Âl-i İmrân Sûresi 189. Ayet

وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟  ...

Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِلَّهِ ve Allah’ındır
2 مُلْكُ mülkü م ل ك
3 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
4 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
5 وَاللَّهُ Allah
6 عَلَىٰ
7 كُلِّ he ك ل ل
8 شَيْءٍ şeye ش ي ا
9 قَدِيرٌ kadirdir ق د ر
 

Muhammed Abduh’un bizim de katıldığımız yorumu şöyledir: Bu âyetle önceki âyetler arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır. Sanki yüce Allah şöyle demek istemiştir: Ey müminler! Sakın üzülmeyin, zayıflık göstermeyin, sabırlı olun, kötülükten sakının, azminizi kırmayın, hakkı açıklayın, sakın onu gizlemeyin, Allah’ın âyetlerini az bir değer karşılığında satmayın, yaptığınızla övünmeyin, yapmadığınızla övülmek istemeyin, sizi üzecek olaylara karşı Allah size yeter; O sizi, yasaklanan bu çirkin şeyleri yapmaya muhtaç kılmaz. Çünkü göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O mülkünden istediğine dilediği kadar verir. O, her şeye kadirdir. Ehl-i kitap ve müşriklerden sizi elleriyle ve dilleriyle incitenlere karşı size yardım etmek O’na zor gelmez. Bütün işler O’na döner; işleri hikmetiyle ve sünnetiyle (ilâhî kanunuyla) yürüten O’dur. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

https://www.nurbakimektebi.com/haluknurbaki/Kur’ânin-muhtelif-ilmi-mucizeleri.html

 

  Qadera قدر :

  قُدْرَةٌ Bununla insan vasfedildiğinde kendisi sayesinde insanın herhangi bir şeyle ilgili bir fiil yapmaya güç yetireceği, muktedir olacağı heyetin bir adı olur, Yüce Allah vasfedildiğinde ise O'ndan aczi nefyetmek anlamında olur. Allah-u Teala dışındakilerin her ne kadar lafzen kullanılabilse de anlam olarak kudretle nitelenmesi nâ-muhaldir, imkansızdır.

  قَدِيرٌ hikmetin gerektirdiği ölçüde ne fazla ne de eksik olarak dilediğini yapandır. Bundan dolayı bu kelimeyle Allah'dan başkasını nitelendirmek sahih değildir.

  مُقْتَدِرٌ kelimesi deقَدِيرٌ kelimesiyle yakın anlamlıdır ancak bazen insan da nitelendirilmektedir.

قُدْرَةٌ ve مَقْدُورٌ kavramları müstear olarak hal ve zenginlik/refah/mal anlamlarında kullanılır.

  Tef'il babı formundaki قَدَّرَ fiili Allah (ona) kudret verdi/bahşetti anlamındadır. 

  Kader قَدَرٌ ise bir şeyin takdir edilmiş vakti ve tayin edilmiş mekanıdır.

  İnsandan kaynaklanan takdire gelince (تَقْدِيرٌ) iki şekilde olur: 1- Akıl zaviyesinden işi tefekkür etmek ve işi onun üzerine bina etmektir ki bu güzel karşılanmaktadır. 2- İşin temenni ve şehvete göre yapılmasıdır ki, bu yerilmektedir.

  Kur'an-ı Kerim'de de geçen قِدْرٌ-قٌدُورٌ sözcüğü içinde et pişirilen kabın adıdır (çömlek). (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de pek çok türevde 132 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri kader, kâdir, kudret, kadar, miktar, takdir, mukadder, iktidar ve muktedirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  

مُلْكُ  muahhar mübtedadır.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyhtir. 

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ’la makabline matuftur. 

لِ  harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.

عَلٰى كُلِّ  car mecruru قَد۪يرٌ ’e müteallıktır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

قَد۪يرٌ  ise haber olup lafzen merfûdur.

قَد۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ismi fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ismi failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ


Ayet önceki cümleye  و  ile atfedilmiştir.  و ’ın istînâfiyye olması da caizdir. İsim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

Haberin takdimi kasr ifade eder.  مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ  maksûr,  لِلّٰهِ  maksûrun aleyhtir. Mübteda olan  مُلْكُ  kelimesinin, haber makamında olan  لِلّٰهِ ’nin müteallıkına olan kasrıdır. Yani gökyüzü ve yeryüzünün Allah’tan başka sahibi yoktur. Dolayısıyla kasr-ı sıfat ale-l mevsûf, hakiki tahkîkî kasrdır. Bu demektir ki mevsûf olan Allah Teâlâ’da tabii ki başka sıfatlar da vardır. 

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

Bu ibarede tağlîb düşünülebilir. Bu ikisi zikredilmiştir, ama her şeyin mülkü Allah'a aittir. 

 

وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟

 

Cümle و  ile makabline atfedilmiştir. Vasıl sebebi tezayüftür. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelen cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi ve tekrarlanması teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma, muhabbeti artırma amacına matuftur. 

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle, mamulun amile kasrını başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeye kadirdir. Muktedir olmadığı hiç bir şey yoktur. 

شَيْءٍ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

قَد۪يرٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟  [Allah her şeye kādirdir] yani onları cezalandırmaya da kadirdir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir. 

Ayetin bu cümlesi, daha önceki ayette bahsi geçen insanlar için elem verici bir azap olduğu ve o azaptan kurtulamayacakları gerçeğini açıklar. (Ebüssuûd)

Bu cümlede zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak ve hükmün ana illetini bildirmek içindir. Zira kudretin bütün eşyaya şamil olması, ulûhiyet hükümlerindendir. (Ebüssuûd)

Önce gecenin zikredilmesi;

  • Ya gece asıl olduğu içindir; çünkü (kamerî) ay başları geceden tespit edilir;
  • Ya da gece ile gündüzün birbirinin yerine geçmesinde gece, gündüze tekaddüm eder. Nitekim bir ayette şöyle buyurulur: “Biz geceden gündüzü sıyırıp çekeriz.” (Yasin Suresi, 37) Yani geceyi gündüzden ayırırız; böylece gündüz gecenin yerine geçmiş olur. (Ebüssuûd)