahil olan  لَمْ, muzari fiili olumsuz maziye çevirmiştir.

Ayetteki istifham gerçek manada soru değil, takrîr ve tevbih amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Takrir: Muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meani İlmi)

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûlün sılası ...اُو۫تُوا نَص۪يبًا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ [Kendilerine kitaptan pay verilmiş olanlara bak!]  Burada kastedilen Yahudi alimleridir, bunların Tevrat’tan bol miktarda nasiplendikleri ifade edilmektedir.

الْكِتَابِ  kelimesinden murat Tevrat’tır. الْ  ile marife olması ahd içindir. Cins için olduğu da söylenmiştir. (Âşûr)

مِنَ الْكِتَاب  ifadesindeki  مِنَ ; ya kısmilik, ba’diyet ya da beyan içindir. Veya onlar inzal edilmiş kitaplar cinsinden ya da levhalardan Tevrat’ı tahsil etmişlerdir ki bu da çok büyük bir paydır. (Keşşâf - Âşûr)

Bu ayetin muhatabı, öncelikle Resulullah (sav), sonra da ehl-i kitabın halini ve kötü işlerini gören herkestir. Dikkatleri ehl-i kitabın çirkin hallerine çeken bu ayet aynı zamanda onların İslam'ın yegâne hak din olduğuna dair kendilerine bilgi geldikten sonra uyuşmazlığa düştüklerinin bir açıklamasıdır. (Ebüssuûd) 

نَص۪يبًا  kelimesinin nekre olarak zikredilmesi (bir nasip, denmesi), o nasibi tazim içindir. Bunun aksi yani tahkir manası ise bu makama uygun değildir. Çünkü bu makam, onların hallerinin son derece takbih edildiği bir makamdır. (Ebüssuûd)

Nasip, haz, halak, kıst kelimelerinin hepsi de pay manasındadır. Ama aralarında farklar vardır.

Nasip, arzu edilen ve edilmeyen şeyler için kullanılır. Haz sadece güzel şeylerde kullanılır. Sahibini yücelten bir şeydir. 

Halak, arkadaşının veya sahibinin bir nasip olarak takdir ettiği hayırdır. Senin hakkın değildir. Başkası onu sana takdir etmiştir. 

Kıstta adalet vardır. Nasip adaletli veya adaletsiz olabilir. Nasip daha umumidir. (Farklar Sözlüğü)   

الَّذ۪ينَ ’den hal olan  يُدْعَوْنَ اِلٰى كِتَابِ اللّٰهِ   cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan müspet muzari fiil cümlesidir. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. Hal cümleleri ıtnâb babındandır. 

كِتَابِ اللّٰهِ  [Allah’ın kitabı]’ndan murat Kur’an'dır. Zira Yahudiler, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunu biliyorlardı ve bunda şüpheleri dahi yoktu.

كِتَابِ اللّٰهِ   cümlesinin zamir ile ifadesi mümkünken ism-i celâlin zikri ve kitabın ona izafesi ile  كِتَابِ اللّٰهِ [Allah’ın kitabı] denmesi, onların icabetinin zaruretini beyan, bu kitaba başvurmalarının vücûbunu tekid ve ism-i celâle izafetle o kitabı teşrif içindir. (Ebüssuûd)

Gizli  أن’le nasb olarak masdar teviliyle  يُدْعَوْنَ  fiiline müteallık olan  لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.


ثُمَّ يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ


Bir zaman aralığı ifade eden  ثُمَّ  ile  يُدْعَوْنَ’ye atfedilen  يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ   cümlesi, müspet muzari fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ثُمَّ  atıf harfi rütbe açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

يَتَوَلّٰى  kibir ve nefretten mecazdır. Asıl manası ise mekândan uzaklaştırma ve terk etmektir. (Âşûr)

فَر۪يق ’daki tenvin tahkir ifade eder. (Âşûr)

Ayetin وَ ’la gelen son cümlesi de  فَر۪يقٌ’dan hal olarak gelmiş ıtnâbtır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يُدْعَوْنَ اِلٰى كِتَابِ اللّٰهِ  [Allah’ın kitabına çağrılmak] sözünde mef’ûle isnad vardır. Kitaba değil, hükmünü kabule çağrılırlar.

يَتَوَلّٰى - مُعْرِضُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Hak Teâlâ’nın,  لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ [Aralarında hakem olsun diye] buyruğunun manası, “Kitap, aralarında hükmetsin diye.” şeklindedir. Hükmetmenin kitaba nispet edilmesi, meşhur bir mecazdır. Bu ifade meçhul sıygasıyla “Hükmolunsun… diye” şeklinde de okunmuştur. (Fahreddin er-Râzî,Tefsir-i Kebir)

يُدْعَوْنَ اِلٰى كِتَابِ اللّٰهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ [Aralarında hükmetmesi için Allah’ın kitabına çağrılıyorlar da] yani Tevrat’a davet ediliyorlar. Bir görüşe göre Kur’an’a çağrılıyorlar. Çünkü Kur’an, Tevrat’ı tasdik etmektedir. “Aralarında hükmetmesi için” yani hüküm vermesi için. Kitapta hükmün açıklaması vardır. Bu sebeple hüküm ona izafe edilmiştir. Kur’an-ı Kerim de içerisinde müjde ve uyarıya dair haberler bulunduğu için müjdeleyici ve uyarıcı diye isimlendirilmiştir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr- Ebüssuûd-Fahreddin er-Râzî,Tefsir-i Kebir)


وَهُمْ مُعْرِضُونَ


Cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَهُمْ مُعْرِضُونَ  cümlesi hal-i müekkidedir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır. (Âşûr)
Âl-i İmrân Sûresi 24. Ayet

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍۖ وَغَرَّهُمْ ف۪ي د۪ينِهِمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ  ...


Bunun sebebi, onların, “Bize, ateş sadece sayılı günlerde dokunacaktır.” demeleridir. Uydurageldikleri şeyler dinleri konusunda kendilerini aldatmıştır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ bu (hareketleri)
2 بِأَنَّهُمْ onların
3 قَالُوا demelerindendir ق و ل
4 لَنْ
5 تَمَسَّنَا bize dokunmayacak م س س
6 النَّارُ ateş ن و ر
7 إِلَّا başka
8 أَيَّامًا birkaç günden ي و م
9 مَعْدُودَاتٍ sayılı ع د د
10 وَغَرَّهُمْ ve onları yanıltmıştır غ ر ر
11 فِي
12 دِينِهِمْ dinlerinde د ي ن
13 مَا şeyler
14 كَانُوا oldukları ك و ن
15 يَفْتَرُونَ uyduruyor ف ر ي

Dinleri hakkında uydurdukları şey onları aldatmıştır.

Yahudiler kendilerine sayılı günler dışında ateşin dokunmayacağına inandıkları için günah işlemekten çekinmiyorlardı. 40 gün boyunca günah işlediler, buzağıya taptılar, cezaları da o kadar az diye düşünüyorlardı. 

