Rûm Sûresi 8. Ayet

اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ۠ مَا خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ بِلِقَٓائِ۬ رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ  ...

Onlar, kendi nefisleri(nin yaratılış incelikleri) hakkında hiç düşünmediler mi? Hem Allah, gökler ile yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yaratmıştır. Şüphesiz insanların birçoğu Rablerine kavuşacaklarını inkâr ediyorlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَتَفَكَّرُوا hiç düşünmediler mi? ف ك ر
3 فِي içlerinde
4 أَنْفُسِهِمْ kendi ن ف س
5 مَا
6 خَلَقَ yaratmamıştır خ ل ق
7 اللَّهُ Allah
8 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
9 وَالْأَرْضَ ve yerde ا ر ض
10 وَمَا ve bulunanları
11 بَيْنَهُمَا bu ikisi arasında ب ي ن
12 إِلَّا dışında
13 بِالْحَقِّ hak olması ح ق ق
14 وَأَجَلٍ ve bir süre ا ج ل
15 مُسَمًّى belirtilmiştir س م و
16 وَإِنَّ ve şüphesiz
17 كَثِيرًا çoğu ك ث ر
18 مِنَ -dan
19 النَّاسِ insanlar- ن و س
20 بِلِقَاءِ kavuşmayı ل ق ي
21 رَبِّهِمْ Rabblerine ر ب ب
22 لَكَافِرُونَ inkar etmektedirler ك ف ر
 

Bu âyetin ilk kısmı gramer açısından tahlil edildiğinde, “Kendi kendilerine bir düşünmezler mi ki, Allah’ın gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları ancak ve ancak hak ve adalet temelinde yaratmış olduğunu anlasınlar veya bunu dile getirsinler!” şeklinde bir mânaya ulaşılabildiği gibi, âyetin bu kısmına “Kendileri hakkında ve Allah’ın gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları ancak ve ancak hak ve adalet temelinde yaratmış olduğu hakkında bir düşünmezler mi?” anlamını vermek de mümkündür (bk. Zemahşerî, III, 198; İbn Atıyye, IV, 329; Şevkânî, IV, 247). Bu yorumu işleyen bazı müfessirler insanın anatomisi ile ilgili birtakım inceliklere ve insan vücudunun ihtiva ettiği hârikulâde sistemlere de işaret ederler (bk. Râzî, XXV, 98). Âyetin “Ancak ve ancak hak ve adalet temelinde yaratmıştır” şeklinde çevrilen kısmı için yapılan başlıca yorumlar şunlardır: Ancak adaletle, hakkı ayakta tutmak üzere yaratmıştır (Taberî, XXI, 24); anlamlı bir gayesi olmadan ve boş yere yaratmamış, üstün bir hikmet gereği yaratmıştır (Zemahşerî, III, 198); sağlam bir düzen içinde yaratmıştır (Râzî, XXV, 98-99).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 294-295
 

اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ۠ مَا خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ 

 

Hemze inkâri istifham, وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَتَفَكَّرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ۠  car mecruru  يَتَفَكَّرُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَا خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ  cümlesi  يَتَفَكَّرُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

الْاَرْضَ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  مَا  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  بَيْنَهُمَٓا  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir.  هُمَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  بِالْحَقِّ  car mecruru  خَلَقَ ’daki failinin mahzuf haline mütealliktir.  اَجَلٍ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

مُسَمًّى  kelimesi  اَجَلٍ ’in sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَفَكَّرُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi فكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 


 وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ بِلِقَٓائِ۬ رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَثٖيراً  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.

مِنَ النَّاسِ  car mecruru  كَثٖيراً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.  بِلِقَٓائِ۬  car mecruru  غَافِلُونَ ‘nin failine müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

كَافِرُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

كَافِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ۠ 

 

Ayet mukadder istinaf cümlesine matuftur. Takdiri;  أجهلوا (Cahillik mi ettiler?) şeklindedir. 

İlk cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi hemze, inkârî manadadır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkar ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

يَتَفَكَّرُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

ف۪ٓي  harfinde istiare vardır.  ف۪ٓي  harfi zarfiye manasındadır. Nefis, içi olan bir nesneye benzetilmiştir.

يَتَفَكَّرُوا  fiili  تفعّل  babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

Kur’an-ı Kerim’de tefekkür, aklını kullanan bireylerin (teakkul) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (tezekkür) geleceğe yol bulmaları (tedebbür) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu durumlarda kullanılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

7التَّفَكُّرُ ; istifade etmek için üzerinde düşünmek demektir.  في  mecazi zarfiyyedir.  يَتَفَكَّرُوا  fiiline mütealliktir. Mefulun fiiline müteallak olması gibidir. (Âşûr)


مَا خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ

 

Cümle  يَتَفَكَّرُوا  fiilinin mef’ûlun bihidir. İstînâfiyye olduğu da söylenmiştir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil mazi sıygada gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Mef’ûl konumundaki ikinci  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. Mevsûlün sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  بَيْنَهُمَٓا , bu mahzuf sılaya mütealliktir.

