اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | elbette |
|
2 | فِي |
|
|
3 | خَلْقِ | yaratılışında |
|
4 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
5 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
6 | وَاخْتِلَافِ | ve gidip gelişinde |
|
7 | اللَّيْلِ | gecenin |
|
8 | وَالنَّهَارِ | ve gündüzün |
|
9 | لَايَاتٍ | ibretler vardır |
|
10 | لِأُولِي | sahipleri için |
|
11 | الْأَلْبَابِ | sağduyu |
|
Bunu nasıl anlamalı? Bu noktada gönülleri Hakk'ı bilmeye çekmek ve yönlendirmek suretiyle aydınlatma ve ilâhî saltanatın şekil ve tecellilerinin sırlarını, Allah Teâlâ'nın tam kudret ve hikmetiyle mülkünün sanatındaki tasarruf hükümlerini, sır ve yaratılış gayesini keşfettirecek olan hak âyetlerini gösterme ve bütün bilgilerin usûl (metod)unu öğretme ve dinin kemalinin gayesini anlatmak için buyurulmuştur ki: Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde sayılamayacak nice alâmetler ve deliller vardır ki, bütün kâinatın O'na mahsus olduğuna ve Allah'ın kâmil kudretine, büyüklük ve azametine delalet ederler. Fakat bu âyet (alâmet)ler herkes ve her akıl için değil, temiz ve tam akıl sahipleri demek olan içindir. Öyle ûlü'l-elbâb (tam akıl sahipleri) ki "Semavat" (gökler) ve "arz" (yer): Mekân kavramının içine aldığı bütün yükseklik ve alçaklıklarıyla mekanlı varlıklar, "Halk " (yaratma): Bunların zat ve sıfatlarıyla bulundukları şekil ve nitelikleri üzere var edilmelerini ve yok edilmelerini ifade eden gerçek sebep anlayışının özü, "İhtilafu leyl ü nehâr" (gece ve gündüzün değişmesi): Zaman anlayışını veren ve hareketlerle ilgili olup, bu varlıkların yaratılmışlıklarını ve düzenlerini gösteren devamlılık ve değişimdir. İşte hak (gerçek) ilimlerin keşif yolları, işbu, "gökler ve yer, gece ve gündüz, yaratma ve değişim, akıl" olaylar ve anlaşılmaları üzerindeki düşünmedir.
Bakara Sûresi'nde Allah'ın birliğini isbat ve açıklama esnasında bu âyetin bir benzeri geçmişti. O daha geniş ve sekiz çeşit delili içermiş olduğu halde, bunda o esasın bir özetiyle beraber, siyak (söz gelişi) ve istenilen açısından çok ince bir gelişmesi vardır. Bunun için onun sonunda Düşünen bir kavim için nice deliller vardır. (Bakara, 2/164), bunda da temiz akıl sahipleri için nice deliller vardır. buyurulmuştur. Rasûlullah da bu ayetle, diğerinden daha derin bir aşk ile ilgilenmiştir. Demek olur ki, önceki bahiste genel olarak akıl yetebileceği halde, burada temiz ve halis akıl demek olan "lübb" gereklidir. Çünkü orada, Allah'ın birliğinin isbatıyla, Allah'ı bilmenin mebde' (prensip)leri bahis konusu idi. Burada ise o bilgide terakki (yükselme) bahis konusudur ki, kendisinden sonraki âyette geçen ifâdeleri, bu vasıflara işaret etmektedir. Fahruddin Râzî hazretleri bu terakki açısından der ki: "Allah yoluna girene, ilk önce delilleri çoğaltmak gerekir. Fakat kalb bir kerre Allah bilgisinin nuruyla aydınlandı mı, onun artık o deliller ile meşgul olması, kalbin Allah bilgisinde garkolmasına perde gibi olur. Zira aklın çeşitli düşüncelere iltifatı ile meşguliyeti, düşünme ve idraklerinde derinleşme ve sonuca erişmeye engel olur. Bunun için salik (yola giren) işin başlangıcında derinleşme ve istiksa (inceden inceye araştırma) ile değil, basit bir seyir ile hareket edeceğinden, delilleri çoğaltmayı isterse de, bilginin nuru bir defa kalbe düştükten sonra, o delillerin azalmasını ve mümkün olduğu kadar kısa ve özetini arzu eder ki, kalbin Allah'tan başkasıyla meşgul olmasından doğan zulmet (karanlık) kalksın da Allah bilgisinin nurlarının tecellisi tamam olsun. Nitekim, "Ayakkabılarını çıkar. Şüphesiz ki sen, mukaddes bir vadide, Tuvâ'dasın." (Tâhâ, 20/12) fermanında buna işaret vardır. İşte Bakara âyetindeki sekiz çeşit delil ve alâmet açıklandığı halde, burada hepsinin esası olan "Göklerin ve yerin yaratılması, gece ve gündüzün değişmesi" ile yetinilmiş olunması, bu terakki (yükselme) hikmetiyle ilgilidir.