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍۖ


İşaret ismi  ذَ ٰ⁠لِكَ  mübteda olup mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك  ise muhatap zamiridir.  أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harf-i ceriyle birlikte ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. بِ harf-i ceri sebebiyyedir. هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

قَالُٓوا  fiili  أَنَّ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ’dur. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekit ifade eder. تَمَسَّ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  نا  mef'ûlun bih olarak mahallen mansubtur. النَّارُ  kelimesi faildir.

اِلَّٓا  hasr edatıdır. Zaman zarfı  اَيَّامًا  kelimesi  تَمَسَّنَا  fiiline müteallıktır.  مَعْدُودَاتٍ  ibaresi اَيَّامًا’in sıfatıdır.


 وَغَرَّهُمْ ف۪ي د۪ينِهِمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ


Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. غَرَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ف۪ي د۪ينِ  car mecruru غَرَّ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانُوا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan  وا ; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. كَانُوا’nun  haberi olan  يَفْتَرُونَ  fiili mahallen mansubtur.

يَفْتَرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi  فري ’dir. İftial  babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍۖ


Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisal olan ta’lil cümlesidir. 

Sübut ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. أَنَّ  ve masdar-ı müevvel, بِ harfi nedeniyle mecrur mahalde olup  ذَ ٰ⁠لِكَnin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Ayette بِ , sebebiyyedir. Çünkü onlar bunu birkaç gün müstesna azaptan emniyet içinde oldukları iddiaları sebebiyle yapmışlardır. (Âşûr)

Masdar-ı müevvel olan cümle faide-i haber talebî kelamdır. Bu cümlede müsned fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin mekulü’l-kavli ise menfi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Yahudiler sözlerini لَنْ ve اِلَّٓا ile oluşmuş kasrla tekit etmişlerdir. Kasr fiille mef’ûlun fih arasındadır. Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

İşaret ismi ذٰلِكَ de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular. ذَ ٰ⁠لِكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190) 

Onların haktan yüz çevirmelerinin sebebi, “İşlediğimiz günahlar ve hatalar yüzünden sayılı günlerden yani vaktiyle buzağıya taptığımız günlerden başka, ateş bize dokunmayacaktır.” demiş olmalarıdır. İşte bu yanlış inanç, onların zihnine tamamen yerleşmiş ve böylece onlar, ahiretin çetin hallerini kendileri için kolaylaştırmışlardır. (Ebüssuûd)

[Ateş bize ancak sayılı günler dokunur.] sözü kizbi haberdir.

لَنْ  masdar harfidir. Masdar-ı müevvel mekulü'l-kavl olarak nasb mahallindedir.

 

 وَغَرَّهُمْ ف۪ي د۪ينِهِمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ

Cümle  وَ ’la ...قَالُوا cümlesine  atfedilmiştir. Müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiilin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedinin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

ف۪ي د۪ينِهِمْ  ibaresindeki  فِی  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manasındadır. Ayette din, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır.

وَغَرَّهُمْ ف۪ي د۪ينِهِمْ  sözünde, Yahudilerin “Bizim peygamber olan atalarımız bize şefaat edeceklerdir.” veya “Allah, Yakub evladından yeminini bozanlar dışında kimseye azap etmeyeceğini vadetmiştir.” demeleri, dinleri hakkında kendilerini aldatmıştır. İşte o Yahudiler bundan dolayı o çirkin fiilleri işlemişlerdir. (Ebüssuûd)

غَرَّ- يَفْتَرُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Onların vaktiyle uydurdukları şeyler de dinleri hakkında kendilerini yanıltmıştır.] الغرور  aldatmak anlamına gelir. Bir görüşe göre doğru olmayan şeyler için tamah etmektir. Bu ifade  قَالُوا  ifadesine atıftır.  ف۪ي د۪ينِهِمْ [Dinleri konusunda] kısmı ile ilgili olarak Mukatil, “Yani batıl olan dinleri konusunda onları aldatmıştır.”; Dahhâk ise “Hak dinleri konusunda onları aldatmıştır.” şeklinde açıklama yapmışlardır. مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ [İftira attıkları şeyler] Yani Allah’a, “Biz Allah’ın çocukları ve sevdikleriyiz. O bize günahlarımız sebebiyle sadece az bir zaman azap eder.” şeklindeki iftiraları onları aldatmıştır.  (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
Âl-i İmrân Sûresi 25. Ayet

فَكَيْفَ اِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ  ...


Bakalım, kendilerini o geleceğinde hiç şüphe olmayan gün için bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandığı tamamen ödendiği vakit, hâlleri nice olacaktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَكَيْفَ peki nasıl (olacak)? ك ي ف
2 إِذَا zaman
3 جَمَعْنَاهُمْ topladığımız ج م ع
4 لِيَوْمٍ bir gün için ي و م
5 لَا
6 رَيْبَ hiç şüphe olmayan ر ي ب
7 فِيهِ kendisinde
8 وَوُفِّيَتْ ve tastamam verilip و ف ي
9 كُلُّ her ك ل ل
10 نَفْسٍ insanın ن ف س
11 مَا
12 كَسَبَتْ kazandığı ك س ب
13 وَهُمْ ve onların
14 لَا asla
15 يُظْلَمُونَ zulme uğratılmadığı ظ ل م

فَكَيْفَ اِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِ


فَ  istînâfiyyedir. İstifham ismi  كَیۡفَ  mahzuf mübtedanın mukaddem haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri; صنعهم (Onlara yaptı.) şeklindedir. 

إِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.  

إِذَا  şart harfi vukû bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. جَمَعْنَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  لِيَوْمٍ  car mecruru  جَمَعْنَاهُمْ ’e müteallıktır.

لَا رَيْبَ ف۪يهِ  cümlesi  يَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. لَا  harfi cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. İsmini nasb haberini ref eder.  رَيْبَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olarak mansubtur.  ف۪يهِ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.  


وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ


وُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. وُفِّيَتْ  meçhul mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir.  كُلُّ  naib-i faildir.  نَفْسٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَسَبَتْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.


وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ


İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَا يُظْلَمُونَ۟  haber olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُظْلَمُونَ۟  meçhul olarak gelmiş muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

فَكَيْفَ اِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِ


فَ  istînâfiyyedir. Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  كَيْفَ, mukaddem haber olarak ref mahallindedir.

Zaman zarfı  اِذَا  şart manasından mücerret olarak ...جَمَعْنَاهُمْ  cümlesine muzâf olmuştur. 

Muzâfun ileyh olan ...جَمَعْنَاهُمْ  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَيْفَ  istifham harfi taaccüp ve korkunçluk kastıyla mecaz olarak kullanılmıştır. (Âşûr)

لِيَوْمٍ’deki tenvin tazim ifade eder.

يَوْمٍ  ibaresiyle gün değil, o günkü hesaba çekme kastedilir. Îcâz-ı hazif düşünülebilir. 

