كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كُلُّ | her |
|
2 | نَفْسٍ | can |
|
3 | ذَائِقَةُ | tadacaktır |
|
4 | الْمَوْتِ | ölümü |
|
5 | وَإِنَّمَا | şüphesiz |
|
6 | تُوَفَّوْنَ | size eksiksiz verilecektir |
|
7 | أُجُورَكُمْ | ecirleriniz |
|
8 | يَوْمَ | günü |
|
9 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
10 | فَمَنْ | kim ki hemen |
|
11 | زُحْزِحَ | çekilip kurtarılır |
|
12 | عَنِ |
|
|
13 | النَّارِ | ateş(in elin)den |
|
14 | وَأُدْخِلَ | ve sokulursa |
|
15 | الْجَنَّةَ | cennete |
|
16 | فَقَدْ | işte o |
|
17 | فَازَ | kurtuluşa ermiştir |
|
18 | وَمَا | ve değildir |
|
19 | الْحَيَاةُ | hayatı |
|
20 | الدُّنْيَا | dünya |
|
21 | إِلَّا | başka bir şey |
|
22 | مَتَاعُ | zevkten |
|
23 | الْغُرُورِ | aldatıcı |
|
Bazı âlimler nefsin “ruh ve zat” anlamına geldiği gerekçesinden ve “Herkes ölümü tadacaktır” meâlindeki bu âyetten hareketle ruhun ölmeyeceği kanaatine varmışlardır. Çünkü tatmak bir hayat eseri olup tatma anında tadan kimsenin diri olmasını gerektirir. Buna göre âyetten anlaşılan şudur: Ruh ve beden ayrı ayrı varlıklar olduğu için bedenin ölmesiyle ruh ölmeyecektir; diri ve bâki olan ruh (nefis), bedenin ölümünü tadacaktır. Bu görüşte olanlar, âhiret kavramını da ruhun ölmezliği prensibine dayandırarak, âhiret hayatını ruhsal bir hayat şeklinde düşünmüşlerdir. Başka birçok müfessir ise bu yorumun bir zorlama olduğunu ileri sürerek “Her nefis ölümü tadacaktır” meâlindeki cümlenin, “Her nefis ölecektir” anlamına geldiğini söylemiştir. (Elmalılı, II, 1244)
Elmalılı’ya göre ölümden sonra nefis ve ruhun büsbütün yok olmayıp bir süre daha kalabileceği başka delillerle sabit ise de genel anlamda bütün ruhların ölmez olduğu iddiası ne aklen ne de naklen sabittir. Ancak, “Her nefis ölümü tadacaktır” hükmü de genel anlamda cârî olmayıp bunun da istisnaları vardır. Nitekim Zümer sûresinin 68. âyetinde sûra üflendiği zaman göklerde ve yerde ne varsa hepsinin öleceği, ancak Allah’ın, dilediği kimselerin ölmeyecekleri bildirilmiştir. Bu sebeple göklerde ve yerde meleklerden ve ruhlardan diri kalanlar olacaktır. (II, 1244 vd.)
Yapılan iyi veya kötü işlerin bütün karşılığını dünyada iken almak çok zaman mümkün olmayabilir. Meselâ şehitlerin mükâfatlarını dünyada almaları mümkün değildir. Asıl mükâfat veya cezalar âhirette eksiksiz olarak ödenecek ve ebedî mutluluk veya bedbahtlık orada olacaktır. Dünya geçici olduğu için dünyada alınan karşılıklar da geçici ve aldatıcıdır. Bu yüzden âyette “Dünya hayatı zaten aldatıcı şeylerden ibarettir” buyurulmuştur. Bir kimsenin dünyada bolluk ve refah içinde yaşaması onun kurtuluşa erdiği anlamına gelmediği gibi fakirlik ve yoksulluk içerisinde yaşaması da onun yanlış yolda ve Allah’ın yardımından yoksun, bedbaht biri olduğunu göstermez.
Asıl kurtuluş ve mutluluk âhirette cehennem azabından kurtulup cennet nimetlerine erişildiğinde gerçekleşecektir. Âhiret hayatı kalıcı ve sürekli olduğu için Hz. Peygamber kişinin cennette sahip olacağı en küçük bir yerin fâni olan dünyadan ve orada bulunan nimetlerden daha hayırlı olduğunu bildirmek üzere şöyle buyurmuştur: “Sizden birinizin kamçısının cennette işgal edeceği az bir yer, dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır!”. (Buhârî, “Cihâd”, 73; “dünya hayatının geçici menfaatleri” konusunda ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/14) (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
Atın, araban, evin, elbisen, yiyeceğin ve dünyada seni başkalarından ayıran her uğraşın gafletin başlangıcıdır, seni gafletin içine sokar ve sen onlarla övünerek dünya hayatının içinde kaybolur gidersin.
