Âl-i İmrân Sûresi 191. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلاًۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ  ...

Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar ki
2 يَذْكُرُونَ anarlar ذ ك ر
3 اللَّهَ Allah’ı
4 قِيَامًا ayakta ق و م
5 وَقُعُودًا ve oturarak ق ع د
6 وَعَلَىٰ ve üzerine
7 جُنُوبِهِمْ yanları ج ن ب
8 وَيَتَفَكَّرُونَ ve düşünürler ف ك ر
9 فِي hakkında
10 خَلْقِ yaratılışı خ ل ق
11 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
12 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
13 رَبَّنَا Rabbimiz (derler) ر ب ب
14 مَا
15 خَلَقْتَ yaratmadın خ ل ق
16 هَٰذَا bunu
17 بَاطِلًا boş yere ب ط ل
18 سُبْحَانَكَ sen yücesin س ب ح
19 فَقِنَا bizi koru و ق ي
20 عَذَابَ azabından ع ذ ب
21 النَّارِ ateş ن و ر
 

190 ve devamındaki âyetlerde de akılla vahyin bu uyumuna işaret edilmekte; evren üzerinde sağlıklı gözlemde bulunan insanların evrendeki muhteşem sistemi kavrayacağı, onu yaratıp düzenleyen yüce kudreti bilip tanıyacağı, kendisini imana davet eden elçinin bu çağrısına uyarak rabbine imanını derin bir içtenlikle ikrar edeceği ve nihayet bir bakıma onunla diyalog kurarak esenlik dileklerini O’na arzedeceği bildirilmektedir. İşte 190. âyet, bu sürecin başlatılabilmesi için insan aklını göklerin, yerin ve bunlarda bulunan varlıkların yaratılışını düşünmeye ve hikmetini kavramaya çağırmaktadır. 

Evrenin sistemini düşünmek, yukarıda arzedilen sonuçları yanında insanı bu hayattan sonra başka bir hayatın yani âhiret hayatının da var olabileceği fikrine de götürür. İnsana verilmiş olan aklın sağlıklı kullanılması, kendisinin bir yetki ve sorumluluğunun olması gerektiğini, bu dünyada yaptıklarının ceza veya mükâfat olarak karşılığını alabileceği bir hesap gününün bulunması lazım geldiğini düşünmeye sevkeder. Kişi böyle bir düşünce düzeyine ulaştığında sorumluluk duygusu daha da artar ve dünyada günah işlemekten sakınır; âhirette de cehennem azabından koruması için yüce Allah’a sığınır ve O’na dua etmeye yönelir. 191. âyetin son cümlesi ve onu izleyen âyetler bu durumu açıkça göstermektedir (Kur’ân’da akıl, lüb, fuâd, kalb vb. kavramların anlamları ve genel olarak düşünmenin önemi hakkında bk. A‘râf 7/179).

Allah’ın birliğini, yüceliğini ve sonsuz kudretini kabul ettirmek için insanı gökler ve yer hakkında düşünmeye sevkeden bu âyetler, Allah’ın kitabında yazılı olan delillerini okuyup düşündükten sonra onu bir de bu uçsuz bucaksız kâinat kitabını okuyup tefekkür etmeye çağırmaktadır. Bakara sûresinin 164. âyetinde Kur’ân’ın tevhid ilkesini kanıtlamak üzere daha kapsamlı olarak sekiz ayrı kozmolojik delil sıralanmıştı. Burada Bakara sûresinde getirilmiş bulunan kozmik delillerin en önemlileri sayılan, varlığın zaman ve mekân boyutları üzerinde Allah’ın kudretini göstermek üzere göklerin ve yerin yaratılışıyla gece ve gündüzün farklı oluşu özet olarak zikredilmiştir. 

Şüphesiz ki tabiatın kendisi, incelenip ibret almaya değer ilâhî bir mûcizedir. Hayalimizle dahi kuşatamayacağımız kadar uçsuz bucaksız genişliğe sahip olan, her birinin kendine has özellikleri bulunan ve birbirine çarpmadan uzay boşluğunda hareket eden gök cisimlerinde elbette aklıselim sahipleri için alınacak ibretler vardır. Bu cisimlerin yaratılışı, uzay boşluğundaki hareketlerini sağlayan sistemi, gece ile gündüzün değişmesi, özellikle canlıların ve bitkilerin faydaları üzerine düşünen bir akıl, mutlaka bunları yaratan sonsuz bir gücün varlığını kabul eder, bu muazzam sistemin boşuna yaratılmadığını anlar, işte o zaman bu güç karşısında aczini anlar, hayranlık ve kulluk duygusuyla eğilir; gönlünü o yüce kudrete arzederek niyazda bulunur. 191. âyette belirtildiği üzere göklerin ve yerin yaratıcısı ve sahibi olan yüce Allah’ı ayakta, oturarak, yatarak, kısaca bütün hallerinde derin bir saygıyla anar; böyle bir gücün emirlerine ve yasaklarına karşı geldiği takdirde O’nun vereceği cezaya çarpılmaktan korkar ve bu cezadan koruması için Allah’ın merhametine sığınır. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

