وَلَا يَأْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلٰٓئِكَةَ وَالنَّبِيّ۪نَ اَرْبَاباًۜ اَيَأْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | يَأْمُرَكُمْ | ve size emretmez |
|
3 | أَنْ | diye |
|
4 | تَتَّخِذُوا | edinin |
|
5 | الْمَلَائِكَةَ | Melekleri |
|
6 | وَالنَّبِيِّينَ | ve peygamberleri |
|
7 | أَرْبَابًا | tanrılar |
|
8 | أَيَأْمُرُكُمْ | size emreder mi? |
|
9 | بِالْكُفْرِ | inkar etmeyi |
|
10 | بَعْدَ | sonra |
|
11 | إِذْ | olduktan |
|
12 | أَنْتُمْ | siz |
|
13 | مُسْلِمُونَ | müslümanlar |
|
Bu âyette yer alan “peygamberleri rab edinme” ifadesiyle madde âleminde bulunan, “melekleri rab edinme” ifadesiyle de madde ötesi âlemde bulunan mahlûkatın en üstün mertebede olanları zikredilerek, hangi meziyetlere sahip olursa olsun Allah’tan başkasına kulluk etmenin ilâhî dinlerin ilkeleriyle bağdaşmayacağı ve bir peygamberin bu ilkeyi çiğneyen bir öğretiye sahip olabileceğinin hiçbir akıl sahibince tasavvur olunamayacağı vurgulanmaktadır.
Buradan öncelikle çıkan bir anlam da şudur: Veli, şeyh, rahip, haham, kâhin, cin, şeytan vb. varlıkları rab yerine koyarak onlara bel bağlamak, hele akıl sahibi olmayan yahut cansız varlıkları bu mertebeye çıkarmak, insanı “kulluk etme”ye yönelten duygu ve sâikin temel karakteriyle bağdaşmaz. Bu tür ikameler son tahlilde, amaca hizmet etmeyen oyalanmalardan ibarettir ve insana bahşedilen akıl nimetinin beyhude yere harcanması demektir.
Zira “kul”luk ancak kulların ve bütün evrenin yaratıcısı olan, varlığı ve gücü başka hiçbir varlığa bağlı olmayan yüce Allah’a içtenlikle boyun eğme noktasına ulaştığı zaman anlam kazanır ve insan gerçek değerine sadece böyle bir kullukla erişebilir. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
وَلَا يَأْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلٰٓئِكَةَ وَالنَّبِيّ۪نَ اَرْبَاباًۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَأْمُرَ fiili önceki ayetteki يُؤْتِيَ fiiline atfedilmiş mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يَأْمُرَ fiilinin ikinci mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. تَتَّخِذُوا fiili ن ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْمَلٰٓئِكَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
النَّبِيّ۪نَ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْمَلٰٓئِكَةَ ’ye matuftur. النَّبِيّ۪نَ kelimesinin nasb alameti ي’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar. اَرْبَابًا kelimesi تَتَّخِذُوا fiilinin ikinci mef’ûlu olup fetha ile mansubtur.
تَتَّخِذُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil iftial babındadır. Sülâsîsi أخذ’dır. İftial babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
Bil ki ayetteki “hiçbir insanın” ifadesinden maksad, “Bu sözü onun söylemesi haram olur.” manası değildir. Çünkü böyle bir şey söylemek, bütün mahlukat için haramdır. Ayetin zahiri, bunun, Allah’ın o kimseye kitap, hikmet ve nübüvveti vermesi sebebiyle olmadığına delalet eder. Yine bundan maksad, bir haram kılma olsaydı, şüphesiz ki bu, Hıristiyanların bunu Hz. İsa için iddia etmiş olmalarında onları yalanlama manasına gelmezdi. Çünkü bir başkasının bir şey yaptığını iddia eden kimseye, “Onun bunu yapması helal değildir.” denilmesi, o kimseyi iddiası hususunda bir yalanlama olmaz. Cenab-ı Hakk bununla Hz. İsa’nın (as), onlara “Allah’tan başka, beni ilâh edininiz.” dediğini iddia ettiklerini anlatmıştır. Binaenaleyh bundan murad, bizim söylediğimiz manadır. Bunun bir benzeri de “Allah’ın evlat edinmesi olacak şey değil!” (Meryem Suresi, 36) ayetidir. Bunu, bir çocuğun olması halini kendi zatından nefyetme yoluyla söylemiştir; tahrim ve nehyetme üslûbunda değil. Hakk Teâlâ’nın, “Bir peygamberin emanete hainlik etmesi yakışık almaz.” (Âl-i İmran Suresi, 161) buyruğu da böyledir. Bundan murad da “nefy”dir, nehiy değildir! Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
اَيَأْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟
Hemze istifham harfidir. يَأْمُرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِالْكُفْرِ car mecruru يَأْمُرُ fiiline müteallıktır.
