Âl-i İmrân Sûresi 31. Ayet

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...

De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 إِنْ eğer
3 كُنْتُمْ siz ك و ن
4 تُحِبُّونَ seviyorsanız ح ب ب
5 اللَّهَ Allah’ı
6 فَاتَّبِعُونِي bana uyun ki ت ب ع
7 يُحْبِبْكُمُ sizi sevsin ح ب ب
8 اللَّهُ Allah da
9 وَيَغْفِرْ ve bağışlasın غ ف ر
10 لَكُمْ sizin
11 ذُنُوبَكُمْ günahlarınızı ذ ن ب
12 وَاللَّهُ Allah
13 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
14 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م
 

Kur’ân’da takipçisi olmak, izlemek, itaat etmekle ilgili kullanılan iki fiilin biri (ittiba) bu ayette, diğeri de (itaa) bir sonraki ayette geçiyor. Arapça’da benzer manadaki iki kelimenin yakın kullanımı, arasındaki farkı açığa çıkarmak için kullanılır.

İtaa-müslümandan minimum beklentidir.

İttiba-itaatin üst seviyesidir.

İttat de uymanız istenen talimat/komut size gelir.İttiba’da siz gider “bunu nasıl yapalım” diye sorar ve talimata uyarsınız. Nelerden infak edelim, nasıl boşanalım, yemeğe nasıl başlayalım, nasıl borç verelim vs gibi. Takip edebileceğiniz her adımı takip etmeye ve ona uymaya çalışmaktır.

Bu ayet aynı zamanda Allahın peygamberini ne kadar çok sevdiğini gösteren ayettir. Öyle ki, Allah bize peygamberimize tabii olmakla sevgisini, günahlarımızı bağışlamayı ve rahmetini vaadediyor. Bu Allah’ın peygamberine bir övgüsüdür.

Uymak derken çoğunu yanlış anlıyoruz. Giyinme, misvak kullanma, sakal, nasıl su içeceğimiz değil sadece. Peygamberimiz bir iletişim dehasıydı. Komşusuyla, çocuklarla, düşmanla, eşiyle veya sorun çıkarmaya meyilli insanlarla nasıl iletişim kurardı? Bu unutulmuş sünnetleri dirilterek ve onlara uyarak çağımızın pek çok hastalığına çare bulabiliriz aslında.

Allah'ı sevmek, Rasûlullah'ı sav sevmeyi gerektirir. Rasûlullah'ı sav sevmek ona uymak, Onun getirdiği dini yaşamaktır. 

Muhabbet; nefsin bir şeyde gördüğü kemalden dolayı ona meyletmesi ve nefsi o kemale yaklaştıran eylemlere sevketmesidir. (Ebussuud) 

 

Riyazus Salihin, 160 Nolu Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“İstemeyenler dışında, ümmetimin tamamı cennete girer” buyurdu. Bunun üzerine:

- Ey Allah’ın elçisi, cennete girmeyi kim istemez ki? denildi. Peygamber Efendimiz:

“Bana itaat edenler cennete girer, bana karşı gelenler cenneti istememiş demektir” buyurdu.

Buhârî, İ’tisâm 2

 

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ 


Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli  اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تُحِبُّونَ  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.  تُحِبُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. اتَّبِعُون۪ي  fiili  ن’un hazfıyla mebni emir olup şartın cevabıdır. Fail ise müstetir zamir  أنت’dir. Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.  يُحْبِبْكُمُ  talebin cevabı olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.

يَغْفِرْ لَكُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  يُحْبِبْكُمُ ’e matuftur. يَغْفِرْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  لَكُمْ  car mecruru يَغْفِرْ  fiiline müteallıktır.  ذُنُوبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ [Eğer Allah’ı seviyorsanız Bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin.] اَلْحُبُّ - اَلْمَحَبَّةُ  kelimeleri  اَلْوُدِّ - اَلْمَوَدَّةِ  kelimeleri gibidir.  حَبَّهُ  ve  اَحَبَّهُ [Onu sevdi.] demektir. Fiilin üç harfli kökü birinci ve ikinci babdan gelir. Kisâî şöyle demiştir: Bu fiilin üçlü kökü artık terk edilmiştir. Araplar artık  اَحَبَّ  fiilini kullanırlar. Sülâsî kökten ism-i mef’ûl olan  مَحْبُوب  türetilirken ism-i fail if’al babından türetilir.  (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)   

