Âl-i İmrân Sûresi 143. Ayet

وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُۖ فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟  ...

Andolsun, siz ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyordunuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ andolsun ki
2 كُنْتُمْ siz ك و ن
3 تَمَنَّوْنَ arzuluyordunuz م ن ي
4 الْمَوْتَ ölümü م و ت
5 مِنْ
6 قَبْلِ önce ق ب ل
7 أَنْ
8 تَلْقَوْهُ onunla karşılaşmadan ل ق ي
9 فَقَدْ işte
10 رَأَيْتُمُوهُ onu gördünüz ر ا ي
11 وَأَنْتُمْ ve siz
12 تَنْظُرُونَ bakıp duruyorsunuz ن ظ ر
 

Başta Hz. Peygamber olmak üzere bazı tecrübeli sahâbîler Uhud Savaşı’na çıkmadan önce yapılan müzakerede, Medine’de kalıp savunma savaşı yapmayı tercih etmişlerdi. Ancak savaş tecrübesi olmayan, özellikle Bedir Savaşı’nda bulunmamış olan sahâbîler, Bedir’e katılanların Allah katındaki derecelerinin yüceliğini ve sevaplarının çokluğunu öğrenince böyle bir fırsatın kendileri için de doğmasını dilemişlerdi. 

İşte Uhud Savaşı öncesinde bu müslümanlar Hz. Peygamber’e düşmanla meydan savaşı yapmak istediklerini, gerekirse seve seve canlarını feda edeceklerini bildirdiler ve “Bizi düşman karşısına çıkar ki kendilerinden korktuğumuzu sanmasınlar” dediler. Gençlerin ısrarlı olduklarını gören Hz. Peygamber onların görüşüne uyarak meydan savaşı yapmak üzere Uhud’a geldi. Ancak düşmanın şiddetli saldırıları neticesinde müslümanlar yetmiş dolayında kayıp verdiler, birçoğu da yaralandı. 

Bu arada Hz. Peygamber’in öldürüldüğü haberi de yayılınca müminlerden büyük bir grup büsbütün ümitlerini yitirdiler ve düşmanın şiddetli saldırıları karşısında dayanamayıp geri çekilmek durumunda kaldılar. Bir kısmı paniğe kapıldı ve savaş alanını terketti. İşte bu âyette onların bu davranışları kınanmaktadır. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

 

Riyazus Salihin, 1327 Nolu Hadis

Abdullah İbni Ebû Evfâ radıyallahu anhümâ' dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem düşmanla karşılaştığı günlerden birinde güneş batıya meyledinceye kadar bekledi. Sonra ashâbın arasında ayağa kalktı ve:

"Ey müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz; Allah'tan afiyet dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz. Biliniz ki cennet kılıçların gölgesi altındadır" buyurdu. Rasûl-i Ekrem sonra sözüne devamla şöyle dua etti:

"Ey Kur’ân'ı indiren, bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allah'ım! Şu düşmanları perişan et ve bizi onlara karşı muzaffer kıl." Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 89 

 

وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُۖ


وَ  atıf harfidir.  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

كُنْتُمْ  sükun üzere nakıs mebni fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَمَنَّوْنَ  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur. 

تَمَنَّوْنَ  merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْمَوْتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

مِنْ قَبْلِ  car mecruru  تَمَنَّوْنَ  fiiline müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  قَبْلِ ’nin muzâfun ileyhidir. 

 تَلْقَوْهُ  fiili  ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.


    فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟


فَ  atıf,  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

رَاَيْتُمُوهُ  mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Mansub muttasıl zamirler, cemi müzekker muhatap mazi fiillere doğrudan doğruya gelmez. Bu fiiller ile söz edilen zamirle arasına bir  و  harfi getirilir.  رَاَيْتُمُوهُ  fiilinde olduğu gibi. Buna işba vavı -  işba edatı denilir.  

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  

تَنْظُرُونَ۟  fiili haberdir.  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


 

وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُۖ



وَ  istînâfiyye olup kasemin cevap harfidir. قَدْ   ise  كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ  cümlesini tekid eden tahkik harfidir.

كان’nin dâhil olduğu isim cümlesi, mahzuf kasemin cevabı olup faide-i haber inkârî kelamdır. 

Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda talebî inşâî isnaddır. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

كان’nin haberi olan …تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ ,  muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كان’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Aynı üsluptaki masdar-ı müevvel  تَلْقَوْهُۖ  cümlesi, تَمَنَّوْنَ  fiilinin mef’ûlü konumundadır.

وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ  [Ölümü temenni ediyordunuz.] ifadesinde sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.

Savaş, ölümün aşamalarından olduğu için الْمَوْتَ / ölüm olarak ifade edilmiştir. (Ebüssuûd)

وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ  [Ölümü temenni ediyordunuz.] ifadesiyle daha önce Bedir Savaşı’na katılmayıp Peygamberle (s.a.) beraber bir savaşa katılıp Bedir şehitleri gibi şehitlik mertebesine erişmeyi arzulayanlara hitap edilmektedir. Bunlar, Uhud savaşı öncesindeki istişarede Peygambere (s.a.) Medine’den çıkıp müşrikleri dışarıda karşılama yolunda ısrar edenlerdir. (Keşşâf - Ebüssuûd)

Bu ayet, savaşı temenni edip ona sebep olduktan sonra korkup hezimete uğrayanları kınamaktadır. Ancak bu kınama, onların şehit olmayı temenni etmelerinden ve şehit olmaları da zımnen kâfirlerin galibiyeti demek olmasından dolayı değildir. Zira şehitlik temenni eden kimsenin arzusu, başka bir şey aklına gelmeksizin sırf şehitlerin faziletine ermektir. Bu cihetten kınanmaya müstahak değillerdir. (Ebüssuûd - Ruhu’l Beyan - Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Âşûr)


فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟


كان’nin haberine matuf olan cümle, tahkik harfiyle tekid edilmiş lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.

وَ ’la gelen hal cümlesi  وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟’de lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

رَاَيْتُمُوهُ - تَنْظُرُونَ۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Dünya sevgisi, ahiret saadeti ile birlikte bulunmaz. Birinin çoğaldığı yerde, diğeri azalır. Allah’tan başka her şeyi (masiva) kalpten boşaltıp oraya Allah sevgisini doldurmadıkça ahiret mutluluğu elde edilemez. Bu iki şey bir arada bulunmaz. Bu sırdan dolayıdır ki ayette, ikisinin bir arada bulunması çok uzak görülmüştür. Allah’ı sevmek, iddiayla olmaz. Allah’ın dinini ikrar eden herkes de samimi olmaz. Bu ikisini birbirinden ayırmak için ortaya bazı haram ve mekruhlar konmuştur. Sevgi; cefa ile eksilmez, vefa ile de artmaz. Birtakım belalarla imtihan edildikten sonra yine de varlığını koruyan sevgi, gerçek sevgidir. Bu hikmetten dolayı Allah sizi cihad, şiddetli mihnet ve sıkıntı ile imtihana tabi tutmadan sadece peygamberi tasdik etmekle “cennete gireceğinizi mi sandınız?” buyurmuştur. (Ruhu’l Beyan) 

Ölümü görmek ifadesinde mecazî isnad vardır. Görülen ölüm değil ölenlerin müşahede edildiği mahaldir. Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

(Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)