لَا رَيْبَ ف۪يهِ  cümlesinde  لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  ف۪يهِ  bu mahzuf habere müteallıktır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu cümle  لِيَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Allahu Teâlâ onların içinde bulundukları cehalet sebebiyle aldanışlarını anlattıktan sonra cehaletin tamamıyla ortadan kalkacağı ve aldanışların ortaya çıkacağı bir günün mutlaka geleceğini beyan edip “Onları, (vukuunda) hiç şüphe olmayan bir günde topladığımız zaman nice olacak?” buyurmuştur. Bu sözde bir hazif vardır ve takdiri; فكيف صورتهم وحالهم (Onların durumları ve halleri nice olacak?) şeklindedir. كَيْفَ [nasıl, nice] kelimesi kendisine delalet ettiği için “hal” kelimesi hazf olunur. Ayet böylece bütün azap çeşitlerini araştırıp hatırlamaya sevk edeceği için daha fazla belâgatı ifade etmektedir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)

Soru gerçek manada soru olmayıp taaccüp kastıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. [Fakat onları gelmesinde şüphe edilmeyen bir gün için topladığımız zaman (halleri) nice olur?] Burada gizli bir ifade vardır. Yani halleri nasıl olur? Kıyamet günü hangi çareye başvuracaklardır? “Bir günde” değil de [bir gün için] demesinin sebebi ceza/karşılık günü için manasında olmasındandır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

Kur’an’da genelde kıyamet ile alakalı ve kıyametten sonrasını anlatan fiiller için meçhul kalıp kullanılır. Çünkü kimin yaptığı zaten bellidir. O sırada insanların hissedeceği duyguları, korkuyu, acıyı öne çıkarmak için fail gizlenir.


وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ

 

Cer mahallindeki cümle وَ ’la  لَا رَيْبَ ف۪يهِ cümlesine atfedilmiştir. Müspet fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ  sözünde temsili istiare vardır. Dünya bir işyeri, pazar, insanlar da bu dünyada işçidir. Ahirette, Allah Teâlâ ücretleri ödeyecektir.

وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ  [Herkesin kazandığının tamamen kendisine ödendiği] buyrulması, bu iki şey arasında tam bir ilişki ve mülazemet (birbirini gerektirme) bulunduğunu ve bundan dolayı da bu iki şeyin bir şey gibi sayıldığını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

 

 وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ


Ayet sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur. 

Hal  وَ ’ı ile gelmiş bu cümle ıtnâbtır. 

وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ [haksızlığa da uğramazlar] ifadesi anlam itibarıyla [herkes]e كُلُّ نَفْسٍ işaret eder. Çünkü  كُلُّ نَفْسٍ  ifadesi “bütün insanlar” manasındadır. (Keşşâf)
Âl-i İmrân Sûresi 26. Ayet

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ...


De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلِ de ki ق و ل
2 اللَّهُمَّ Allah’ım
3 مَالِكَ sahibisin م ل ك
4 الْمُلْكِ mülkün م ل ك
5 تُؤْتِي sen verirsin ا ت ي
6 الْمُلْكَ mülkü م ل ك
7 مَنْ kimseye
8 تَشَاءُ dilediğin ش ي ا
9 وَتَنْزِعُ ve alırsın ن ز ع
10 الْمُلْكَ mülkü م ل ك
11 مِمَّنْ kimseden
12 تَشَاءُ dilediğin ش ي ا
13 وَتُعِزُّ ve yükseltirsin ع ز ز
14 مَنْ kimseyi
15 تَشَاءُ dilediğin ش ي ا
16 وَتُذِلُّ ve alçaltırsın ذ ل ل
17 مَنْ kimseyi
18 تَشَاءُ dilediğini ش ي ا
19 بِيَدِكَ senin elindedir ي د ي
20 الْخَيْرُ hayır (mal, iyilik) خ ي ر
21 إِنَّكَ şüphesiz sen
22 عَلَىٰ
23 كُلِّ her ك ل ل
24 شَيْءٍ şeye ش ي ا
25 قَدِيرٌ kadirsin ق د ر

Ali Imran 26-27) Bu âyetlerin faziletleri hakkında bir hayli haberler varid olmuştur. Bunlardan biri Ebu Eyyub el-Ensari'den ve Hz. Ali'den rivâyet olunduğu üzere, Rasûlullah buyurmuştur ki: 

Fatihatü'l-Kitab, Âyete'l-Kürsî, bir de Âl-i İmran'daki "Şehidallahu ennehu..."den a (3/17-18) kadar, den 'a (3/26-27) kadar iki âyet nazil oldukları zaman, Allah Teâlâ ile aralarında hiç bir hicab bulunmaksızın Allah'ın arşına yapışarak, "Ya Rab! Bizi yeryüzüne ve sana isyankar olanlara indiriyorsun." dediler. 

Allah Teâlâ da "Ahdim olsun, sizi her namazın arkasında okuyan herhangi bir kimsenin kusurlarına bakmayarak makamını cennet kılacağım, onu kutsal huzurda iskan edeceğim, her gün kendisine yetmiş kerre nazar edeceğim ve yetmiş türlü ihtiyacını yerine getireceğim ki, bunun en aşağısı mağfirettir. Ve onu her bir din düşmanından hasetçinin şerrinden koruyacağım ve mağrifet eyleyeceğim." buyurdu.

Said b. Cübeyr'den rivâyet olunduğu üzere, Medine etrafında üçyüz altmış put vardı, bu âyet-i kerime nazil olduğu zaman yerlere kapanıp secde ettiler. (Elmalili Muhammed Hamdi Yazir Tefsiri)

“Bu ayeti kerimeler nazil oldukları vakit Allah Teala ile aralarında hiçbir perde bulunmaksızın Arşı İlahiyyeye yapışarak; “Ya Rab, bizi dünyaya ve sana asi olanlara indiriyorsun.” dediler.

Allah Teala buyurdu ki: “Ahdim olsun, sizi her namazın arkasından okuyan kimsenin kusurlarına bakmayarak makamını cennet kılarım. Onu hatiyratül kutside iskan ederim. Her gün kendisine yetmiş defa nazar edeceğim. Ve onun yetmiş tane hacetini yerine getiririm. Onların en küçüğü ise mağfirettir. Onu bütün düşmanlarından muhafaza edip hasetçilerin şerrinden koruyacağım.

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ


Fiil cümlesidir. قُلِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت’dir. Mekulü’l-kavli  اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ’dir.  اللّٰهُمَّ  münadadır. Nida harfi mahzuftur.  اللّٰهُمَّ ’deki  مَّ nida harfinden ivazdır. مَالِكَ  kelimesi  اللّٰهُمَّ ’den bedeldir. Aynı zamanda muzâftır.  الْمُلْكِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اللّٰهُمَّ  ifadesindeki  مَّ, nida harfi olan  يَا ’nın yerine gelmiştir; dolayısıyla bu iki harf birlikte kullanılmaz. Bu, Allah lafzının hususiyetlerinden biridir. (Keşşâf - Âşûr)

Nidanın cevabı  تُؤْتِي الْمُلْكَ ’dir.  تُؤْتِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت’dir.  الْمُلْكَ  mef’ûlun bihtir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  تَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  تَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت’dir. 