بَعْدَ zaman zarfı, يَأْمُرَكُمْ fiiline müteallıktır. اِذْ, zaman zarfı, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟ cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُسْلِمُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
مُسْلِمُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.وَلَا يَأْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلٰٓئِكَةَ وَالنَّبِيّ۪نَ اَرْبَاباًۜ
وَ ’la …مَا كَانَ لِبَشَرٍ cümlesine atfedilen bu cümlede لَا zaiddir. Olumsuzluğu tekid için gelmiştir. Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
يَأْمُرَكُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü olarak mansub mahaldeki masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İkinci mef’ûl olan اَرْبَابًاۜ ’deki tenvin, tahkir ifade eder.
الْمَلٰٓئِكَةَ - النَّبِيّ۪نَ - اَرْبَابًاۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلَا يَأْمُرَكُمْ ifadesi ثُمَّ يَقُولَ ifadesine matuf olarak mansub okunmuş olup iki şekilde açıklanabilir. İlkine göre لَا harfi, مَا كَانَ لِبَشَرٍ ifadesindeki olumsuzlama anlamını tekid etmek için gelmiş olan zaid bir ifadedir. Anlam; ‘’Hiçbir beşerin, putları terk edip sadece Allah’a kulluk etmeye çağırmak üzere Allah tarafından peygamber olarak seçilip de sonra insanları kendisine kul olmaya çağırması ve “melekleri ve peygamberleri rab edinin” demesi söz konusu değildir.’’ şeklindedir. İkinci değerlendirmeye göre لَا zaid değildir. Şöyle ki: Allah Resulü, Kureyşlileri meleklere kulluktan, Yahudi ve Hristiyanları da Üzeyir ve Mesih’e kulluk etmekten sakındırıyordu. Peygambere (sav), “Seni mi rab edinelim?!” dediklerinde onlara şöyle denildi: “Allah tarafından nebi seçilen hiçbir beşerin, daha sonra insanlara kendisine kulluk etmelerini emretmesi söz konusu değildir; hele meleklere ve peygamberlere kulluk etmekten sizi men ederken…” (Keşşâf)
ولا يامُرُكُمْ sözünde gaipden muhataba iltifat vardır.
اَيَأْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle asıl olarak soru manası taşımamaktadır. Taaccüb ve tenkit ifade eden cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilmiş cümle sübut ifade eder.
مُسْلِمُونَ۟ - الْكُفْرِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, يَأْمُرُكُمْ - لَا يَأْمُرَكُمْ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı selb sanatı vardır.
يَأْمُرُكُمْ fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
[Siz Müslüman olduktan sonra hiç size kâfirliği emreder mi?] Bu kınama ve olumsuzlama manasında bir sorudur. Yani Allah Teâlâ size bunu asla emretmez. “Müslüman olmanızdan sonra!” Yani sizi İslam’a davet ettikten ve bazılarınız bu davete icabet ettikten sonra demektir. Bir görüşe göre ayet şu anlama gelir: Siz yaratılış şehadeti ile Müslüman olduktan sonra Allah size hiç inkârcı olmanızı emreder mi? (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
İlim, talim ve tedris, sahibinin rabbani olmasını gerektiren şeylerdir. Sebep, şüphe yok ki müsebbebden (neticeden) başkadır. Binaenaleyh bu durum bir kimsenin rabbani olmasının, alim, muallim ve tedriste devamlı bir kimse olmasından farklı bir şey olmasını gerektirir. Bu da ancak o kimsenin Allah rızası için öğrenmiş, öğretmiş ve tedrisatta bulunmuş olmasıyla mümkün olur. Velhasıl onu bütün bu işlere sevk eden, Allah rızasını elde etme gayesi; her türlü kötü fiilden vazgeçiren de Allah’ın cezasından sakınma isteğidir. Peygamberin, insanlara bunu emrettiği sabit olunca insanlara kendisine kulluğu emretmiş olmasının imkânsızlığı sabit olur. (Fahreddin er-Râzî)