Âl-i İmrân Sûresi 188. Ayet

لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...

Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma. Onlar için elem dolu bir azap vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 تَحْسَبَنَّ sanma ح س ب
3 الَّذِينَ kimseleri
4 يَفْرَحُونَ sevinen ف ر ح
5 بِمَا
6 أَتَوْا o ettiklerine ا ت ي
7 وَيُحِبُّونَ ve sevenlerin ح ب ب
8 أَنْ
9 يُحْمَدُوا övülmeyi ح م د
10 بِمَا şeylerle
11 لَمْ
12 يَفْعَلُوا yapmadıkları ف ع ل
13 فَلَا
14 تَحْسَبَنَّهُمْ ve zannetme ح س ب
15 بِمَفَازَةٍ kurtulacaklarını ف و ز
16 مِنَ -dan
17 الْعَذَابِ azab- ع ذ ب
18 وَلَهُمْ onlar için vardır
19 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
20 أَلِيمٌ acıklı ا ل م
 

Rivayete göre Hz. Peygamber yahudileri çağırarak onlara bir mesele sormuş, yahudiler sorunun gerçek cevabını gizleyerek kasten yanlış cevap vermişler; sorusunu cevaplandırdıkları için Hz. Peygamber’in kendilerini takdir etmesini beklerlerken gerçeği gizledikleri için de sevinmişlerdi. İşte âyet onların bu tutarsızlıklarını yüzlerine vurmuştur. (Buhârî, “Tefsîr”, 3/16) 

Bir başka rivayete göre âyet çeşitli bahanelerle Hz. Peygamber’in seferlerine katılmadıkları, bundan dolayı memnun da oldukları halde katılmış gibi övülmelerini bekleyen münafıklar hakkında inmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 3/16). Sebep ne olursa olsun âyetin hükmü mümin, kâfir ve münafıklardan böyle bir karakter taşıyan herkes için geçerlidir. Bu karakterdeki insanlar övülmeye lâyık bir iş yapmadıkları halde kendilerinin dindar, Allah’tan korkan bir mümin olarak bilinmelerinden ve bu özelliklerle övülmekten hoşlanırlar. Oysa onların bu iddiaları boş bir kuruntu, kibir ve kendilerini aldatmaktan başka bir şey değildir. Bu sebeple yüce Allah “Sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır! Onlar için elem verici bir azap vardır” buyurarak bu karakterdeki kimselerin şiddetli bir şekilde cezalandırılacaklarını vurgulamıştır. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

 

لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اَتَوْا

 

Fiil cümlesidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَحْسَبَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  أنت’dir.

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ,  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَفْرَحُونَ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يَفْرَحُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الَّذ۪ينَ  ism-i mevsûlü umumidir, yapmadıklarıyla övünen herkese racidir. Özellikle de Efendimize Tevrat’ta olanın tam aksini söyleyip bununla ferahlanan Yahudilere racidir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an) 

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يَفْرَحُونَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَتَوْا’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَتَوْا  elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَا تَحْسَبَنَّ  [Zannetmeyesin] ifadesinde hitap Peygamberedir (s.a.). İki mef’ûlden birincisi  الَّذ۪ينَ يَفْرَحُونَ  [sevinenler], ikincisi ise  بِمَفَازَةٍ  [kurtulacaklardır] lafzıdır; ikinci  فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ [zannetmeyesin] ise tekiddir. Buna göre cümle;  لَا تَحْسَبَنَّهُمْ ، فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ فَائِزِينَ [onları zannetme, kurtulacaklarını zannetme] şeklinde takdir edilir. (Keşşâf)


وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِۚ 

 

وَ  atıf harfidir.  يُحِبُّونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يُحِبُّونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. يُحْمَدُوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يُحْمَدُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يَفْعَلُوا’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَفْعَلُوا  fiili,  ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  zaiddir.  تَحْسَبَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  أنت’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بِمَفَازَةٍ  car mecruru  تَحْسَبَنَّهُمْ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune müteallıktır.  مِنَ الْعَذَابِ  car mecruru  مَفَازَةٍ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.    


وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  لَهُمۡ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.  أَلِیمٌ  ise  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatıdır.

 

لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا


İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette  لَا  nahiyedir. Ayetin ilk cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mef’ûl konumundaki mevsûlün sılası  يَفْرَحُونَ بِمَٓا اَتَوْا  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  يُحِبُّونَ  cümlesi sılaya matuftur. Vasıl sebebi tezayüftür.  

Mazi fiil sıygasındaki  يُحْمَدُوا  cümlesi  اَنْ  sebebiyle masdar tevilinde olup  يُحِبُّونَ  fiilinin mef’ûlüdür. Yine bu fiile müteallık olan mecrur mahaldeki ism-i mevsûlün sılası  لَمْ يَفْعَلُوا, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَفْرَحُونَ  - يُحِبُّونَ - يُحْمَدُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki [Sakın saymayasın] hitabı Hz. Peygambere veya herkesedir.

يَفْرَحُونَ بِمَٓا اَتَوْا  [yaptıklarıyla seviniyorlar] cümlesiyle  يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا  [yapmadıkları şeyle medhediliyorlar] cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

 

فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِۚ


Cümleye dâhil olan  فَ  zaiddir. Tekid ifade eder. Tekrarlanan  تَحْسَبَنَّهُمْ  fiilinde, ıtnâb sanatı vardır.

Nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

بِمَفَازَةٍ ’deki tenvin nev ve taklil ifade eder. 

عَذَابِۚ  kelimesinde irsâd vardır.

Ayette  لَا تَحْسَبَنَّ  ifadesi birinci fiille müteallakı arası uzun olduğu için tekrar edilmiştir. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)


 وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ


وَ  istînâfiyyedir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Haberin takdimi kasr ifade eder. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ  kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. 

اَل۪يمٌ  sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.

عَذَابٌ - اَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada elîm azabın sürekli ve ebedi oluşunu ifade etmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder. 

Buna karşılık onlara büyük azap türleri içerisinden öylesine büyük bir azap vardır ki bu azabın künhünü Allah’tan başkası bilmez. (Keşşâf)  

عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ifadesindeki  اَل۪يمٌۙ  kelimesi ism-i fail kalıbındadır. 

Ayetin son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâbtır.

عَذَابٌ - فَلَا - تَحْسَبَنَّهُمْ - بِمَا  kelimelerinin takrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.  

أَلِمَ  kökünden gelen “elem” acı, ağrı;  اَل۪يمٌۙ  ise acı çektiren, elem veren demektir. Eğer burada elim acı duyan anlamına alınırsa bu, azabın değil fakat azap edilenin sıfatı olur. O takdirde ifadede mübalağa (manayı tekid) vardır. (Ebüssuûd)

Bundan önce onların mutlak olarak azaptan kurtulamayacaklarına işaret edildikten sonra bu cümle ile de onlar için müddeti ve şiddeti nihayetsiz özel bir azap olduğu belirtilmektedir. (Ebüssuûd)

لَا تَحْسَبَن  Peygamberimizin (s.a.) söz konusu zandan nehyedilmesi, onların zanlarına tarizdir; yoksa Peygamber (s.a.) böyle sanmasının muhtemel olduğu için değildir. (Ebüssuûd)