''Her nefis ölümü tadıcıdır'' sözünde isabetli olan yaklaşım Gazzâlî’nin görüşüdür. Ahiret hayatı ebedi olduğuna göre ruhun ölmemesi gerekmektedir. Aksi halde sonsuz hayatı yaşamak nasıl mümkün olabilir? Onun içindir ki Yüce Allah “Her insan ölümü tadacaktır” buyurmuştur. Tatma da bilindiği gibi bir hayat eseridir. Bu yüzden tatma anında, tadan kimsenin diri olması gerekmektedir. Buna göre âyetten anlaşılan şudur: Ruh ile beden birbirinden ayrı iki varlıktır. Bedenin ölmesiyle ruh ölmemektedir. Böyle olduğu için de diri olan ruh, bedenin ölümünü tadacaktır. Aksi halde bedenin ölümü esnasında insanın acı hissetmesi mümkün olmayacaktı. (Kur’ân Tefsirinde Farklı yorumlar)
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ
İsim cümlesidir. كُلُّ mübtedadır. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ذَٓائِقَةُ haberdir. الْمَوْتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ذَٓائِقَةُ kelimesi sülâsî mücerred olan ذوق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
وَ atıf harfidir. اِنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Ve (و): Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُوَفَّوْنَ meçhul mebni muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. اُجُورَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ zaman zarfı, تُوَفَّوْنَ fiiline müteallıktır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَۜ
فَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. زُحْزِحَ meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Asıl (kök) harfleri dört harfli olan fiillere rubâî mücerred (ilavesiz dörtlü) fiiller denilir. Rubâî mücerredin babı دَخْرَجَ babıdır. زُحْزِحَ fiili de bu babtandır. Bu babdan gelen fiillerin çoğu müteaddi bazıları da lazımdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bu gibi fiillerin mudaaf olduğu görüşü de vardır. زُحْزِحَ َfiili uzaklaşmak, bir tarafa çekilmek manasınadır. زَحَّ َkelimesinin tekrarıyla meydana gelmiştir. Bir şeyi süratlice yerinden acele ile çekmek, kenara almak, yerinden uzaklaştırmak demektir.
عَنِ النَّارِ car mecruru زُحْزِحَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. اُدْخِلَ meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو’dir. الْجَنَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
فَازَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. الْحَيٰوةُ mübtedadır. الدُّنْيَٓا ise الْحَيٰوةُ’nun sıfatıdır.
اِلَّا hasr edatıdır. مَتَاعُ haberdir. الْغُرُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ
Fasılla gelen ayetin ilk cümlesi sübut ifade eden isim cümlesidir. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ve müsnedün ileyhin izafetle gelişleri az sözle çok anlam ifadesi içindir.
نَفْسٍ ’deki tenvin nev ve kesret ifade eder.
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ [Her nefis [kişi] ölümü tadacak.] Burada ism-i fail olan ذَٓائِقَةُ kelimesi, ölümün şiddetini hissetmek manasında müstear olmuştur. Bir şey yiyip içen kişi nasıl ki bunların tadını hissediyorsa ölen kişi de o esnada ölümü hissedecektir. (Kur’an Işığında Belâgat Dersler Beyân İlmi, Fatma Serap Karamollaoğlu )
“Her can (nefs) ölümü tadıcıdır.” cümlesi ile ilgili şöyle bir soru vardır: Allah Teâlâ, kendisini “nefs” diye adlandırmış ve “Benim nefsimde olan her şeyi sen bilirsin, ben (İsa) ise senin nefsinde olanı bilmem.” (Maide Suresi, 116) buyurmuştur. Hem nefis ile zat aynı şeydir. Buna göre bütün cansızlara da “nefis” denir. Binaenaleyh ölümün, cansız varlıkları da içine alması gerekir. Yine Cenab-ı Hakk, “Allah’ın diledikleri müstesna göklerde ve yerde kim varsa düşüp ölecektir.” (Zümer Suresi, 68) buyurmuştur ki bu ayet de müstesna olanların ölmeyeceklerini göstermektedir. Halbuki ölümün umumi oluşu herkesin hatta cennet ve cehennemde olanların ölmelerini gerektirir. Çünkü hepsi “her nefis” tabirine dahildir.
