Rûm Sûresi 9. Ayet

اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاَثَارُوا الْاَرْضَ وَعَمَرُوهَٓا اَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَۜ  ...

(Yine) onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Yeryüzünü sürüp işlemişler ve orayı kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi. Allah, onlara asla zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَسِيرُوا gezmediler mi? س ي ر
3 فِي
4 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
5 فَيَنْظُرُوا baksınlar ن ظ ر
6 كَيْفَ nasıl ك ي ف
7 كَانَ olduğuna ك و ن
8 عَاقِبَةُ sonunun ع ق ب
9 الَّذِينَ kimselerin
10 مِنْ
11 قَبْلِهِمْ kendilerinden önceki ق ب ل
12 كَانُوا idiler ك و ن
13 أَشَدَّ daha güçlü ش د د
14 مِنْهُمْ kendilerinden
15 قُوَّةً kuvvet bakımından ق و ي
16 وَأَثَارُوا alt-üst etmişlerdi ث و ر
17 الْأَرْضَ toprağı ا ر ض
18 وَعَمَرُوهَا ve onu imar etmişlerdi ع م ر
19 أَكْثَرَ daha çok ك ث ر
20 مِمَّا
21 عَمَرُوهَا bunların imar ettiklerinden ع م ر
22 وَجَاءَتْهُمْ onlara gelmişti ج ي ا
23 رُسُلُهُمْ elçiler ر س ل
24 بِالْبَيِّنَاتِ delillerle ب ي ن
25 فَمَا fakat
26 كَانَ değildi ك و ن
27 اللَّهُ Allah
28 لِيَظْلِمَهُمْ onlara zulmedecek ظ ل م
29 وَلَٰكِنْ fakat
30 كَانُوا onlar ك و ن
31 أَنْفُسَهُمْ kendi kendilerine ن ف س
32 يَظْلِمُونَ zulmediyorlardı ظ ل م
 

Yeryüzünde gezip dolaşma ve ibret alma çağrısına yer verilirken, muhataplar, sahip oldukları güç ve yeryüzünü imar açısından kendileri ile önceki toplumlar arasında bir mukayese yapmaya davet edilmektedir. Tefsirlerde genellikle Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekkeliler’i esas alan yorumlar yapılmış, özellikle bu bölgenin ziraat ve toprağın işlenmesi açısından çok sınırlı imkânlar taşıdığı, buna karşılık onlar tarafından haberleri bilinen birçok geçmiş toplumun büyük insan gücüne ve servete sahip oldukları, dolayısıyla toprağı çok iyi işledikleri ve görkemli mimari eserler vücuda getirdikleri üzerinde durulmuştur. Bu karşılaştırmanın böyle başlatılması tabii olmakla beraber, burada bütün insanlara yöneltilmiş ve kıyamete kadar sürecek bir çağrının bulunduğunda da şüphe yoktur. Zira âyetin içerdiği temel mesaj, insanların gerek birey gerekse topluluk olarak sahip oldukları güç ve imkânların kendilerini ilâhî bildirimleri inkâr etme şımarıklığına götürmemesi, beşerin kendisi hakkında yapacağı mukayesenin de hiçbir zaman Allah’ın mutlak iradesi ve karşı konulamaz kudreti dairesine uzanmaması gerektiğidir. Yine bu ve müteakip âyette, önceki kavimlerin başına gelen kötü sonuçlar incelenirken, bu sonuçların kendi kötülükleri yüzünden meydana geldiğine ve Allah’ın haksızlık etmesinin asla söz konusu olamayacağına dikkat çekilmektedir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 295-296
 

اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ 

 

Hemze inkâri istifham, وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَس۪يرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَس۪يرُوا  fiiline mütealliktir.  يَنْظُرُوا  fiili atıf harfi  فَ  ile makabline matuftur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَنْظُرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ  cümlesi mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

كَيْفَ  istifhâm harfi  كَانَ ‘nin mukaddem haberi olup fetha ile mansubdur.

كَانَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi  عَاقِبَةُ olup lafzen merfûdur. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ قَبْلِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً 

 

كَانُٓوا  damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.

اَشَدَّ  kelimesi  كَانُٓوا ‘nun haberi olup fetha ile mansubdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  اَشَدَّ ‘ye mütealliktir.  قُوَّةً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


وَاَثَارُوا الْاَرْضَ وَعَمَرُوهَٓا اَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا 

 

وَ  atıf harfidir.  اَثَارُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

عَمَرُوهَٓا atıf harfi و ‘la makabline matuftur. اَكْثَرَ  mahzuf mef’ûlu mutlakın sıfatı olup fetha ile mansubdur.  مَا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte اَكْثَرَ ‘ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  عَمَرُوهَا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

عَمَرُوهَا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur. 


 وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  جَٓاءَتْهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

رُسُلُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  جَٓاءَتْ  fiiline mütealliktir.


 فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَۜ

 

فَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

كَانَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder. للّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. 

يَظْلِمَهُمْ  fiiline dahil olan  لِ , lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manayı masdara çevirmiştir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

يَظْلِمَ  mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنْ  istidrak harfi olup  لٰكِنّ ’den muhaffefedir.  Tahfif edilince amelden düşer. İsim cümlesinin başına geldiği gibi fiil cümlesinin de başına gelebilir. Kendisinden önce genellikle vav (و) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانُٓوا ’nun dahil olduğu cümle isim cümlesidir.  كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

اَنْفُسَهُمْ  kelimesi  يَظْلِمُونَ  fiilinin mukaddem mef‘ûlu olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَظْلِمُونَ  fiili  كَانُٓوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يَظْلِمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 

اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ 

 

Ayet mukadder istinaf cümlesine matuftur. Takdiri, أقعدوا في أماكنهم (Mekânlarında oturup kaldılar mı?) şeklindedir. 

Menfî muzari fiil sıygasındaki ilk cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi hemze, inkârî manadadır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen düşünmeye teşvik, inkâr ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.


 فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ 

 

Makabline  فَ  ile atfedilen bu cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Meczum muzari fiil sıygasındaki cümle, istifhama dahildir.

كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ  cümlesi, tefekkür manasındaki  فَيَنْظُرُوا  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  

كَيْفَ  istifham ismi,  كَانَ ’nin mukaddem haberidir.  كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi,  istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

كَانَ ’nin muahhar ismi olan  عَاقِبَةُ ‘nun muzâfun ileyhi konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِهِمْ  bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, tahkir kastına matuftur.

Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

قَبْلِ - عَاقِبَةُ  kelimelerinde tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا (Yeryüzünde yolculuk yapıp da görmediler mi?) sorusu inkâr ve kınama ifade eder. (Safvetü’t Tefâsir)

Akıbet için müzekker fiil kullanılmıştır.  كَانَتْ  buyurulmamıştır. Çünkü buradaki akıbet azap manasındadır. Eğer müennes geldiyse cennet manasındadır. Müenneslik ve müzekkerliğin manaya göre gelmesi makamı gözetmenin hoş misallerindendir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Meânî’n Nahvi c. 2 /52)


كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاَثَارُوا الْاَرْضَ وَعَمَرُوهَٓا اَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi  كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً , faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَشَدَّ  haber,  قُوَّةً  temyizdir.

مِنْهُمْ  car mecruru, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden  اَشَدَّ ’ye mütealliktir.

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/36 s.124

وَاَثَارُوا الْاَرْضَ  ve  وَعَمَرُوهَٓا اَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا  cümleleri,  كَان ’nin haberi olan  اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Her iki cümle de müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

اَكْثَرَ  mahzuf mef’ûlu mutlak için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَّا , harfi-cerle birlikte  اَكْثَرَ ‘ye mütealliktir. Sılası olan  عَمَرُوهَا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَمَرُوهَٓا  ayette önemine binaen tekrar edilmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ  cümlesi, …وَعَمَرُوهَٓا اَكْثَرَ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl, ihtimam için fail olan  رُسُلُهُمْ ’a, takdim edilmiştir.

