فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ جَٓاؤُ۫ بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِنْ | eğer |
|
2 | كَذَّبُوكَ | seni yalanladılarsa |
|
3 | فَقَدْ | doğrusu |
|
4 | كُذِّبَ | yalanlanmıştı |
|
5 | رُسُلٌ | peygamberler de |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | قَبْلِكَ | senden önce |
|
8 | جَاءُوا | getiren |
|
9 | بِالْبَيِّنَاتِ | açık deliller |
|
10 | وَالزُّبُرِ | hikmetli sahifeler |
|
11 | وَالْكِتَابِ | ve Kitabı |
|
12 | الْمُنِيرِ | aydınlatıcı |
|
“Belgeler” diye çevrilen beyyinât kelimesi “açık kanıtlar, belgeler veya mûcizeler” anlamına gelmektedir; zübür ise “kitap” anlamına gelen zebûrun çoğuludur. “Aydınlatıcı kitap”tan maksat Tevrat veya herhangi bir ilâhî kitaptır.
Burada Hz. Peygamber teselli edilmekte ve ondan yahudilerin kendisini yalanlamalarına üzülmemesi istenmektedir. Çünkü onların bu tutumu Hz. Peygamber’in getirmiş olduğu mûcizelerdeki veya kitaptaki eksiklikten değil, aksine niyetleri ve inançları bozuk olan insanların öteden beri peygamberlere karşı açığa vurdukları isyan duygusundan ileri gelmektedir. Önceki peygamberler de kitaplar getirmişler ve mûcizeler göstermişlerdi.
Özellikle Hz. Mûsâ, Tevrat gibi itikadî, ahlâkî ve hukukî hükümleri içeren büyük bir kitap getirmişti. Buna rağmen insanlar o peygamberleri de yalancılıkla suçlayıp onlara da isyan ettiler. Şu halde yahudilerin Hz. Peygamber’i yalancılıkla itham etmeleri şaşılacak bir olay sayılmamalıydı. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ جَٓاؤُ۫ بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ
فَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. كَذَّبُوكَ şart fiili olarak mahallen meczumdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. كُذِّبَ meçhul mebni mazi fiildir. رُسُلٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ قَبْلِكَ car mecruru رُسُلٌ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاؤُ۫و بِالْبَيِّنَاتِ cümlesi رُسُلٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. جَٓاؤُ۫و damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. بِالْبَيِّنَاتِ car mecruru جَٓاؤُ۫و fiiline müteallıktır.
الزُّبُرِ وَالْكِتَابِ kelimeleri atıf harfi وَ ’la الْبَيِّنَاتِ’ye matuftur. الْمُن۪يرِ kelimesi الْكِتَابِ ’nin sıfatıdır.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُن۪يرِ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ جَٓاؤُ۫ بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ
Ayet فَ ile önceki ayetteki قل cümlesine atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâ üslubunda olmak bakımından ittifak vardır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi كَذَّبُوكَ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi, tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. Cevap cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek olayın vukuunun kesinliğine işaret etmiştir.
رُسُلٌ için sıfat olan جَٓاؤُ۫و بِالْبَيِّنَاتِ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رُسُلٌ ’deki tenvin tazim ve kesret ifade eder.
كَذَّبُوكَ - كُذِّبَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَذَّبُو kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Kitabın nurlu olması istiaredir. Kitabın içindeki ayetler, deliller, açıklamalar, insanın cehaletini giderip zihnini açtığı için nura benzetilmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَالزُّبُر kelimesi sahifeler/suhuf anlamındadır. وَالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ [Aydınlatıcı kitap] Tevrat, İncil ve Zebur’dur. Bu ayet, gerek kendi kavminin gerekse Yahudilerin iman etmemesinden dolayı Peygamberi (s.a.) teselli etmektedir. (Keşşâf)
الْكِتَابِ الْمُن۪يرِ sözündeki tarif cins içindir. (Âşûr)
Ayette geçen الْبَيِّنَاتِ, hüccetler ve mucizeler demektir. الزُّبُرِ kelimesi ise kitaplar demek olup “Zebur” kelimesinin cemisidir, “Mezbûr (yazılmış)” manasına olan Zebur, mektup (yazılmış) manasına gelen kitap manasınadır. Mesela, “kitabı yazdım” manasında زَبَرْتُ الكِتَابَ denir. Buna göre her kitap, Zebur demektir. Zeccâc, “Zebur”un, hikmetli kitap manasına geldiğini söylemiştir. Zeccâc'ın bu görüşüne göre ayete uygun olan, buradaki “Zebur” kelimesinin, “men etmek” manasına olan “zebr” kökünden olmasıdır. Mesela birisini, batıl bir şeyden men ettiğin zaman زَبَرْتُ الرَّجُلَ dersin. Kitap da hakkın hilafına hususlardan men eden şeyler kendisinde bulunduğu için “Zebur” diye adlandırılmıştır. İşte Davud’ (a.s.) verilen Zebur da içinde men eden şeyler ve mevizeler çok bulunduğu için bu ismi almıştır. (Fahreddin er-Râzî)
“Zebur” kelimesi, aslında güzelleştirilmiş şey demektir. Buradaki anlamı, içinde bir çok hüküm bulunan kitaptır. (Ebüssuûd)
Ayette yeralan, الْبَيِّنَاتِ kelimesinden murad, mucizelerdir. Allah Teâlâ, bunun peşine الزُّبُرِ ve الْكِتَابِ kelimelerini de atfetmiştir ki bu, onların mucizelerinin kitaplarından başka olduğunu söylemeyi gerektirir ki bu da diğer peygamberlerin getirdikleri kitapların kendileri için bir mucize olmadığına delalet eder. Binaenaleyh Tevrat, İncil, Zebur ve diğer peygamberlerin sahifelerinden hiçbiri mucize değildir. Fakat Kur’an başlı başına bir kitap ve bir mucizedir ki bu da Hazreti Muhammed’in (s.a.) hususiyetlerindendir. (Fahreddin er-Râzî)
Allah Teâlâ, الْكِتَابِ الْمُن۪يرِ [Nur verici kitap] vasfını böyle olan her kitap, “Zebur (kitap)” olmasına rağmen “zübür (sahifeler, kitaplar)” kelimesi üzerine atfetmiştir. Bu, yerinde ve güzel bir atıftır. Çünkü nur verici kitap (Kitab-u Münir), kitapların en şereflisi ve en güzelidir. Binaenaleyh bu atıf yerindedir. Kitab-u Münir’in (Kur’an’ın), daha şerefli oluşu ya bütün şeriatları ihtiva etmesinden veyahut da kıyamete kadar sürecek olmasındandır. Bu ayette geçen Zübur (kitaplar) ifadesi ile diğer peygamberlere verilen sahifelerin, “Kitab-u Münir” ifadesi ile Tevrat, Zebur ve İncil’in kastedilmiş olması da muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî)