لَتُبْلَوُنَّ ف۪ٓي اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَذًى كَث۪يراًۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَتُبْلَوُنَّ | deneneceksiniz |
|
2 | فِي | hususunda |
|
3 | أَمْوَالِكُمْ | mallarınız |
|
4 | وَأَنْفُسِكُمْ | ve canlarınız |
|
5 | وَلَتَسْمَعُنَّ | ve (sözler) duyacaksınız |
|
6 | مِنَ |
|
|
7 | الَّذِينَ | kendilerine |
|
8 | أُوتُوا | verilenlerden |
|
9 | الْكِتَابَ | Kitap |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | قَبْلِكُمْ | sizden önce |
|
12 | وَمِنَ |
|
|
13 | الَّذِينَ | kimselerden |
|
14 | أَشْرَكُوا | ortak koşan(lar) |
|
15 | أَذًى | incitici |
|
16 | كَثِيرًا | çok |
|
17 | وَإِنْ | ama |
|
18 | تَصْبِرُوا | sabreder |
|
19 | وَتَتَّقُوا | ve korunursanız |
|
20 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
21 | ذَٰلِكَ | işte bunlar |
|
22 | مِنْ |
|
|
23 | عَزْمِ | yapmağa değer |
|
24 | الْأُمُورِ | işlerdendir |
|
Bir önceki âyette her canlının öleceği bildirilmiş ve dünya hayatının aldatıcı zevk ve menfaatlerden başka bir şey olmadığı vurgulanarak müminler bu âyette verilecek haberlere psikolojik olarak hazırlanmıştır. Burada müminlerin, Allah’ın kendilerine lutfettiği mal ve can konusunda denenip sınanacakları, daha önce kendilerine kitap verilmiş olan yahudi ve hıristiyanlarla putperest müşrikler tarafından birçok eziyetlere ve sıkıntılara, özellikle sözlü saldırılara mâruz kalacakları haber verilmekte, müminlerden bu sıkıntılara kendilerini hazırlamaları, olayları sabır ve metanetle karşılamaları, Allah’ın rızâsına aykırı davranışlardan sakınmaları istenmektedir.
Ayrıca yüce Allah müminlerin, Ehl-i kitap veya müşriklerden gelecek tahriklere kapılmamalarını; onların suçlamalarına, sataşmalarına, alay etmelerine, kötü söz ve propagandalarına karşı sabırlı olmalarını; yanlış, adaletsiz, ahlâk dışı söz ve hareketlerden sakınmalarını, azimli, kararlı ve sabırlı olmalarını, sıkıntılara katlanmalarını, maddî ve mânevî olarak zarar veren her türlü kötü davranıştan sakınmalarını istemektedir. Müminler bu şekilde davrandıkları takdirde zafere ulaşacaklardır. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
Sizden önce kitap verilenler ve şirk koşanlar tarafından çok eziyete uğrayacaksınız / çok eziyet işiteceksiniz: Demek bunlar fiili davranışlardan daha çok sözlü eziyetler olacaktır. (Küçümsenmek gibi.)
Eğer sabrederseniz ve sakınırsanız, işte bu azim işlerdendir. (Sabredip onların seviyesine inmemek gerekir.)
لَتُبْلَوُنَّ ف۪ٓي اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَذًى كَث۪يراًۜ
لَ mahzuf kasemin cevabına dâhil olan lam-ı vakıadır. تُبْلَوُنَّ fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Meçhul mebni muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Tekid نَّ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
ف۪ٓي اَمْوَالِكُمْ car mecruru تُبْلَوُنَّ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْفُسِكُمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la اَمْوَالِكُمْ ’e matuftur.
وَ atıf harfidir. لَ mahzuf kasemin cevabına dâhil olan lam-ı vakıadır. تَسْمَعُنَّ fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Merfû muzari fiildir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, مِنَ harf-i ceriyle birlikte تَسْمَعُنَّ fiiline müteallıktır.
İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا الْكِتَابَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مِنْ قَبْلِ car mecruru naib-i failin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, مِنَ harf-i ceriyle birlikte ilk cemi müzekker has ism-i mevsûle matuftur. İsm-i mevsûlun sılası اَشْرَكُٓوا اَذًى ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اَشْرَكُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَذًى elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. كَث۪يرًا ise اَذًى kelimesinin sıfatıdır.
اَذًى maksûr bir isimdir. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme, mansub halinde takdiri fetha, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ
وَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. تَصْبِرُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَتَّقُوا fiili atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ذٰلِكَ işaret ismi اِنَّ ’nin ismi olup mahallen mansubtur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
مِنْ عَزْمِ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. الْاُمُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَتُبْلَوُنَّ ف۪ٓي اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَذًى كَث۪يراًۜ
Fasılla gelen ayet mahzuf kasemin cevap cümlesidir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasemin cevabı, vakıa lamı ve nûn-u sakile olmak üzere iki unsurla tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
وَ ’la makabline atfedilmiş …وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ cümlesi de aynı üslupta gelmiş haberî isnaddır. İki cümle arasında tezayüf mevcuttur.
لَتَسْمَعُنَّ fiiline müteallık mecrur mahaldeki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ tevcih ihtiva etmektedir. Sılası اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ meçhul mazi fiil sıygasında haberî isnaddır.
وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا ibaresindeki aynı fiile müteallık ikinci ism-i mevsûlün sılası, mazi fiille gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İmtihan konusunun, mallar ve canlar olmak üzere sayılması taksim sanatıdır.
Tezayüfle birbirine atfedilmiş اَمْوَالِكُمْ - اَنْفُسِكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi bu kişileri tahkir içindir.
Cümlede haberlerin muzari fiille gelmesi tecessüm ve teceddüt ifade eder.
اَذًى ’deki tenvin nev ve kesret içindir.
[Onlardan çok eziyet işiteceksiniz.] ifadesi sebep müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
Müminler kendilerinin veya başkalarının başına bir musibet geldiği zaman üzülüyorlardı. Bu durum kelamın, yemine delalet eden ل ve tekîd ن’uyla gelmesini gerektirdi. Böylece buna ünsiyet duyacaklar ve Allah Teâlâ’nın sünneti olduğunu daha kolay kabul edebileceklerdir. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi, Fatma Serap Karamollaoğlu)
[Mallarınızda ve canlarınızda imtihan olunacaksınız.] sözünde hazif icazıyla hükmî mecaz vardır. Azalmasıyla, artmasıyla, kaybetmeyle demektir.
Bu ayetteki tekid; ya hadiselerin tesirini azaltmak ya da bu hadiselere hazırlıklı olmaya ziyadesiyle teşvik içindir. Ayette önce malın gelmesi daha çok vaki olması sebebiyledir. (Ebüssuûd)
“İbtila”, imtihan, sınama, deneme anlamındadır. Bu mana elbette ancak işlerin akıbetlerini bilmeyenler için düşünülebilir. Alîm (her şeyi bilen) ve Habîr (her şeyden haberdar olan) Allah Teâlâ hakkında ise mecazi anlamda kullanılmaktadır. (Ebüssuûd)
Ayette sarahaten مِنْ قَبْلِكُمْ [sizden önce] buyurulması, onların düşmanlık ve hakka muhalefet sebebini zımnen bildirmek ve ana sebebi takviye etmek içindir. Çünkü onların kitaplarının daha önce nazil olması, kendilerince ona bağlı kalmalarını gerektirmektedir. (Ebüssuûd)
اَشْرَكُٓوا - اُو۫تُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. “Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Müminleri hak ehlinin ve rasullere tabi olanların başına gelen musibetler konusunda uyarmak ve tenbih için gelmiş bir istinaf cümlesidir. (Âşûr)
Ayetteki لَتُبْلَوُنَّ kelimesi لَتُحُتَبَرُنَّ “imtihan olunacak, deneneceksiniz” manasındadır. Halbuki Allah hakkında, “deneme” fiilinin kullanılamayacağı herkesin malumudur. Çünkü deneme, iyinin kötüden ayırt edilip bilinmesi için bilgi edinme gayesiyle yapılır. Fakat bu kelimenin Hakk Teâlâ hakkında kullanılışı, “O, kuluna, denenen ve imtihan edilen kimseye yapılan muamele gibi bir muamele yapar.” manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)
وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ
Cümle وَ ’la öncesine atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî isnad olmak bakımından mutabakat vardır. وَ’ın istînâfiyye olduğu da söylenmiştir.
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. تَصْبِرُوا müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَ ’la makabline atfedilmiş وَتَتَّقُوا cümlesi de aynı üslupta gelmiş haberî isnaddır. İki cümle arasında tezayüf mevcuttur.
Cümlede haberlerin muzari fiille gelmesi tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Rabıta harfi فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesidir.
Faide-i haber inkarî kelam olan cümlede اِنَّ ’nin isminin ism-i işaretle gelmesi, işaret edilenin tazimini ifade eder.
مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ inne’nin mahzuf haberine mütallıktır. Haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
عَزْمِ الْاُمُورِ ifadesi; sıfatın mevsufuna izafeti şeklinde gelmiştir. Yani الأُمُورِ العَزْمِ demektir. الأُمُورَ kelimesi çoğuldur, عَزْمِ kelimesi ise tekildir. Çünkü عَزْمِ kelimesi aslında mastardır. Dolayısıyla tek bir hali olur. Burada mef’ûl manasında gelmiştir. Yani مِنَ الأُمُورِ المَعْزُومِ عَلَيْها (azim işlerdendir) manasındadır. Doğru belli olup da görüşü netleştirdikten sonra tereddüt etmemek demektir. (Âşûr)
ذٰلِكَ’de istiare vardır. Bu cümlede işaret ismi ile sabreden ve takvalı olanların davranışlarına işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse, aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vucudun tahakkukudur.
تَصْبِرُوا - تَتَّقُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, اِنَّ - اِنْ arasında ve ذٰلِكَ’lerde ise cinas ve reddü’l-acüz ales’sadr sanatları vardır.
تَصْبِرُوا - تَتَّقُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. “Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Sabır, hoş olmayan şeylere tahammül etmekten; takva da gerekmeyen şeylerden sakınmaktan ibarettir. Bundan dolayı Cenab-ı Hakk önce sabrı zikretti, sonra bunun peşi sıra takvayı getirdi. Çünkü insan, ancak gerekmeyen şeylerden geri durmak için sabra yönelir. Bunun şu şekilde bir diğer izahı daha vardır. Sabırdan murad şudur: Kötülüğe kötülükle karşılık vermek, kötülüklerin artmasına sebebiyet verir. Bundan dolayı Allah Teâlâ, dünya zararlarını azaltmak için sabrı, ahiret zararlarını azaltmak için de takvayı emretti. Ayet bu izaha göre dünya ve ahiret âdabını içinde toplamaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki,عَزْمِ الْاُمُورِ “İşte bu, azm edilmesi gereken işlerdendir.” buyruğu kendisinde doğruluğun zuhur ettiğinde şüphe olmayan en doğru tedbirlerdendir, demektir. Bu da her akıllının, kendisine azm etmesi ve kesin olarak yapması gereken şeydir. “Azm” sanki hazm (ihtiyatlı ve sebatlı olma) cümlesindendir. Bunun aslı, عَزَمْتُ عَلَيْكَ اَنْ تَفْعَلَ كَذَا sözüne dayanır ki bu, “Onu, terk etmen caiz olmayacak bir şekilde hiç şüphesiz sana mecbur kıldım.” manasınadır. Neticesi güzel olan, doğruluğu bilinen her iş, azm edilmesi gereken işlerdendir. Çünkü bunlar, insanın terk etmesine ruhsat verilmemiş olan şeylerdendir. Bu ifade şöyle bir diğer manaya da gelebilir: Bu, size kendisini alıp yapmanız mecbur edilen şeylerdendir. Yani onu yapmaya mecbursunuz. (Fahreddin er-Râzî)