Özetle orada (Allah'a seyr) isteniyordu, burada ise (Allah'da seyr) istenmiştir. Bakara Sûresi âyeti, "Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, çok merhametli ve bağışlayıcıdır." (Bakara, 2/163) âyetini takip ediyor. Ve buna göre ilk önce vücud (varolma) ve Allah'ın birliğine ait âyetleri bildirerek şirkten tevhide götürüyordu, buna akıl yeterli idi. Buradaki âyet ise âyetini takip ediyor. Ve buna göre iman sahiplerine Allah'ın saltanatının suret (şekil) ve tecelli sırlarını, Allah Teâlâ'nın mülkündeki tasarrufunun hükümlerini, sır ve yaratılışın gayesini isbat eden alâmetleri anlatmanın akışı içinde geliyor.(Fizilal’il Kur’ân)
اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
فِی خَلۡقِ car mecruru إِنّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. ٱلسَّمَـٰوَ ٰتِ kelimesi muzâfun ileyh olup cer alameti kesradır. Çünkü cemi müennes salim kelimeler kesra ile nasb ve cer olurlar.
اخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ kelimeleri خَلْقِ ’ye matuftur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَاتٍ kelimesi اِنَّ’nin muahhar ismidir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لِاُو۬لِي car mecruru اٰيَاتٍ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. اُو۬لِي kelimesi cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى’dir. الْاَلْبَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اخْتِلَافِ kelimesi sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının masdarıdır.
اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ
Ayet fasılla gelmiş müstenefedir. اِنَّ’nin dahil olduğu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. اِنَّ ,ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
إن harfi haberin ihtimamı içindir. (Âşûr)
Lam-ı muzahlakanın dahil olduğu لَاٰيَاتٍ ise اِنَّ ’nin muahhar ismidir. İki unsurla tekid edilen, sübut ifade eden cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ ve الَّيْلِ - النَّهَارِ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
ف۪ي خَلْقِ [Yaratılışında] ifadesindeki ف۪ي harfinin gelişi istiare-i tebeiyyedir. Bilindiği gibi ف۪ي harfinde zarfiye manası vardır. Gerçek manada mazruf özelliği taşımayan خَلْقِ içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır.
اِنَّ ’nin ismi olan لَاٰيَاتٍ ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.
Yeryüzü, gökyüzü, gece ve gündüz sayıldıktan sonra لَاٰيَاتٍ ’de cem edilmiştir. Cem' ma’at-taksim sanatıdır.
لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ [aklı selim sahipleri] özü bozulmamış, fıtratı bozulmamış demektir. Bu kelimenin tekili tenâfürul huruf nedeniyle Kur’an’da hiç geçmemiş, onun yerine kalb, fuad veya sadr kelimelerinin çoğulu gelmiştir.
Akıl sahibi olmayanların bu ayetleri anlamayacağı meskutun anh olarak anlaşılır.
Bu son cümlede lâzım söylenmiş, melzûm olan “ona göre hareket ederler” manası kastedilmiştir.