تَنْزِعُ الْمُلْكَ  cümlesi makabline matuftur  تَنْزِعُ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت’dir.  الْمُلْكَ  mef’ûlun bihtir.

 مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَنْزِعُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَشَٓاءُۘ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

تُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ  cümlesi  تُؤْتِي الْمُلْكَ ’ye atıf harfi  وَ ’la atfedilmiştir. تُعِزُّ  merfû muzari fiildir.  Fail ise müstetir zamir  أنت’dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  تَشَٓاءُ ’dir.  تُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ  cümlesi makabline matuftur.

 

بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ


بِيَدِكَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْخَيْرُ  muahhar mübtedadır. 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

عَلٰى كُلِّ  car mecruru قَد۪يرٌ ’e müteallıktır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyhtir.  قَد۪يرٌ  ise  اِنَّ ’nin haberidir.  

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fiilin mekulü’l-kavli ise nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  اللّٰهُمَّ  ve  مَالِكَ الْمُلْكِ  münadadır. 

Nidanın cevap  cümlesi olan  تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Akabinde atıfla gelen üç cümle de faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nidanın cevabı olan bu cümleler haberî isnad formunda gelmiş olmalarına rağmen dua manası taşımaktadır. Muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Bu nedenle cümleler mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

الْمُلْكِ, kudret;  مَالِكَ  ise kâdir manasındadır. مَالِكَ الْمُلْكِ  vasfının manası, kudrete kâdir olan demektir. Binaenaleyh mana, “mahlukatın kadir oldukları şeyler üzerindeki her türlü kudretleri, ancak Allahu Teâlâ’nın kadir kılmasıyla olur. Buna göre O, her kadiri, gücünün yettiği şeye kudretli; her maliki de sahip olduğu mülke sahip kılan demektir. (Fahreddin er-Râzî,Tefsir-i Kebir)

تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ  cümlesiyle  وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ  cümlesi ve  وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ  cümlesiyle  وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

الْمُلْكَ - مَالِكَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Allah Teâlâ için kullanılan يَدِ [el] kelimesi kuvvet-kudret manasındadır. Allah için kullanılması müşâkeledir. Kudret manasında el kelimesinin kullanılması alete isnad olarak mecaz-ı mürseldir.

Ayet, mülkiyetin gerektirdiği mutlak tasarrufun bazı çeşitlerini beyan etmekte, hakikatte mülk sahibinin Allah, diğerlerinin mecaz olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Nitekim ayette, gerçek manada malikiyetin sübutunu ifade eden  تَمْلِك fiili değil, vermek anlamına  إتاءً  fiili kullanılmıştır. Bu itibarla ayetteki birinci mülk (mülkün gerçek sahibi), hakiki ve umumidir ve memlukiyeti de gerçektir; diğer ikinci mülk ise mecazidir, özeldir ve bu mülklerin, sahiplerine nispeti de mecazîdir. Bir kavle göre de birinci mülk, umumidir; diğer iki mülk ise onun parçalarıdır. Son bir kavle göre de mülkten murat peygamberliktir ve mülkün alınması da peygamberliğin bir kavimden diğer kavimlere intikal ettirilmesidir. (Ebüssuûd - Keşşâf)

Ayette farklı manalardaki  مَنْ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Ayette  تُؤْتِي [verirsin] ve  تَنْزِعُ [alırsın]; تُعِزُّ [yükseltirsin] ve  تُذِلُّ [alçaltırsın] fiilleri arasında mütecânis tıbâk vardır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

Bu ayet-i kerimelerde zıt manadaki fiiller ve isimler bir arada zikredilmiştir. Bu tıbâklar, Allahu Teâlâ’nın kudret sahasını, gözetme-kollama gücünü ve kahredici otoritesini bariz bir şekilde ortaya koyar. İşte bu sebeple ayetlerde zikredilen fiilleri kolayca yapar. O’nun arzusuna hiçbir kuvvet karşı koyamaz. Mülkü dilediğine verir, dilediğinden alır, dilediğini aziz, dilediğini zelil kılar. O halde kim Allahu Teâlâ’nın bu kudretini inkâr edebilir? Tıbâk’ın sadece kelamı süslemek ya da şeklî bir zevk için gelmediği, bunların ötesinde daha yüce hedefler için geldiği açıktır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedii İlmi, s.19)

 تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ  cümlesinde olduğu gibi, diğer bazı cümlelerde de tazim ve hürmet ifade eden tekrarlar vardır. (Safvetü't Tefasir) 

 

بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ


İstînâfiyye veya bedel olarak fasılla gelen  بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ  cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. بِيَدِكَ  mahzuf mukaddem habere muteallıktır. Sübut ifade eden bu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بِيَدِكَ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  يَدِ , şan ve şeref kazanmıştır. İzafet yoluyla az sözle çok anlam ifade edilmiştir.

Şayet “ayette neden ‘Hayır Senin elindedir.’ ifadesine yer verilmiş; şer değil de sadece hayır zikredilmiştir?” dersen, şöyle derim: Çünkü burada söz, Allah’ın müminlere lütfedeceği ve tam da kâfirlerin inkâr ettiği hayırlarla ilgilidir. Bu sebeple “Hayır Senin elindedir.” denilmiş yani düşmanlarına rağmen sen hayrı dostlarına lütfedersin denilmek istenmiştir. Ayrıca Allah’ın faydalı yahut zararlı tüm fiilleri hikmet ve maslahata göre sadır olur, bu yüzden de O’nun bütün fiilleri hayırdır. Mülkü vermek de çekip almak da bu kapsamdadır. (Keşşâf)

Ayette yalnız hayrın zikredilmesinin bazı sebepleri vardır. Şöyle ki:

İlâhî hükme konu olan yalnız hayırdır. Şer o sebeple zikredilmemiştir.

Şerrin hükmü arızidir, zira cüzi bir şerrin içinde mutlaka külli bir hayır vardır.

Şerrin hasıl olmasında kısmen sahibinin de dahli vardır. Çünkü şer, sahibinin amellerinin karşılığıdır. Hayır ise sadece ilâhî lütuftur.

Ayette şerrin zikredilmemesi, insanların edebi gözetip şerri Allah’a isnad etmemeleri içindir. Burada söz konusu olan sadece hayırdır. (Ebüssuûd)

Ayetin fasılası olan اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve takdim kasrıyla tekit edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  amiline takdim edilmiştir. Bu cümle mamulun amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeye kâdirdir. Muktedir olmadığı hiçbir şey yoktur.