اَثَارُوا - عَمَرُو  ile  اَشَدَّ - قُوَّةً ve  يَس۪يرُوا - وَجَٓاءَتْهُمْ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْاَرْضَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ : Bir cümlede fail âkil, cem’i müzekker-i gayr-i salim veya cem’i müennes-i gayr-i salim ise fiil müzekker veya müennes kılınabilir. (Ahmet Şimşek, Arap Dilinde Müzekkerlik ve Müenneslik Uyumu)

الشِّدَّةُ : Bir cismin katılığı demektir. Bir şeydeki sıfatın çok kuvvetli olması manasında müstear olmuştur. Vasfın kemâli ve tam oluşu; değişim esnasındaki zorlukta olan dirence benzetilmiştir. (Âşûr) 


فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَۜ

 

فَ , istînâfiyyedir.

Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَانَ ’nin haberi mahzuftur.   

Sebep bildiren lam-ı cuhûdun gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِيَظْلِمَهُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  cümlesi, وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde tezattır.

وَلٰكِنْ , hafifletilmiş  لَكِنَّ  olup istidrak harfidir. 

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi, Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Olumsuz ifadeden sonra bu cümleye dahil olan istidrak harfi  وَلٰكِنْ , hasr ifade etmiştir. (Âşûr)

لا , بل  ve  لكن  atıf harfleriyle oluşan kasrda, maksûrun aleyh  لا ‘dan önce,  بل  ve لكن ‘den sonra gelir. Bunların hasr ifade edebilmesi için “bel” ve لكن ‘den önce nefy veya nehyin geçmiş bulunması, atfedilen nesnenin müfred olması (لا ‘da da öyle) ve ayrıca  لكن ‘in başında vav bulunması şarttır. (TDV islam Ansiklopedisi İsmail Durmuş Hasr Md.)

كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde  اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  cümlesi, nakıs fiil  كان ’nin haberidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  اَنْفُسَهُمْ , amili  يَظْلِمُونَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir. Ayrıca fasılaya riayet de sağlanmıştır.

كان ’nin haberi muzari fiil gelerek teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade etmiştir. Muzari fiildeki hayal gücünü harekete geçirme etkisi muhatabın dikkatini canlı tutar. 

وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ  cümlesiyle  وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Burada  لِيَظْلِمَهُمْ  kelimesi ayetin sonundaki kelimeye delalet ettiği için irsâd vardır. Ama aynı zamanda bu kelimelerin iştikâkı aynı olduğu için reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Bu iki sanat arasındaki fark; reddü’l-acüz ale’s-sadri’de iki lafız arasında benzerlik olması gerekmesidir ki bu benzerlik; bu iki lafzın lafız ve mana açısından aynı olması veya aralarında cinas olması (yani lafzen aynı olmakla beraber manalarının farklı olması) ya da iştikâk bakımından aynı ya da benzer olmaları şeklindedir. İrsâdda ise böyle bir şart yoktur. Yukarıdaki ayet-i kerîmede olduğu gibi iki sanat aynı anda gerçekleşebilir. Dolayısıyla irsâd, reddü’l-acüz ale’s-sadr den daha umumidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

كَانَ - كَانُٓوا  ve  لِيَظْلِمَهُمْ - يَظْلِمُونَۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لٰكِنْ - كان  kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كان ’nin tekrarında  ıtnâb ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayeti Kerime’de Allah (cc) ironi yolu ile Mekkelilerle istihza etmektedir. Mekkeliler kendilerinden öncekilerden durum olarak daha zayıf olmaları ve daha çorak bir coğrafyada yaşamalarına rağmen dünyaya aldanıp onunla övünen kimselerdi. Allah (cc) yeryüzünü sürüp biçmede, imar etmede son derece ileri seviyeye ulaşmış olan ve Mekkelilerle kıyaslanmayacak derecede güçlü kimselerin akıbetlerini hatırlatarak ibret almadıklarından dolayı onlarla istihzâ etmiştir. Daha güçlü olup helak olan önceki toplumlardan ibret almayan Mekkelilerin gücü küçümsenmekte ve onlarla alay edilmektedir. (Ekrem Solmaz, İroni Üslubu Ve Kur’an-ı Kerim’de Kullanımı, Yüksek Lisans Tezi) 