Buna şöyle cevap verilir: Bu ayetten maksat, Hakk Teâlâ’nın bunun peşi sıra gelen, “Kim ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulursa artık o, muhakkak kurtulmuş olur.” ifadesinin de delil oluşu ile bu dünyadaki mükellefler (insanlar)dır. Çünkü bu ayette ifade edilen husus, onlar için söz konusudur. Bir de umumi bir lafız, tahsis edildikten (sınıflandırıldıktan) sonra da hüccet olur. (Fahreddin er-Râzî)
ذَٓائِقَةُ kelimesi “zevk” masdarından ism-i faildir. İsm-i fail, bir isme muzâf olup kendisi ile mazi manası murad edildiğinde, muzâfun ileyhin ancak mecrur olması caiz olur. Bu senin tıpkı زَيْدٌ ضَارِبُ عَمْرٍ وَ اَمْسِ (Zeyd, dün Amr’ı dövdü.) demen gibidir. Eğer ism-i fail ile şimdiki zaman veya istikbal manası murad edilir ise muzâfun ileyhin hem mecrur hem de mansub olması caizdir. Mesela sen, هُوَ ضَرِبُ زَيْدٍ غَدًا (O, yarın Zeyd’i dövecek) ve هُوَ ضَرِبُ زَيْدًا غَدًا (O, yarın Zeyd’i dövecek) dersin. Nitekim Allah Teâlâ, هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتٌ ضُرَِّهُ [Onlar, O’nun zararını giderebilici midirler?] (Zümer Suresi, 38) buyurmuştur. Buradaki ضُرَِّهُ kelimesi, كَاشِفَاتٌ kelimesi istikbal manasında olduğu için fethalı ve kesreli olarak iki şekilde okunmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Hakk Teâlâ’nın, “Her nefis ölümü tadıcıdır.” buyruğu, öldürülen kimseye de “meyyit” denilebileceğine delalet eder. Fakat besmele ile kesilen hayvana, örfün (ona başka isim) tahsis etmesi sebebi ile “meyyit” denmez. (Fahreddin er-Râzî)
Bu kelam, hakkı tasdik edenler için mükâfat vaadi, tekzib edenler için de azap vaididir. (Ebüssuûd)
“Meta” satılık kumaş ve kullanacak aletler ve avadanlıklar veya gerek aletler ve avadanlıklar gerek mallar ve diğer genel faydalanmaya yarayan az-çok lüzumlu şey manalarına gelir ki dilimizde “matah” dediğimiz zaman bu üçüncü manayı kastederiz. “Gurur” aldanmak demek olduğu gibi غار’ın çoğulu olarak aldatıcılar demek de olabilir. Meta-ı gurur, müşteriyi kandırmak için allanıp pullanarak hoş gösterilen ve alındıktan sonra aşağılık olduğu anlaşılan meta (sermaye, mal) demektir. İşte dünya hayatı budur. Bunun alıcısı olanlar, bütün nazar (bakış) ve ümidini buna dikenler, ne saadet görülecekse bunda görülecek sananlar aldanmış olurlar. (Elmalılı)
وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
Ayetin ikinci cümlesi وَ ’la makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında tezayüf vardır. Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır.
Kasr-ı kalptir. (Âşûr)
Ücretiniz verilecek yani size tamamlanacak. Dini destekledikleri için dünyada da onlara büyük bir mükafat verildiğine bir tariz vardır. Bedir gününde kazanılan zafer ve Mekke’de yaşarlarken hicret edebilecek duruma gelinceye kadar müşriklerin ellerinin onlardan kesilmesi gibi. (Âşûr)
[Mükâfatlarınız kıyamet gününde ödenecek] sözünde istiare vardır. İnsan ücretle çalışan bir işçiye benzetilmiştir.
Buradaki haber cümlelerinden maksat, kolayca anlaşıldığı gibi nasihat etmektir.
Önceki ayette Allah Teâlâ, Hz. Peygambere hitap ederek Yahudi ve müşriklerin inkârından duyduğu acıdan dolayı teselli etmişti. Bu ayette, hitap cemi muhataba dönerek iltifat yapılmıştır.
تُوَفَّوۡنَ - أُجُورَكُمۡ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تُوَفَّوۡنَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَۜ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi مَنْ mübteda زُحْزِحَ şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ, tezat dolayısıyla şart cümlesine atfedilmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ فَازَۜ, mazi fiil sıygasında قَدْ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır.
فَمَنْ زُحْزِحَ cümlesindeki فَ edatı تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ cümlesi üzerine tefri içindir. زُحْزِحَ fiilinin manası uzaklaştırmaktır. (Âşûr)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip mübteda olan مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfudur.
النَّارِ - الْجَنَّةَ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb, زُحْزِحَ - اُدْخِلَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ cümlesiyle اُدْخِلَ الْجَنَّةَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
زُحْزِحَ, çok uzaklaştırdı demektir. Aynı seslerin tekrarlanması vurguyu artırır. Kahkaha, laklaka gibi.