Cenab-ı Hakk'ın  بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ  “Hayır, yalnız Senin elindedir.” ifadesindeki  يَدِ kelimesinden murat, kudrettir. Buna göre mana, “Hayır, yalnız Senin kudretindedir.” şeklinde olur. Lafzındaki elif-lâm umum ifade eder. Buna göre mana, “Her türlü bereket ve hayırlar, ancak Senin kudretinle meydana gelir.” şeklinde olur. Yine ‘Hak Teâlâ’nın’ tabiri, hasr ifade eder. Buna göre Cenab-ı Hak sanki “Hayır Senin; -başkasının değil, yalnız Senin- elindedir.” demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî,Tefsir-i Kebir)

Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek yalnız O’nun elindedir. 

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  ifadesi maksûrun aleyh,  قَد۪يرٌ۟  ise maksûrdur.

شَيْءٍ deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

قَد۪يرٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. 

Ayetteki son iki cümle de haber cümlesi olmalarına rağmen muktezâ-i zâhirin hilafına olarak dua manasına gelen bu  cümleler, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Allah Telâlâ’nın kudretini ve mülkünün kemâlini açıklayan ayetler birbiri ardı sıra gelmiş, تُؤْتِي الْمُلْكَ ... وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ... وَتُعِزُّ ... وَتُذِلُّ... cümleleri birbirine  و  ile vasl yapılarak gelirken بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ  cümlesi fasl yapılarak gelmiştir. Çünkü bu cümle ta’lil cümlesidir. Geçen cümlelerdeki fiillerin O’na has olmasının sebebini açıklar. Bu tip cümleleri وَ ile bağlamak uygun olmaz. Çünkü kendisiyle öncesindeki cümleler arasında bu şekildeki vasla engel olan bir ilişki vardır.

اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  cümlesi de bu ta’lil cümlesini tekid eder. Bu nedenle aralarında sıkı bir ilişki vardır. Bu ilişki de aralarına و  gelmesine engel olur. Nida üslubu da yine siyak ve karînelerden anlaşılan delillerle asıl vaz edildiği manadan çıkarak başka manalar ifade edebilir.

اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  cümlesi, bundan önce zikredilenlerin sebebini, illetini beyan ve onların gerçek olduklarını ifade eder. (Ebüssuûd)


Âl-i İmrân Sûresi 27. Ayet

تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ  ...


“Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تُولِجُ sokarsın و ل ج
2 اللَّيْلَ geceyi ل ي ل
3 فِي
4 النَّهَارِ gündüze ن ه ر
5 وَتُولِجُ ve sokarsın و ل ج
6 النَّهَارَ gündüzü ن ه ر
7 فِي
8 اللَّيْلِ geceye ل ي ل
9 وَتُخْرِجُ ve çıkarırsın خ ر ج
10 الْحَيَّ diriyi ح ي ي
11 مِنَ -den
12 الْمَيِّتِ ölü- م و ت
13 وَتُخْرِجُ ve çıkarırsın خ ر ج
14 الْمَيِّتَ ölüyü م و ت
15 مِنَ -den
16 الْحَيِّ diri- ح ي ي
17 وَتَرْزُقُ ve rızıklandırırsın ر ز ق
18 مَنْ kimseyi
19 تَشَاءُ dilediğin ش ي ا
20 بِغَيْرِ olmaksızın غ ي ر
21 حِسَابٍ hesap ح س ب

ولج Velece :

  وَلَجَ – وُلُوجٌ dar bir yere girmek demektir. وَلِيجَةٌ insanın ailesinden olmayıp kendisine dayanmak için edindiği her gizli dosttur ve Kuran-ı Kerim’de sadece bu ayette geçmektedir. يُولِجُ – تُولِجُ şeklindeki if’al babı kullanımı her defasında gece/gündüzle ilgili ayetlerde geçmiştir ve mana -güneşin doğuş ve batış zamanlarına göre- gecenin gündüz içindeki artışına ve gündüzün de gece içindeki artışına dikkatleri çekmektedir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de 14 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ


Fiil cümlesidir.  تُولِجُ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت’dir. الَّيْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  فِي النَّهَارِ  car mecruru  تُولِجُ  fiiline müteallıktır.

تُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ  cümlesi atıf harfi  وَ’la makabline matuftur.

وَ  atıf harfidir.  تُخْرِجُ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.  الْحَيَّ mef’ûlun bihtir.  مِنَ الْمَيِّتِ  car mecruru  تُخْرِجُ  fiiline müteallıktır.

تُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ  cümlesi atıf harfi  وَ’la makabline matuftur. 

وَ  atıf harfidir.  تَرْزُقُ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت’dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  تَشَٓاءُ’dur. بِغَيْرِ  car mecruru  تَشَٓاءُ ’nun failinin mahzuf haline müteallıktır.  حِسَابٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 الْحَيَّ  sıfat-ı müşebbehedir.


تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  وَ ’la bu cümleye atfedilen diğer cümleler de faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Son cümledeki mef’ûl konumundaki ism-i mevsûlün sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûldeki müphem yapı, tevcih sanatıdır.

حِسَابٍ ’deki tenvin tazim, kesret ve nev ifade eder.

فِي النَّهَارِ  ve  فِي الَّيْلِۘ  ibarelerindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. Bu  harfteki zarfiyet manası dolayısıyla gece ve gündüz içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü gece ve gündüz hakiki manada zarfiyyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

النَّهَارِ - الَّيْلِۘ  ve  الْحَيَّ - الْمَيِّتِ  ve  تُولِجُ - تُخْرِجُ  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ  cümlesi ile  وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ  cümlesi arasında ve  وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ cümlesi ile  وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.   

تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَار  ile  تُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ  ifadelerinde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)

تُولِجُ  fiiliyle önce geceyi gündüze katma ifade edilmiş; sonraki cümlede ise gece ve gündüz kelimelerinin yerleri değiştirilerek gündüzü geceye katma anlamı verilmiştir. Böylelikle burada aksu’t-taalluk sanatı gerçekleşmiştir. Ayetin devamında aynı aks türü bu defa fiili  تُخْرِجُ  ile karşımıza çıkar. İlk cümlede mef’ûlün bih  الحي ّ kelimesi iken diğer cümlede  الميت  kelimesidir. (Muhammet Vehbi Dereli, Bedî’ İlminde Aks Sanatı ve Kur’an’dan Örnekler)

Gecenin gündüze sokulması; istiare ve tecessümdür. Aslında gece ve gündüz dünyanın güneş ışığına maruz kalmasıyla oluşur. Ama burada iki farklı varlığın birbiri içine girmesi şeklinde ifade edilmiştir. Gece ve gündüz hüzünlü ve mutlu zamanları da hatırlatır.

