وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُۘ فَنَبَذُوهُ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | hani |
|
2 | أَخَذَ | almıştı |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | مِيثَاقَ | söz |
|
5 | الَّذِينَ | kendilerine |
|
6 | أُوتُوا | verilenlerden |
|
7 | الْكِتَابَ | Kitap |
|
8 | لَتُبَيِّنُنَّهُ | onu mutlaka açıklayacaksınız |
|
9 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
10 | وَلَا |
|
|
11 | تَكْتُمُونَهُ | gizlemeyeceksiniz |
|
12 | فَنَبَذُوهُ | fakat onlar (verdikleri sözü) attılar |
|
13 | وَرَاءَ | ardına |
|
14 | ظُهُورِهِمْ | sırtlarının |
|
15 | وَاشْتَرَوْا | ve aldılar |
|
16 | بِهِ | karşılığında |
|
17 | ثَمَنًا | bir para |
|
18 | قَلِيلًا | azıcık |
|
19 | فَبِئْسَ | ne kötü |
|
20 | مَا | şey |
|
21 | يَشْتَرُونَ | satın alıyorlar |
|
Âyet-i kerîme Ehl-i kitabı eleştirmek üzere inmiş olmakla birlikte hükmü geneldir ve bilgisi olup da onu insanlara açıklamayan veya gizleyen herkes için geçerlidir. Muhammed Abduh da bu âyetin tefsirinde Ehl-i kitap’tan daha ziyade Kur’ân’ı insanlara açıklamadıklarından dolayı müslümanları kınamaktadır. Ona göre müslümanlar Kur’ân’ı çok iyi korumuş ve kuşaktan kuşağa nakletmiş olmalarına rağmen onun anlamını insanlara yeterince ve doğru açıklamadıkları için onu korumuş olmaları fazla bir şey ifade etmemiştir. Çünkü insanlar onun hidayetinden faydalanamamışlar, hatta müslümanların kendileri dahi ondan saptıklarını, dinlerini korumanın elde kor tutmak kadar zor bir duruma geldiğini, hilekârlığın ve hıyanetin yaygınlaştığını, emaneti koruma anlayışının kalktığını itiraf etmişlerdir.
Bütün bunlar Kur’ân’ı insanlara açıklamayı terketmenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Abduh’a göre Kur’ân’ın anlaşılmasına engel olan en önemli sebep önceki dönemlerde, özellikle III. asırda ilim adamları arasında çıkan ihtilâflardır. Bu dönemde ümmet mezheplere ayrılmış, her grup Kur’ân’ı anlama yerine onun kendi mezhebini destekler mahiyette olanlarını almış, aykırı olanlarını ise te’vil etmiştir; halk da bunları takip ederek gruplara ayrılmış ve her grup bir mezhebin kitaplarını okumayı tercih etmiştir. Sonuçta öyle bir zaman gelmiştir ki herkes Kur’ân’ın hidayet ve hakemliğine başvurmayı bırakmış, kendi grubunun yaşayan veya ölmüş âlimlerine başvurmuştur. (bk. Reşîd Rızâ, IV, 279) (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ
وَ istînâfiyyedir. اِذْ zaman zarfı, mahzuf fiile muteallıktır. Takdiri اذكر şeklindedir. اَخَذَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. م۪يثَاقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا الْكِتَابَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
لَ mahzuf kasemin cevabına dâhil olan lam-ı vakıadır. تُبَيِّنُنَّهُ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Merfû muzari fiildir.
Tekid نَّ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. لِلنَّاسِ car mecruru تُبَيِّنُنَّهُ fiiline müteallıktır.
وَلَا تَكْتُمُونَهُۘ فَنَبَذُوهُ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَكْتُمُونَ muzari fiildir.
نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَ atıf harfidir. نَبَذُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَرَٓاءَ mekân zarfı, نَبَذُوهُ fiiline müteallıktır. ظُهُورِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. اشْتَرَوْا elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru اشْتَرَوْا fiiline müteallıktır. ثَمَنًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. قَل۪يلًا ise ثَمَنًا ‘in sıfatıdır.
فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ
فَ istînâfiyyedir. بِئْسَ zem anlamı taşıyan camid fildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. مَا harfi, بِئْسَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsufedir.
بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; بئس شراؤهم هذا şeklindedir.