Demek ki Allah onlara zulmetmiyordu. Suçsuz helak etmiyordu. Buna zulüm denilmesi, Allah Teâlâ’nın son derece nezih olduğunu ortaya koyup açıklamak içindir. Yoksa Allah suçsuz da helak etse gerçekte yine zulüm olmazdı. Çünkü Allah (cc) gerçek maliktir. Malikin mülkünde dilediğini yapması zulüm olmaz. Zulüm, başkasının haklarına saldırmayı ifade eder. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Cenab-ı Hak, önceki iki delilde “görmediler mi?” tabirini kullanmış, ama “gezmediler mi?” dememiştir. Çünkü orada, kişinin bizzat kendisinin gezip dolaşmasına ihtiyaç yoktur. Burada ise, “yerde gezip... de bakmadılar mı?” buyurmuş, onları, emsallerinin halleriyle ve yaptıklarının veballeri ile alakalı olarak zikretmiştir. Daha sonra Cenab-ı Hak, bunların helak olmaya daha çok müstehak olduklarını bildirmiştir. Zira, kendilerinden önce yaşamış olan Âd ve Semûd kavimleri, bunlardan daha kuvvetli idiler ama kuvvetleri kendilerine fayda vermedi. Yine onlar, gerek mal gerekse ömür bakımından daha ileriydiler. Fakat, onların malları ve kaleleri, başlarına gelen o helake mani olamadı.

Bil ki, insan şu üç şeye itimat eder: Kendisindeki bedenî kuvvete ve destekçilerine. Zira bir şeye müdahale, bunlar sayesinde olur. Malî kuvvete. Zira bir şeye müdahale etmeye hazırlanmak bu sayede mümkün olur. Çözülme, gevşeme ve zayıflama esnasında, kendisine yaslanacağı, dayanacağı, arka kuvveti. Ki bunlar, kaleler ve sığınaklardır. İşte bu cümleden olarak Cenab-ı Hak, “Onlar, beden bakımından sizlerden daha kuvvetli idiler. Mal bakımından daha ileriydiler. (Fahreddin Râzî)

Cenab-ı Hak burada, “Hakikaten insanlardan çoğu...” buyurmuş, bundan önceki ayette de, “Fakat insanların ekserisi...”(Rum, 6) buyurmuştur. Niçin?

Cevap: Çünkü bundan önce bu iki vasfa (Cenab-ı Hakk’ın birliği ve haşr) dair bir delil zikredilmemiştir. Burada ise Cenab-ı Hak, açık deliller ve göz alıcı burhanlar zikretmiştir. Delilden sonra olacak imanın, delilden önceki imandan daha kuvvetli olacağında şüphe yoktur. O halde, delillerden sonra, bu “ekseriyyet”ten bir topluluğun mutlaka iman etmesi gerekir. Binaenaleyh, o ekser (sayıca), artık o eskiden olduğu gibi kalmamıştır. Bu sebeple, Cenab-ı Hak, delil getirdikten sonra, “.. .çoğu...”; delilden önce ise, “.. .insanların ekserisi...” demiştir. Kendisinden gafil olmanın mümkün olmadığı delilden ve mümkün olsa dahi, gaflet etmenin vuku olmayacağı delilden sonra -ki bu gökler ve yerlerdir. Çünkü, insanın, üzerindeki semadan ve altındaki yerden habersiz olması akıldan uzak bir şeydir, kendisinden gafil olunabilecek şeyi zikretmiştir ki, bu da onlarla ilgili darb-ı mesellerin hal ve durumlarının nakledilmesidir. (Fahreddin er-Râzî)