زَحْزَحَ fiili uzaklaşmak, bir tarafa çekilmek manasınadır. Bu fiil الزَّحُّ lafzının iki kere söylenmesiyle meydana gelmiştir ki زَحَّ birşeyi süratlice yerinden bir tarafa çekmek demektir. Bu da insanın dünyada olduğu müddetçe sanki ateş içinde imiş gibi olduğuna bir dikkat çekmedir. Çünkü dünyanın afetleri çok belaları şiddetlidir. İşte bundan dolayı Hazreti Peygamber (s.a.), اَلدُّنْيَا سِجْنُ المُؤْمِنُ “Dünya, müminin hapishanesidir.” (Müslim, Zühd, 1 (4/2272); Tirmizi, Zühd, 16 (4/562); İbni Mâce, Zühd, 3 (2/1378)) demiştir. Bil ki insanın, ilâhî azaptan kurtulması ile ilâhî mükâfatı elde etmekten öte hiçbir maksat ve gayesi yoktur. Böylece Cenab-ı Hakk bu iki maksata ulaşan kimsenin en büyük maksatı ve kendisinden sonra başka bir matlubun söz konusu olmadığı bir gayeyi elde etmiş olacağını beyan etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber talebî kelamdır.
Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا mevsuf/maksûr, مَتَاعُ الْغُرُورِ sıfat/maksûrun aleyhtir. Dünya hayatının bir aldanış vasıtasından başka birşey olmadığı etkili bir şekilde ifade edilmiştir.
الْمَوْتِۜ - الْحَيٰوةُ arasında tıbâk-ı îcab, الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا - يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ tabirleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
[Dünya hayatı sadece aldanma malzemesidir.] sözünde dünya hayatı bir alım-satımda müşterinin aldatıldığı bir metaa benzetilmiştir. Bu; dünya hayatını ahiret hayatına tercih edenler içindir. Oysa dünya hayatı, ahiret hayatını kazanmaya çalışanlar için matluba ulaşmaya yarayan iyi bir vasıtadır. (Ebüssuûd)
Zemahşeri şöyle der: Allah dünyayı, müşteri aldanıp da alsın diye kusuru gizlenen bir mala benzetmiştir. Aldatan ve kandıran şeytandır. (Safvetü't Tefasîr)
مَتَاعُ الْغُرُورِ ifadesinde istiare vardır. (Beliğ teşbih formunda olan bu ifadede dünya hayatı, müşterisini kandırmak için allanıp pullanarak hoş gösterilen, alındıktan sonra bayağı ve değersiz olduğu anlaşılan ticaret metaına benzetilmiştir.)
Çünkü aldatmanın (gurur) gerçekte metaı olmaz. Bununla kastedilen, insanın yararlandığı her metaın, geçici bir gölge ve silinerek yok olan kına [gibi] olmasıdır. ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ ifadesi de yukarıdaki gibi istiaredir. Çünkü gerçek anlamda tatmak (zevk) duyu ile algılanmaktadır. Burada canın (nefs) ölümü tatmakla nitelenmesi güzel düşmüştür. Çünkü can (nefs) ölümün korku, keder ve sıkıntısını kuvvetle hissettiği için sanki ölümü tatma duyusuyla hisseder gibidir. (Şerif er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Cenab-ı Hakk, وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ “Dünya hayatı bir aldanma metaından başka birşey değildir.” buyurmuştur. “Gurur (aldanma)” kelimesi, senin غَرَرْتُ فُلَانًا غُرُورًا “Falancayı iyice aldattım.” sözünden masdardır. Allah Teâlâ dünyayı, müşterinin alması için süslenerek güzel gösterilen, bozukluğu ve adiliği sonradan ortaya çıkan mala benzetmiştir. Aldatan ve garûr olan, şeytandır. Said İbni Cübeyr’den bu ayetin, dünyayı ahirete tercih edenler hakkında olduğu, fakat bu meta ile ahireti isteyen (onu Allah yolunda sarf eden) kimseler için ise “Bu ne güzel bir mal!” dediği rivayet edilmiştir. Allah en iyisini bilendir.
Dünyanın bir aldanma metaı olduğunu ve müminlerin emiri Hazreti Ali İbni Ebi Talib’in (r.a.) tavsif ettiği gibi olduğunu anlamış olursun. Çünkü o, “Dünyanın dokunması yumuşak, fakat zehiri öldürücüdür.” demiştir. Birisi de “Dünyanın dış görünüşü sevinçlerin bineği, içi ise şerlerin bineğidir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)