يَشْتَرُونَ fiili, مَا’nın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Muzari fiildir. نَ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَشْتَرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi شري’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ
وَ istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. Cümleye muzâf olan zaman zarfı اِذْ, takdiri اذكر olan mahzuf fiile müteallıktır.
Bu ayetin başında yalnız Peygamberimize (s.a.) mahsus olan emir fiili mukadderdir. Bundan önceki hitap, hem Peygamberimize (s.a.) hem de müminlere şamil iken burada hitap umumdan tecrid ile yalnız Peygambere (s.a.) tevcih edilmiştir. Çünkü bu emrin konusu, Peygambere (s.a.) mahsus vazifelerdendir. (Fahreddin er-Râzî)
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اُو۫تُوا الْكِتَابَ cümlesi de mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsna ve celâl sıfatları bünyesinde barındıran اللّٰهُ ismiyle marife olması, konunun önemini vurgulamak ve zihinlere yerleştirmek içindir.
Ayetin başında mukadder olan hatırlatma emrinin, hadiselere değil de vakte tevcih edilmesi و إذ “hani, hatırla o zamanı ki…” buyurulması, anlatma gereğini kuvvetle ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)
Bu kitap verilmiş olanlardan maksat, kitap ehli olan Yahudi ve Hristiyan bilginleridir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Yahudi ve Hristiyanların, kendilerine kitap verilenler olarak tavsif edilmeleri hallerini daha fazla takbih içindir. (Ebüssuûd)
لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُۘ
Önceki cümleye delalet eden mahzuf kasemin cevabıdır. Sanki şöyle söylenmiş gibidir: بالله لتبيننه (Allah’a yemin olsun ki mutlaka açıklayacaksın.)
Müspet muzari fiil sıygasındaki cevap cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. لَ ve nûn-u sakile ile tekid edilmiştir.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَا تَكْتُمُونَهُۘ cümlesi makabline matuftur. Vasıl sebebi tezattır.
لَا تَكْتُمُونَهُۘ ve لَتُبَيِّنُنَّهُ cümleleri arasında mukabele sanatı, تَكْتُمُونَهُۘ - لَتُبَيِّنُنَّهُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.
[Hani Allah ‘onu’ yani kitabı ‘mutlaka açıklayasınız’ diyerek söz almıştı.] Yani Allah’ın kitap verilenlerden söz aldığı zamanı hatırla; hani, kitabı açıklama ve onu gizlemekten kaçınma hususunda -bir insanın bir şeyi kesinlikle yapması istendiği ve “Vallahi bunu mutlaka yapacaksın!” denilerek tekidle söylendiği gibi- kesin bir ifade ile uyarılmışlardı. (Keşşâf)
فَنَبَذُوهُ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ
Cümle فَ ile اَخَذَ اللّٰهُ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَاشْتَرَوْا بِه۪ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ cümlesi makabline matuftur. Vasıl sebebi tezayüftür.
ثَمَنًا ’deki tenvin kesret ifadesi içindir.
وَرَٓاءَ - ظُهُورِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Satın alınan şey ثَمَنًا kelimesiyle ifade edilmiştir. Kitaba ait olan ه۪ zamirine بِ harfi dâhil olmuştur. اشْتَرَ fiiline ilave olarak bunlar düşünüldüğünde durumlarının çirkinliğinin, edebî bir üslupla anlatılmış olduğu görülür.
Burada نَبَذ ve اشْتَرَ kelimelerinde istiare vardır. Kitaba sarılmamak ve onunla amel etmemek, insanın arkasına atılan bir şeye; Allah’ın ayetlerini gizlemelerine karşılık dünya malı almaları da onu az bir pahaya satmaya benzetilmiştir. Müşebbeh hazfedilip müşebbehün bihin birden fazla özelliğinin zikredildiği için bu ifadede istiare-i temsiliyye bulunmaktadır. (Süleyman Recep Çıbıklı, Söz Sanatları Açısından Meal Problemleri ve Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ
فَ müstenefedir. بِئْسَ camid zem fiilidir. Gayrı talebî inşâî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. بِئْسَ ’nin takdiri شراؤهم olan mahsusu, mahzuftur.
مَا zem fiilinin failini açıklayan nekre-i mevsûfe veya masdariyyedir.