السَّمٰوَاتِ ve الْاَرْضِ’ın başındaki ال istiğrak-ı hakiki ve cins içindir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
[Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır.] Dolayısıyla O, onların durumlarına da sahiptir; لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ [aklı selim sahipleri için] yani gözlerini tefekkür ve istidlal ve ibret almak için açan, onlara hayvanların baktığı gibi onlardaki yaratılış harikalarından gafil bir şekilde bakmayanlar için لَاٰيَاتٍ [elbette birtakım deliller vardır] yani yaratıcının varlığına, kudretinin büyüklüğüne ve hikmetinin parlaklığına dair apaçık deliller. (Keşşâf)
Bu ayet (alamet)ler herkes ve her akıl için değil, temiz ve tam akıl sahipleri demek olan لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ içindir. اَلَّذ۪ينَ işte o kimseler ki “Semavat (gökler)” ve “arz (yer)”, yani mekân kavramının içine aldığı bütün yükseklik ve alçaklıklarıyla mekânlı varlıklar, اَلْخَلْقُ (yaratma); bunların zat ve sıfatlarıyla bulundukları şekil ve nitelikleri üzere var edilmelerini ve yok edilmelerini ifade eden gerçek sebep anlayışının özü, “İhtilafu leyl ü nehar (gece ve gündüzün değişmesi)”; zaman anlayışını veren ve hareketlerle ilgili olup bu varlıkların yaratılmışlıklarını ve düzenlerini gösteren devamlılık ve değişimdir. İşte hak (gerçek) ilimlerin keşif yolları, işbu, “gökler ve yer, gece ve gündüz, yaratma ve değişim, akıl” olaylar ve anlaşılmaları üzerindeki düşünmedir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bakara Suresi’nde Allah’ın birliğini ispat ve açıklama esnasında bu ayetin bir benzeri geçmişti. O daha geniş ve sekiz çeşit delili içermiş olduğu halde bunda o esasın bir özetiyle beraber siyak (söz gelişi) ve istenilen açısından çok ince bir gelişmesi vardır. Bunun için o ayetin sonunda لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ [Düşünen bir kavim için nice deliller vardır. (Bakara Suresi, 164)] bunda da لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ [Temiz akıl sahipleri için nice deliller vardır.] buyurulmuştur. Resulullah (s.a.) da bu ayetle, diğerinden daha derin bir aşk ile ilgilenmiştir. Demek olur ki önceki bahiste genel olarak akıl yetebileceği halde, burada temiz ve halis akıl demek olan لُبّ gereklidir. Çünkü orada, Allah’ın birliğinin ispatı ile Allah’ı bilmenin mebde’ (prensip)leri bahis konusu idi. Burada ise o bilgide terakki (yükselme) bahis konusudur ki kendisinden sonraki ayette geçen اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ ve يَتَفَكَّرُونَ ifadeleri, bu vasıflara işaret etmektedir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bil ki Kur’an-ı Kerim’in maksatı, kalpleri ve ruhları yaratıklarla meşgul olmaktan kurtarıp yaratıcıyı bilme deryasında gark olmaya götürmektir. Hükümleri izah ve batıl ehlinin şüphelerine cevap verme hususunda epeyce söz edilince Kur’an, tevhid, ulûhiyet, Allah’ın kibriya ve celâlini anlatan ayetleri zikrederek yeniden kalpleri nurlandırmaya yönelerek bu hususu zikretti. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade, gökler ile yer olarak ifade edilen cismani âlem hükümranlığının Allah Teâla’ya mahsus olduğunu açıklar. Hiçbir şey dışarıda kalmamak üzere Allah’ın her şeye kadir olması, baştan başa bütün masivanın (Allah’tan başka her şeyin) Allah Teâlâ’nın kudreti dahilinde olması demektir. (Ebüssuûd)
Ulu'l-elbab (akl-ı selim sahipleri)dan murad:
Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.
Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.
“Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan, onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.”
“Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al.”
“Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığı ile bize va’dettiklerini ver bize. Kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz sen, va’dinden dönmezsin.”
Al-i İmran 190-194