بِالْحَقّ , car mecruru  خَلَقَ ’daki failin mahzuf haline mütealliktir. 

اَجَلٍ  için sıfat olan  مُسَمًّىۜ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

بِالْحَقِّ ’ya matuf olan  وَاَجَلٍ ’deki tenvin, tazim içindir. 

Ayette  مَا  nefy harfi ve  اِلَّا  hasr edatıyla oluşan kasr üslubu, Allah Teâlâ’nın yeryüzü ve gökyüzünü belli bir süre ve hak ile yarattığını kesin bir dille, şüpheye yer vermeyecek şekilde belirtmiştir. 

السَّمٰوَاتِ  ve  الْاَرْضَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.

خَلَقَ - الْحَقّ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır. 

الْحَقِّ - خَلَقَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümledeki birinci  مَا  nefy harfi, ikincisi ise ism-i mevsûldür. Aralarında tam cinas ve reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümledeki  اِلَّا بِالْحَقِّ  kelamın akışından anlaşılan mahzûf  قول (demek) yahut  علم (bilmek) kelimeleriyle alakalıdır (اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فيقول). Ve belli bir süre ile yaratmıştır, yani orada sona erer ve ondan sonra kalmaz. (Beyzâvî)

ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ۠ (Kendilerinde) -yani içinde düşünce namına bir şey bulunmayan- kalplerinde bir tefekkür meydana getirmediler mi? Tefekkür zaten kalplerde olur; fakat bu, mütefekkirlerin halini daha ziyade tasvir etmektedir. Senin şu sözüne benzer: “Ona kalbinle inan” ve “Onu içinde sakla.” Tefekkür fiilinin mef‘ûlun bihi olma ihtimali de vardır; tıpkı (O konuda düşündü ve fikrini onun üzerinde dolaştırdı.) sözünde olduğu gibi. Buna göre mana; (Kendilerini düşünmediler mi?) olur.

Yaratmamıştır ifadesi, mahzuf bir  قول (söyleme) fiili ile alakalı olup manası şudur: Düşünüp de bu ifadeyi (yani “Allah gökleri, yeri ve ikisinin arasında ne varsa…” sözünü) söylemediler mi?  اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا  ifadesinin, ‘’Düşünüp de bilmediler mi?’’ anlamında olduğu da söylenmiştir; çünkü sözde buna dair delil vardır. Zira bilme, düşünmenin neticesidir. (Keşşâf)


 وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ بِلِقَٓائِ۬ رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Car mecrur  بِلِقَٓائِ۬ رَبِّهِمْ , amili olan  كَافِرُونَ ‘ye, önemine binaen takdim edilmiştir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبِّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَبِّهِمْ  izafeti onları tahkir içindir. 

رَبِّهِمْ  şeklinde Rabb isminin kâfirlere ait zamire muzâf olmasında, Rabblerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.

بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ  [Rableriyle buluşacağına] tabiri önemi ve maksat o olduğu için takdim edilmiştir. Bu tabirde lâzım olan Rableriyle buluşmak zikredilmiş, melzûm olan Rabblerinin hesaba çekeceği ve cezasını vereceği manası kastedilmiştir. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

اِنَّ ’nin haberi  لَكَافِرُونَ  şeklinde ism-i fail kalıbında gelerek, sübut ve devam ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübût ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur’ân-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cenab-ı Hak burada, enfüsî delilleri afakî delillerden; “Gerek afakta gerek kendi nefislerinde ayetlerimizi onlara göstereceğiz” (Fussilet, 53) ayetinde de afakî delilleri önce getirmiştir. Çünkü, bir şey anlatmaya çalışan, bir şey ifade ettiğinde onu, tercih ettiği yeni bir tarz üzere getirir. Binaenaleyh, şayet onu, dinleyen ve yararlanmaya çalışan dinleyici anlarsa, ne âlâ. Aksi halde onu bir öncekinden daha açık bir şekilde ele alır ve üslubunu, derece derece netleştirir. İstifade etmek isteyene gelince o da, ilk önce en açık olanı anlar, daha sonra, anlayamadığı o daha kapalı şeyi anlamaya doğru yönelir, ona terakki eder, böylece de en son olarak zikredilen daha açığı anladıktan sonra onu, yani o kapalı olan manayı anlar. O halde bu demektir ki, ifade etmeye çalışan kimse tarafından en son olarak zikredilen şey, dinleyici nezdinde ilk önce anlaşılandır. (Fahreddin er-Râzî)