ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُا السُّٓوآٰى اَنْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | كَانَ | oldu |
|
3 | عَاقِبَةَ | sonu |
|
4 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
5 | أَسَاءُوا | kötülük eden(lerin) |
|
6 | السُّوأَىٰ | çok kötü |
|
7 | أَنْ | çünkü |
|
8 | كَذَّبُوا | yalanladılar |
|
9 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
10 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
11 | وَكَانُوا | ve -idiler |
|
12 | بِهَا | onlarla |
|
13 | يَسْتَهْزِئُونَ | alay ediyor- |
|
Bu âyetin “kötülük yapan o kimseler” şeklinde çevrilen kısmı, sonunda yer alan gerekçe de dikkate alınarak “inkârcılıkta direnenler” şeklinde açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 331).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 296
ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُا السُّٓوآٰى اَنْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ
İsim cümlesidir. ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. عَاقِبَةَ kelimesi كَانَ ‘nin mukaddem haberi olup fetha ile mansubdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اَسَٓاؤُا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اَسَٓاؤُا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
السُّٓوآٰى kelimesi كَانَ ‘nin muahhar ismi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel السُّٓوآٰى ‘dan bedel olup mahallen merfûdur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ car mecruru كَذَّبُوا fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَسَٓاؤُا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi سوأ ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
كَذَّبُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
كانَ fiili her zamanki gibi vukunun gerçekleşeceğine tenbih içindir. (Âşûr)
وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur. بِهَا car mecruru كَانُوا ’un mahzuf haberine mütealliktir.
يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ fiili, كَانُوا ’un haberi olarak mahallen mansubdur. يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi هزأ ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُا السُّٓوآٰى اَنْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ
Ayet, ما كان الله ليظلمهم cümlesine ثُمَّ atıf harfi ile atfedilmiştir. ثُمَّ rütbeten terahî ifade eder. Çünkü bu akıbet, şer derecesinde dünya azabından daha büyüktür.(Âşur)
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir sanatı vardır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen عَاقِبَةَ الَّذ۪ينَ izafeti, كَانَ ’nin mukaddem haberidir.
عَاقِبَةَ ‘nin muzâfun ileyhi konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اَسَٓاؤُا cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
السُّٓوآٰى kelimesi كَانَ ‘nin muahhar ismidir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, اَسَٓاؤُا ‘den bedeldir.
كَذَّبُوا fiiline müteallik olan بِاٰيَاتِ izafetinde, ayetlerin lafzı celâle muzâf olması, onlara tazim ve teşrif ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَسَٓاؤُا - السُّٓوآٰى kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
السُّٓوآٰى kelimesi, حسنى gibi اسو ‘nin müennesidir, ya da بشرى gibi masdardır. Allah'ın ayetlerini yalanladıkları ve onlarla alay ettikleri için ifadesi de السُّٓوآٰى 'nın illeti, bedeli, atfı beyanı ya da كَانَ ’nin haberidir. السُّٓوآٰى da, اَسَٓاؤُا 'nun mef’ûlu mutlakı veya mef'ûlüdür.
عَاقِبَةَ kelimesi mansub olarak da, merfû olarak da okunmuştur; السُّٓوآٰى ”en kötü, daha kötü” anlamına gelen الاسو kelimesinin müennesidir. Nitekim الحسنى da, الاحسن (en güzel, daha güzel) kelimesinin müennesidir. Mana şudur: Onlar dünyada yerle bir edilmekle cezalandırıldılar; ama daha sonra akıbetleri daha kötü oldu. Ancak Allah Teâlâ ayette, akıbetleri şeklinde zamir yerine, zahir isim kullanarak, kötü davranışlar sergileyenlerin akıbeti buyurulmuştur; yani cezaların en kötüsü olan ceza, ahirettedir; o da kâfirler için hazırlanmış olan cehennemdir. Buna göre; اَنْ كَذَّبُوا ‘daki اَنْ edatı, لِاَنْ (yalanladıkları için) anlamındadır; اى (diye) anlamında olması da caizdir. Çünkü kötü davranışta bulunmak; yalanlama ve alay etme ile tefsir edilince, tıpkı seslendi, yazdı vb. fiillerdeki gibi, burada da bir kavil (söyleme) söz konusu olur. (Keşşâf)
Bir başka izah şekli de, اَسَٓاؤُا fiili السُّٓوآٰى ifadesinin, günahların en kötüsü olan günahı işlediler; yani yalanladılar anlamında onun atf-ı beyanı olur. Bu durumda, كَانَ ’nin haberi; لما ve لو ’in cevapları bazen hazf edildiği gibi, bütün ihtimalleri düşündürmek amacıyla hazf edilmiş olur. (Keşşâf)
وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
Öncesine matuf olan son cümle كَانُوا ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِهَا , amili olan يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ’ye ayetlerin şanına ihtimam ve fasılaya riayet için takdim edilmiştir. (Âşûr)
Cümlenin müsnedinin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliğiyle muhatabın dikkatini uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s.103)
كَانَ ’nin haberinin, isminin mahiyetinden bir cüz olduğu (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/36, s. 124) ve haberin muzari fiil oluşu (Halidi, Vakafat s. 103) düşünüldüğünde alay edişlerinin yenilenerek değişmeden devam ettiği ayetin formundan anlaşılmaktadır.
كَانَ - كَانُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَسَٓاؤُا - كَذَّبُوا - يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
İyilikte bulunanlara cennetin verilmesi bir lütuftur. Lütufta bulunanın lütfu herhangi bir sebebe bağlı olmazsa, daha tesirli olur. Ama, kötülükte bulunanların, bir ceza olarak cehenneme atılmaları, adaletin gereğidir. Adil kimse da, o kimseyi, bir sebebe mebnî olarak cezalandırmazsa, bu adalet olmaz. İşte bundan ötürü Cenab-ı Hak, onlara azap etmesinin sebebine de yer vermiştir ki, bu onların yalanlamalarını sürdürmeleridir. Ama, verdiği mükâfatın sebebini zikretmemiştir. (Fahreddin er-Râzî)