Ayette geçen الج fiili, دخل fiilinden daha beliğdir. Çünkü الاج; gece ile gündüzden birini diğerine kuvvetli ve güzel bir şekilde mecz ederek sokmak demektir. (Safvetü’t Tefasir)

Geceyi gündüze, gündüzü geceye sokar; ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarır. İnsanlar, kimin izzeti veya zelilliği hakettiğini mukayese ile anlayamazlar. Dikkat edilirse önceki ayette kudret, galebe, kahr ve müheymin (gözetmek) şeklinde bir sıralama mevcuttur. Yeterince mal, mevki ve yetki sahibi bir insan da önceki ayette zikredilen fiilleri yapabilir. Ama Allahu Teâlâ bu ayetteki zıt fiillerde yegânedir. O halde kim Allahu Teâlâ’nın bu kudretini inkâr edebilir? Tıbâkın sadece kelamı süslemek ya da şeklî bir zevk için gelmediği, bunların ötesinde daha yüce hedefler için geldiği açıktır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ  ifadesinde  الْحَيَّ  ve  الْمَيِّتَ  kelimeleri, mümin ve kâfirden mecaz olarak kullanılmış, mümin diriye kafir ise ölüye benzetilmiştir.(Safvetü’t Tefasir)

Ebu Abbas Ahmed el-Makarrî’ye göre  حساب  kelimesi Kur’an’da üç manada kullanılmıştır:

1- Yorgunluk, meşakkat manasında; Âl-i İmran Suresinin 27. ayeti: “Dilediğini hesapsız (yormadan, meşakketsiz) rızıklandırırsın.”

2- Adet manasında; Zümer Suresinin 10. ayeti: “Yalnız sabredenlere mükâfatları hesapsız (saymadan) ödenecektir.”

3- Talep manasında; Sâd Suresinin 39. ayeti: “İşte bu bizim insanımızdır. İster ver, ister elinde tut; hesapsızdır (dedik).” (Ebüssuûd)




Âl-i İmrân Sûresi 28. Ayet

لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّٰهِ ف۪ي شَيْءٍ اِلَّٓا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰيةًۜ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ  ...


Mü’minler, mü’minleri bırakıp inkârcıları dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir ilişiği kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek tehlikeden) korunmanız başkadır. Allah, asıl sizi kendisine karşı dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır. Çünkü dönüş Allah’adır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 يَتَّخِذِ edinmesin ا خ ذ
3 الْمُؤْمِنُونَ Mü’minler ا م ن
4 الْكَافِرِينَ kafirleri ك ف ر
5 أَوْلِيَاءَ dost و ل ي
6 مِنْ
7 دُونِ bırakıp د و ن
8 الْمُؤْمِنِينَ inananları ا م ن
9 وَمَنْ ve kim
10 يَفْعَلْ yaparsa ف ع ل
11 ذَٰلِكَ böyle
12 فَلَيْسَ kalmaz (değildir) ل ي س
13 مِنَ
14 اللَّهِ Allah ile
15 فِي
16 شَيْءٍ bir şey (dostluğu) ش ي ا
17 إِلَّا ancak başka
18 أَنْ
19 تَتَّقُوا korunmanız و ق ي
20 مِنْهُمْ onlardan
21 تُقَاةً (gelebilecek) tehlikeden و ق ي
22 وَيُحَذِّرُكُمُ ve sizi sakındırır ح ذ ر
23 اللَّهُ Allah
24 نَفْسَهُ kendisin(in emirlerine karşı gelmek)den ن ف س
25 وَإِلَى
26 اللَّهِ ve Allah’adır
27 الْمَصِيرُ dönüş ص ي ر

''Müminler kafirleri dostlar edinmesinler müminlerin dışında / yanında'' ibaresinde;

Ya dûne kelimesinin yanında, yakınında şeklindeki manasına uygun olarak müminlerin yanında kafirleri dost edinmemeleri kastedilmiştir. 

Ya da mübalağalı bir ifade kullanılarak müminleri tamamen terk edip kafirleri dost edinmesin manası kastedilmiştir. 

Kafirden bir zarar geleceğini düşünen kişi, sanki onun dostuymuş gibi davranabilir. Buna takiyye denir. 

Takiye;

1) Zaruret halinde kullanılabilir. (Canına, malına yönelik bir zarardan korunmak için.) 

2) Sadece kafirlere karşı yapılabilir. (Yoksa riya olabilir.) (Derveze)

لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ


Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَتَّخِذِ  meczum muzari fiildir. الْمُؤْمِنُونَ  faildir. Cemi müzekker salim olduğu için و ’la merfû olmuştur. 

الْكَافِر۪ينَ  mef’ûlun bihtir. Cemi müzekker salim olduğu için  ي  ile mansub olmuştur.

اَوْلِيَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bihtir. Sonunda  اء  yani elif-i memdude olan isimlerdendir.

مِنْ دُونِ  car mecruru  اَوْلِيَٓاءَ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır.  الْمُؤْمِن۪ينَ  muzâfun ileyhtir. Cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

 

 وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّٰهِ ف۪ي شَيْءٍ اِلَّٓا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰيةًۜ


وَ  itiraziyyedir. مَنْ  şart ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَفْعَلْ  meczum muzari fiildir.  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. Aynı zamanda şart fiilidir.

 ذٰلِكَ  işaret ismi, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ل  harfi buud yani uzaklık bildirir, ك  ise muhatap zamiridir.  فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَّیۡسَ  nakıs camid fiildir. كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَیۡسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو’dir. 

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  شَيْءٍ ’in mahzuf haline müteallıktır.  ف۪ي شَيْءٍ  car mecruru  لَیۡسَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  اِلَّٓا  hasr edatıdır.  اَنْ  masdar harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, sebebiyet bildiren mef'ûlün lieclih olarak mahallen mansubtur.  تَتَّقُوا

fiili  نَ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru تَتَّقُوا  fiiline müteallıktır. تُقٰيةً  masdardan naib mef’ûlü mutlaktır. 


وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ 


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. يُحَذِّرُ  merfû muzari fiiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 

نَفْسَهُۜ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   


وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ


وَ  istînâfiyyedir.  اِلَى اللّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

 الْمَص۪يرُ, muahhar mübtedadır.


لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

الْمُؤْمِنُونَ - الْكَافِر۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

لَا يَتَّخِذِ [Edinmesin] ifadesi olumsuz emir olup fiil cezmedilmiştir. Müminlerden hiç kimse kâfirlerden hiç kimseyi birbirini candan seven insanların yaptığı gibi tazim, muhabbet, sohbet ve önemli işlerde, istişare gibi konularda dost edinmesin demektir. Bu işlerin müminlerle yapılması lazımdır.  مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ  [Müminleri bırakıp] yani müminlerden uzaklaşıp da onlara yanaşmasın. Bir insanın mekân olarak uzağında olan ondan her türlü uzaklaşır. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t Tefsîr)

Allahu Teâlâ  لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاء  ayetinde müminlerin, akrabalık, arkadaşlık, komşuluk ve buna benzer şeyler sebebiyle inkarcılarla dostluk kurmasını yasaklamıştır. Müminlerin sevgileri de nefretleri de Allah’ın rızası dışında olmamalıdır. Ya da savaş ve diğer dinî konularda, onlardan yardım istenmemelidir. Burada dostluğun, müminlerin hakkı olduğuna işaret edilmiştir. Müminlerle kurulan dostluk, inkârcılarla kurulan dostluktan daha kapsamlı ve sağlamdır. (Ruhu’l Beyan)


 وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّٰهِ ف۪ي شَيْءٍ اِلَّٓا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰيةًۜ


وَ  itiraziyyedir. Bu itiraz cümlesi şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

Şart cümlesi  يَفْعَلْ ذٰلِكَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı لَيْسَ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. ف۪ي شَيْءٍ’in müteallakı olan  لَيْسَ’nin haberinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

İsm-i işaret olan  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Müminlerin, müminleri bırakıp kâfirlerle dostluk kurmalarına işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi akli bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse akli olan hissi olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.