 

Rasûl-i Ekrem,ashabıyla birlikte yolculuk yaparken ,geceleyin uykudan uyandığında gökyüzüne bakarak Al-i İmran süresi (3),191. Ayetteki “Rabbimiz! Sen bunları boş yere yaratmadın” ifadesinden başlayıp 193.ayetin sonuna kadar okurdu.

(Nesai,  Kıyamu’l-leyl 12)

(Ayet ve Hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ - Prof. Dr. Mehmet Yaşar KANDEMİR)

 

اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ

 

İsim cümlesidir.  اَلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  اُو۬لِي’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Veya ondan bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  يَذْكُرُونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَذْكُرُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

قِيَامًا  hal olup fetha ile mansubtur.  قُعُودًا  kelimesi atıf harfi  وَ’la makabline matuftur.

وَ  atıf harfidir.  عَلٰى جُنُوبِهِمْ  car mecruru  يَذْكُرُونَ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  يَتَفَكَّرُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  ف۪ي خَلْقِ  car mecruru  يَتَفَكَّرُونَ  fiiline müteallıktır. 

ٱلسَّمَـٰوَ ٰ⁠تِ  kelimesi muzâfun ileyh olup cer alameti kesradır. Çünkü cemi müennes salim kelimeler kesra ile nasb ve cer olurlar.  الْاَرْضِ  kelimesi  ٱلسَّمَـٰوَ ٰ⁠تِ ’ye matuftur.

يَتَفَكَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi فكر’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

عَلٰى جُنُوبِهِمْ [Yanları üstüne yatarken] ifadesi, bir öncesine atıfla hal olarak mansubtur. Sanki “ayakta, otururken ve yanları üstüne yatmış bir halde iken” denilmektedir. (Keşşâf)

   

رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلاًۚ


Mukadder fiilin mekulü’l-kavlidir. Takdiri; يقولون ربنا  (Rabbena … derler.) şeklindedir. Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  خَلَقْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. İşaret ismi  هٰذَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بَاطِلًا  hal olup fetha ile mansubtur.

 

سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ


Mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri  نسبح  şeklindedir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  قِ  illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Sülasisi  وقي  şeklindedir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

عَذَابَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. ٱلنَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
 

اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ

 

Has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ, önceki ayetteki  لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ  için sıfat veya ondan bedeldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ, mevsûlün irabdan mahalli olmayan sılasıdır. Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olmasına rağmen  اللّٰهَ  isminin mef’ûl konumunda zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Aralarında tezayüf olması nedeniyle atfedilen  قِيَامًا  ve  قُعُودًا’deki tenvin nev ve kesret ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu tabirler cüz; insanın bütün halleri, koşması, sırt üstü uzanması ve diğer halleri kül’dür. 

Oturmak, ayakta durmak ve yan yatmak şeklinde insanın hallerinin sayılması taksim sanatıdır.

Aynı üslupla gelen  وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ  cümlesi  يَذْكُرُونَ ’ye atfedilmiştir. Vasıl sebebi tezayüftür.

Fiillerin muzari sıygada gelmesi teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade eder.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab,  قِيَامًا - قُعُودًا - جُنُوبِهِمْ   ve  يَذْكُرُونَ - يَتَفَكَّرُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Bil ki burada tıbbî bir incelik vardır. O da şudur: Tıbbî konularda sabit olduğuna göre insan, sırtüstü yattığında bu o kimsenin en mükemmel derecede düşünmesine manidir. Fakat yan üstü yatış buna mani olmaz. İşte bu ayette de düşünme ve tefekkür murad edilmektedir. Bir de yan üstü yatma, uykuya iyice dalmaya manidir. Binaenaleyh bu şekil daha evladır. Çünkü bu uyanık olmaya ve Allah’ı zikretmekle meşgul olmaya daha uygundur. (Fahreddin er-Râzî)

Zikir için bu üç halin zikredilmesinden murad, daha önce de belirtildiği gibi zikri bütün vakitlere genellemedir. Bu üç halin özellikle zikredilmesi, zikri bu hallere tahsis için değil fakat insanlar, genellikle bu malum hallerde bulundukları içindir.  (Ebüssuûd)

Aynı üslupla gelen  وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ  cümlesi  يَذْكُرُونَ ’ye atfedilmiştir. Vasıl sebebi tezayüftür.