اتَّبِعُون۪ي [Bana uyun.] Bu kelimede  ي harfi yazılmıştır. Aslolan budur yani aslolan ي harfinin okunmasıdır. فَاتَّقُونِ [Benden sakının. (Bakara 2/41)] ve وَاَط۪يعُونِ  [Bana itaat edin. Âl-i İmrân 3/50)] ifadelerinde yazılmamıştır. Çünkü bunlar ayetin sonunda bulunur ve vakf niyetiyle okunmazlar. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)   


 وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. غَفُورࣱ  haberdir.  رَّحِیمࣱ  ise ikinci haberdir.
 

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ  cümlesi ise şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şart cümlesi  كان’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كان ’nin haberi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ  cümlesi talebin cevabıdır.  يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ  cümlesi de bu cümleye  وَ ’la atfedilmiştir. 

Müsnedün ileyh tazim ve muhabbet için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan  ٱللَّه  ismiyle gelmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  اللّٰهَ  isminde tecrîd sanatı vardır.

تُحِبُّونَ - يُحْبِبْكُمُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları,  يَغْفِرْ - ذُنُوبَكُمْۜ  kelimeleri ve يُحْبِبْكُمُ - يَغْفِرْ  kelime grupları arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ذُنُوبَ  tekid için gelmiş olabilir. (Bizi affederken bir de ayrıca günahlarımızı söylemiştir.) 

اِنْ harfi, vuku bulma ihtimali zayıf olan fiillerin başına gelir. Bu da Allah’ı sevenlerin sayısının az olduğuna işaret eder.

Bana uyun derken kastedilen şey; emirler, yasaklar ve dindir.

Bu ayette Cenab-ı Hak şöyle demektedir: “Onlara de ki ey Muhammed! Eğer iddia ettiğiniz gibi Allah’ı seviyorsanız, bu ancak Bana tabi olmanız ve kâfirlere uymayı bırakmanız halinde gerçekleşebilir. Ben sizleri Beni peygamber olarak gönderen Allah’a iman etmeye, O’nun emir ve yasaklarına uymaya çağırıyorum. Bana uymayan Allah’ı sevmiyor demektir. Çünkü kulun Allah’ı sevmesi O’na itaati başka bir şeye tercih etmesini gerektirir. Eğer bunu yaparsanız Allah sizi sever. Allah’ın kulu sevmesi ona sevap vermeyi, ondan razı olmayı ve amelini hoş görmeyi istemesidir.”  (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr) 

 

 وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ


وَ  istînâfiyyedir. Cümle ta’lil manasındadır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Allah’ın غَفُورٌ ve  رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

اللّٰهَ  lafzı ayette 3 defa zikredilmiştir. Lafza-i celâlin teberrük, telezzüz ve muhabbeti  artırma amacına matuf tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümlede lafza-i celâlin zamir yerine açıktan zikredilmesi, ulûhiyet (Allah) vasfının mağfiret ve rahmeti gerektirdiğini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  اللّٰهَ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Hasan-ı Basrî’nin “Allah Teâlâ’nın kendisinden sakındırması, O’nun kullara olan şefkatindendir.” dediği nakledilmiştir. Ayrıca burada O’nun ilim ve kudret sıfatları sebebiyle sakınılması gereken bir zat olmasının yanı sıra rahmetinin genişliği sebebiyle de kendisine bel bağlanan/ümit beslenen bir zat olduğu da kastedilmiş olabilir. Nitekim şu ayette bu husus ifade edilmiştir: [Senin Rabbin, şüphesiz hem mağfiret sahibidir hem de can yakıcı bir azap sahibidir. (Fussilet 41/43)] (Keşşâf)

وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  [Allah, Gafûr ve Rahîm’dir] buyurulmuştur. Yani Allah, kullarının çeşitli günahlarını diğer insanlardan gizlemesi bakımından dünyada iken Gafûr, fazlı ve keremi ile de onlara ahirette Rahîm’dir. (Fahreddin er-Râzî)