Masdar harfi  اَنْ ’i takip eden  تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰيةًۜ  cümlesi mef’ûlü mutlakla tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. Mef’ûlun lieclih olan cümlenin amili, لَا يَتَّخِذِ ’dir.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi, لَيْسَ  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasrla tekid edilmiş, faide-i haber talebî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip  مَنْ ’in haberidir. 

شَيْءٍ’deki tenvin ‘hiçbir şey’ manasındadır. Olumsuz siyakda nekre, umum ifade eder.

Ayet-i kerime  الْمُؤْمِنُونَ  kelimesiyle başlamış, اِلَّٓا اَنْ تَتَّقُوا  şeklinde devam etmiştir. Dolayısıyla  gaib zamirden muhataba dönülmüştür. İltifat sanatı vardır.

اِلَّٓا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰيةًۜ  [Ancak onlar tarafından gelecek sakınılması gereken bir durumdan endişe etmeniz müstesna.] ayetinde  تُقٰيةًۜ  kelimesi  طَقِيَّةً  şeklinde de okunmuştur. Nitekim kendisinden sakınılan şeyi ifade etmek üzere hem  تُقٰيةًۜ  hem de  طَقِيَّةً  kelimesi kullanılır. Bu tıpkı darbu’l-emir [sultan'ın bastırdığı akçe] ifadesindeki darb ifadesi ile madrûb yani bastırılan akçe manasının kastedilmesi gibidir. Ayetteki bu ifade ile Müslümanlara, kâfirlerden korktukları zaman onlarla dostluk kurma ruhsatı verilmiştir; bu dostluktan maksat onlarla sadece görünürde ilişki kurmak, ancak kalpten onlara karşı düşmanlık ve kin beslemeye devam etmek, onlarla açıkça düşmanlık etmek için engellerin ortadan kalkmasını beklemektir. (Keşşâf - Ebüssuûd) 

تَتَّقُوا -  تُقٰيةًۜ  ve  الْمُؤْمِنُونَ - الْمُؤْمِن۪ينَۚ  kelime grupları arasında  iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Kim bunu yapar], kâfirleri veli edinir [ise Allah’la hiçbir alakası kalmamış] Allah’ın velayetinden ona hiçbir şey düşmemiş yani Allah’ın velayetinden tamamen çıkmıştır. Bu, gayet makul bir durumdur, zira aynı anda hem bir kimseyi hem de onun düşmanını veli edinmek çelişkilidir. (Keşşâf)


وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ


وَ  istînâfiyyedir. Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bütün esma-i hüsnayı bünyesinde toplayan lafza-i celâlin müsnedün ileyh olarak gelmesi, kalplere korku salmak ve uyarmak içindir.

نَفْسَهُۜ  izafeti veciz ifadenin yanında Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  نَفْسَ  için şan ve şeref ifade eder.

Ayetin fasılası olan وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ  cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesi sübut ifade eder.

اللّٰهَ  lafzı ayette iki defa zikredilmiştir. Lafza-i celâlin, teberrük ve haşyet uyandırma, korkuyu artırma amacına matuf tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

[Allah sizi kendisine karşı uyarıyor] yani sakın Allah düşmanlarını dost edinip de Allah’ın gazabına maruz kalmayın. Bu, çok şiddetli bir tehdittir. تَتَّقُوا  fiilinin [dikkat edin] ve [korkun] manası ihtiva etmesi ve mef’ûlünü  مِنْ  harf-i ceri ile almış olması, تُقٰيةًۜ  kelimesinin de tıpkı  ٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ [Allah’tan hakkıyla sakının. (Âl -i İmrân 3/102)] ayetinde olduğu gibi masdar olarak mansub olması mümkündür. (Keşşâf)

Son  cümle mesel tarikinde tezyîldir. Dönüşün sadece Allah’a olduğu kesin bir dille ifade edilmiştir.

وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ  ayetinde Allah’ın hükümlerine muhalefet ve düşmanlarına dostluk ederek gazabına maruz kalmayın demektir. Bu da yasak edilen şeyin gayet çirkin olduğunu gösteren büyük bir tehdittir. Nefsi zikretmesi, sakınılacak şeyin Allah’tan gelecek bir ceza olduğunu bildirmek içindir. Binaenaleyh ondan başka kâfirlerden gelecek ve sakınılacak şeylerin önemi yoktur. (Beyzâvî)


Âl-i İmrân Sûresi 29. Ayet

قُلْ اِنْ تُخْفُوا مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ اَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ...


De ki: “İçinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerdeki her şeyi, yerdeki her şeyi de bilir. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 إِنْ eğer
3 تُخْفُوا gizleseniz خ ف ي
4 مَا olanı
5 فِي
6 صُدُورِكُمْ göğüslerinizde ص د ر
7 أَوْ veya
8 تُبْدُوهُ açığa vursanız onu ب د و
9 يَعْلَمْهُ onu bilir ع ل م
10 اللَّهُ Allah
11 وَيَعْلَمُ ve bilir ع ل م
12 مَا olanı
13 فِي
14 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
15 وَمَا ve olanı
16 فِي
17 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
18 وَاللَّهُ Allah
19 عَلَىٰ
20 كُلِّ her ك ل ل
21 شَيْءٍ şeye ش ي ا
22 قَدِيرٌ kadirdir ق د ر

قُلْ اِنْ تُخْفُوا مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ اَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ


Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت’dir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder. Mekulü’l-kavli  تُخْفُوا مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ’dir. تُخْفُوا  şart fiili  ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ف۪ي صُدُورِ  car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْ  atıf harfidir.  تُبْدُو  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Şartın cevabı  يَعْلَمْهُ اللّٰهُ ’dur.  يَعْلَمْ  meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 


 وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ


Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ  mahzuf sılaya müteallıktır. 

مَا فِي الْاَرْضِ  cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir.


 وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.

 عَلٰى كُلِّ  car mecruru قَد۪يرٌ ’e müteallıktır. شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌ  ise haber olup lafzen merfûdur.

قَد۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ismi fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ismi failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ اِنْ تُخْفُوا مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ اَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ


Ayetin ilk cümlesi fasılla gelmiş müstenefedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede mekulü’l-kavl, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart cümlesi …تُخْفُوا  muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. ف۪ي صُدُورِكُمْ  bu mahzuf sılaya müteallıktır.