Gökler ve yer kelimeleri yerinde zamirin kullanılması kifayet ettiği halde bu iki kelimenin zahir olarak zikredilmesi, göklerin ve yerin halinin beyanına son derece ilgi gösterildiğini belirtmek ve o müminlerin tefekkürlerinin tahkik ve tafsil veçhile olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Öyle tam akıl sahipleri ki ayaktayken, otururken, yatarken yani gerek meşguliyet ve gerekse dinlenme hallerinin hepsinde Allah’ı zikrederler, dillerinden bırakmazlar. Bu üç hal, insanın bütün hallerini içine alır. Hatta bedene ait hareketleri içine aldığı gibi yükselme, ortada durma, düşme gibi halleri de içerir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Bil ki Allah Teâlâ, rubûbiyeti anlatan ulûhiyet, kudret ve hikmetinin delilleri olan şeyleri zikredince bunun peşi sıra ubûdiyet (kulluk) ile ilgili hususları zikretmiştir. Ubûdiyet üç çeşittir. Kalp ile tasdik dil ile ikrar, azalarla amel ve ibadet... Buna göre Cenab-ı Hakk’ın, “Allah’ı anarlar” buyruğu, dil ile yapılan kulluğa; “ayakta iken otururken, yanları üstünde (yatar)ken” sözü azalarla yapılan kulluğa; “gökler ile yerin yaratılışı hakkında inceden inceye düşünürler” buyruğu da kalbin, fikrin ve ruhun kulluğuna bir işarettir. İnsan, işte ancak bunların toplamıdır. Dil zikre; azalar şükre; kalp de tefekküre daldığında işte bu şekilde olan kul, her şeyi ile ubûdiyete gark olmuş olur. Bundan dolayı önceki ayet, rubûbiyetin kemâline, bu ayet ise ubudiyetin (kulluğun) kemâline delalet etmektedir. Bu, ruhları mahlukattan kurtarıp Halika doğru çekmesi; sırları aldanış yurdu dünyadan alıp affedici hükümdara doğru nakletmede ne güzel bir tertiptir. (Fahreddin er-Râzî)


رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلاًۚ سُبْحَانَكَ

 

Nida üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, takdiri  يقولان  olan fiilin mekulü’l-kavlidir. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder. Cümlede îcâz-ı hazif  sanatı vardır.

Nidanın cevabı menfi mazi fiil cümlesi sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberî formda gelmiş olmasına rağmen muktezâ-i zâhirin hilafına cümlenin asıl anlamı dua olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Mef’ûl konumundaki  هٰذَا  ile yaratılan şeylere işaret edilmektedir. Tazim ifade eder.

سُبْحَانَكَ  itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb sanatıdır. Mef’ûlü mutlak olan  سبحان ’nin amilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri  نسبح’dur.

Bil ki Allah Teâlâ, insanları kendisini zikretmeye teşvik etmiştir. İş tefekküre dayanınca Allah, zatını tefekküre değil göklerin ve yerin hallerini tefekküre teşvik etmiştir. Tefekkür gibi ibadet yoktur. Tefekkür, gafleti giderir ve suyun ekin yetiştirmesi gibi kalbe Allah korkusunu çeker. (Fahreddin er-Râzî)

Anlatılmak istenen, bu yaratılışın batıl veya hikmetten yoksun olduğu inancına yol açanların inançlarını reddetmektir. (Ebüssuûd)


 فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

 

Ayetin son cümlesi, nidanın cevabı olan  مَا خَلَقْتَ  fiiline matuftur. Duanın devamıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayetin son cümlesi, nidanın cevabı olan  مَا خَلَقْتَ  cümlesine matuftur. Duanın devamıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Bundan maksat, Allah’ın, kullarına nasıl dua edeceklerini öğretmesidir. Bu şu şekildedir: Dua etmek isteyen kimsenin, ayette de olduğu gibi önce Allah Teâlâ’ya sena etmesi, daha sonra talebi zikretmesi gerekir. (Fahreddin er-Râzî)

Vahyî deliller insanların dikkatini, kevnî (tabiat ile ilgili) delillere çeker ve onlardan kanıtlar göstermeye davet eder.

Bu ayet-i kerime ile Kur’an’ın bir çok yerinde zikredilen bu konuda ayetler insanları, kâinatı anlamaya, ondan deliller çıkarmaya çağırır.

Kevnî deliller, vahyî delilleri teyid ve onların içeriğinin sıhhatine ve mefhumlarının hak olduğuna delalet eder. (Ebüssuûd)

Bu arızî cümle, öncesine tekid olduğu gibi sonrasına da hazırlık mahiyetindedir. (Ebüssuûd)