Mevsûller müphem yapıları nedeniyle tevcih ihtiva ederler. 

تُخْفُوا , تُبْدُوهُ’ya matuftur. 

Şartın cevabı  يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  Bütün esma-i hüsnayı bünyesinde toplayan lafza-i celâlin müsnedün ileyh olarak gelmesi, kalplerde haşyet uyandırmak içindir. 

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

تُخْفُوا - تُبْدُوهُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

[De ki göğüslerinizde olanı gizlerseniz veya açığa vurursanız, Allah onu bilir.] ibaresi  اِنْ تُبْدُوا مَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اَوْ تُخْفُوهُ  şeklindeki Bakara Suresi 284. ayetin aksi olarak gelmiştir. Makam bunu gerektirmektedir. Bakara Suresinde konu, insanın kendi nefis muhasebesidir. Burada Allah’ın ilmi açısından önce gizlenenlerin söylenmesi uygun olmuştur. 

Gizli olanı bilmek O’nun ilminin genişliğini ifade eder. Vurgu için öne geçmiştir.

وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ


وَ  istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûllerin sıla cümleleri mahzuftur. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يَعْلَمُ - مَا - فِي  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ  ifadesi husustan (özel olandan) sonra umumu (geneli) tekid ve açıklama olarak zikretmek kabilindendir. (Ebüssuûd) 

Önce göklerin gelmesi sonra yerin gelmesi; göklerde olanı bilmenin bizim için daha zor olması dolayısıyladır. Yerde olanları daha kolay öğrenebiliyoruz.

وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ


İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Takdim  kasrıyla tekid edilmiş cümle faide-i haber talebî kelamdır.

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle, mamulun amile kasrını başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeye kâdirdir. Muktedir olmadığı hiçbir şey yoktur. 

شَيْءٍ deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

قَد۪يرٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek yalnız O’nun elindedir. 

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  ifadesi maksûrun aleyh, قَد۪يرٌ۟  ise maksûrdur 

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelirler. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  cümlesinde ism-i celâlin zamir yerine açık olarak zikredilmesi ilâhî heybeti artırmak ve durumun korkunç olduğunu ifade etmek içindir. Bu cümle makabli için bir zeyl olup “Bununla beraber Allah, kendisinden sakınmanız için sizi uyarır.” (Âl-i İmran 3/28) cümlesine de bir izahtır. Yani O zat-ı akdes Allahu Teâlâ, zâtî ilim sıfatına sahip olmakla diğer bütün zatlardan ayrılır. Aynı zamanda zâtî kudret sıfatına da sahiptir. O’nun kudreti, her şeyi kapsar ve hiçbir şey O’nun hakimiyeti dışına çıkamaz. (Ebüssuûd) 

اللّٰهُ  lafzı ayette iki defa zikredilmiştir. Lafza-i celâlin teberrük ve haşyet uyandırma, korkuyu artırma amacına matuf tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayetin Bakara Suresi 29. ayet gibi  وَهُوَ بِكُلِّ شَیۡءٍ عَلِیمࣱ  şeklinde bitmesi gerektiği sanılabilir. Ancak siyak üzerinde düşünülünce ayetin kudretle bitmesinin daha uygun olduğu anlaşılır. Çünkü müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinen müminler, bu kâfirlerin müminlerin gücünün yetmeyeceği menfaati sağlayacağını zannediyor demektir. Bunun için Allah Teâlâ böyle yapanları uyarmakta ve dönüşün kendisine olduğunu hatırlatmaktadır. Onların gizlediğini ve açıkladığını bilmekle kalmaz, semalarda ve arzda olan her şeyi bilir. Onlara hakiki manada menfaat verecek olan da sadece O’dur. O halde müminlere düşen de kâfirlere değil, O’nun kudretine sığınmaktır. Zira kâfirlerin onlara yardım etmeye gücü yetmez. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bediî İlmi)

Günün Mesajı
İman küfrün zıddıdır. Dolayısıyla müminle kafir arasında dostluk yasaklanmıştır. Ancak Mümtehine/8 gibi başka ayetlerde ifade edildiği gibi dünyevi meselelerde kafirlerle güzel ilişkilerde bulunmak caizdir. Burada hassas bir denge vardır. Takiyye; insanların şerrinden korunmak için, gerçek niyetini belli etmeden onların arzusuna uygun hareket etmektir. Ayette bahsedilen takiyye; zaruretten doğan ve ruhsat ifade eden istisnai bir durumdur.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan hep başkalarının ne kadar “şanslı” olduğuyla ilgilenir. Ne kadar nankör dediklerinin hayatı, kendisine daha rahat, sıkıntıları daha küçük gelir. Yani başkasının ne kadar şükretmesi gerektiği ama etmediğine dair aklını yorar. 

Halbuki düşünmeli insan. Sorumlu olduğu nefsini tanımalı. Başka insanlardaki nankörlüğü gördüğünde, kendi kalbinde gizlenmiş nankörlüğü düşünüp belki haline ağlamalı. Ne kadar şükürsüz olduklarını düşündüğünde, kendi şükürsüzlüğünü yüzüne çarpmalı.

Şükretmeli insan. Her haline şükür edebilmeli. Kalbinde havasız kaldığını hissettiğinde bile Rahman’ın rahmetine sığınıp kalbinin derinliklerinden bir “elhamdulillah” koparabilmeli. Her halinden haberdar olan Rabbini bildiği ve O’na iman ettiği için. Yaşadığı her an için, aldığı her nefes yeni bir fırsat olduğu için, aynada gördüğü fıtratı için, sevdikleri için, okuduklarını anlayabildiği ve kendini ifade edebildiği için. Gördükleri, duydukları, tattıkları, hissettikleri ve düşündükleri için. 

Yaşadığı her sıkıntının, her zorluğun arkasından gelecek rahatlığı ve kolaylığı heyecanla bekleyebilmeli. Şerde gizlenmiş hayrın yolunu -Allah’a güvenerek- gözleyebilmeli. Her duanın karşılığının dünyada veya ahirette illa ki verileceğine iman ederek dünyada verilene de, verilmeyene de razı olabilmeli. Allah’ın rızasını gözettiğinde ve kalbinde sabırla şükrü barındırdığında, çektiği her elemin ve yaptığı her iyiliğin nebzesinden büyüğüne, karşılıksız kalmayacağının heyecanıyla dolabilmeli. Allah rızası üzerine yaşayanın cennetle müjdelenmesine şükretmeli.

Rabbim kalbimi nankörlük sıfatından koru.

Estağfirullah. Estağfirullah. Estağfirullah şükürsüz geçirdiğim her anım için.

İstediğim, istemediğim ve istemeyi akıl edemeyeceğim nimetleri ve güzellikleri veren Rahman’a hamd olsun.

Elhamdulillah. Elhamdulillah. Elhamdulillahi Rabbil Alemin.

Allah’ın yücelttiği kullarından olmak/olabilmek duasıyla.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji