يَعْلَمُونَ ظَاهِراً مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ
İmandan yoksun ve âhiretten yana tamamen gaflet içindeki kimselerden söz eden bu âyet açıklanırken tefsirlerde daha çok, bu gibi kimselerin dünya hayatını zevku safa içinde geçirebilmek için gereken şeyleri öğrenip emeklerini bu yöne teksif ettiklerine, buna karşılık âhireti hiç akıllarına getirmediklerine işaret edildiği belirtilir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir nokta şudur: Bu ifadede bir kınama anlamı bulunmakla birlikte, söz konusu kimselerin kötülenen tutumu dikkatlerini âhiret hayatından tamamıyla uzaklaştırmış olmalarıdır; yoksa dünya hayatına ve bu hayatın icaplarına dair bilgi sahibi olmak kınanmış değildir. Nitekim müminler de dünya hayatının görünen yüzünden haberdar idiler. İki grup arasındaki fark inkârcıların bu görünen maddî âlemin ötesinde başka bir âlemin daha varlığına dikkat etmemeleri ve bu hususa önem vermemeleridir.
Âyetin ilk cümlesiyle ilgili yorumların özellikle şu iki noktada yoğunlaştığı görülür: a) Cümle “Onlar dünya hayatının sadece görünen yüzünü bilirler” şeklinde anlaşılırsa dünya hayatının bir görünen (zâhir) bir de görünmeyen (bâtın, hakikat) tarafı olduğu anlamı tercih edilmiş olur. Bu tercihe göre birinci yönünü bilmekten maksat dünya süsü, zevki ve nimetleriyle haşir neşir olmak, dünyadan kâm almaya çalışmak; ikinci yönünü bilmekten maksat ise dünya hayatının asıl varlık sebebini yani âhiret kurtuluşunun önemini kavramak ve ona uygun bir hazırlık yapma çabası içinde olmaktır. b) Âyetin bu kısmı “Onlar dünya hayatının sadece bir yüzünü bilirler” şeklinde anlaşıldığı takdirde âyetin yorumu şu olur: Dünyanın birçok görünümü olduğu halde o kimseler bunların içinden sadece birini bilirler, bütün emeklerini gözlem ve deneyle bilinenlere hasrederler; bunlardan hareketle fikir yürütüp daha ötelere ulaşmaya, varlık ve olayların arkasındaki kudreti teşhis etmeye, gözlem ve deneyle bilinenlerin inceliklerine inmeye ve bunların var edilmesindeki gerçek amacı belirlemeye çalışmazlar (bk. Zemahşerî, III, 198; İbn Âşûr, XXI, 49-50).
Söz konusu cümle –lafza daha uygun olduğunu düşündüğümüz için– meâlde, “Onlar dünya hayatının sadece görünen yüzünü kısmen bilirler” şeklinde çevrilmiştir. Bu ifadeye göre varlıkları bilinme, bilgiye konu olma yönünden üçe ayırmak gerekir: a) Dünya hayatından (dünyadan) bilinenler, b) Dünya hayatının görünen yüzüne dahil ve bilinebilir olduğu halde bilinmeyenler, c) Görünen yüze, dünyaya, madde âlemine dahil olmadığı için bilinmeyen ve Allah bildirmedikçe bilinemez olanlar.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 293-294يَعْلَمُونَ ظَاهِراً مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ
Fiil cümlesidir. يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
ظَاهِراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ الْحَيٰوةِ car mecruru ظَاهِراً ’e mütealliktir.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ
هُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَنِ الْاٰخِرَةِ car mecruru غَافِلُونَ’ye mütealliktir.
غَافِلُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و 'dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
هُمْ munfasıl zamiri önceki zamiri tekid içindir.
الْغَافِل۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan غفل fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْلَمُونَ ظَاهِراً مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ
Ayet ta’liliye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ظَاهِراً ’deki tenvin taklîl içindir. Dünya hayatının sadece bir yönünü biliyorlar manası için zikredilmiştir.
الدُّنْيَاۚ kelimesi, الْحَيٰوةِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
يَعْلَمُونَ ifadesi, önceki ayette geçen لَا يَعْلَمُونَ sözünün karşılığıdır. Bu şekilde bedel getirmekte şöyle bir nükte vardır: Allah Teâlâ sana, cehalet demek olan bilgisizlik ile dünyadan öteye geçmeyen bilgi arasında fark olmadığını öğretmek için bilirler ifadesini bilmezler ifadesinin karşılığı kılmış; bunu onun makamına getirerek onun yerine koymuştur. (Keşşâf)
6 ve 7. ayetteki لَا يَعْلَمُونَ (bilmezler) - يَعْلَمُونَ (bilirler) kelimeleri arasında tıbâk-ı selb vardır.
Önceki ayetteki وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ cümlesiyle bu ayetteki يَعْلَمُونَ ظَاهِراً مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ
Hal وَ ‘ıyla gelen cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümledeki ikinci munfasıl zamir هُمْ , tekid için gelmiştir. Ayrıca bu zamirin tekrarı kasr ifade etmiştir. Ahiretten gafil olmak onlara hasredilmiştir. Ahiret konusundaki gafletlerinin tekidi mübalağa ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَنِ الْاٰخِرَةِ , önemine binaen amili olan غَافِلُونَ kelimesine takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هُمْ zamirinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
يَعْلَمُونَ ظَاهِراً مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ cümlesiyle, وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ cümlesi mukabele teşkil etmiştir.
الْاٰخِرَةِ - الدُّنْيَاۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, غَافِلُونَ - يَعْلَمُونَ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır
Allah Teâlâ, [Onlar bu dünya hayatından, bir dış görünüşü bilirler] buyurmuştur, yani onların ilimleri dünyaya mahsustur. Hem sonra onlar dünyayı da olduğu gibi bilemezler. Çünkü onlar dünyanın ancak dış yüzünü, zahirini isterler. Bu zahir de, dünyanın lezzetleri ve eğlenceleridir. Ama dünyanın iç yüzünü göremezler. Bunlar da dünyanın zararları ve yorgunluklarıdır. Yahut onlar dünyanın görünen tarafını bilirler. Onun yok olacağını bilmezler. Ahirette ise onlar gafillerin kendileridir demektir. Yani onlar ahiretten habersizdirler. Ayetteki ikinci هُمْ gafletin bizzat kendilerinden kaynaklandığını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)
وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ [Âhiretten tamamen gafil olanlar da sadece bunlardır.] ifadesinde ikinci هُمْ ’un mübteda, غَافِلُونَ’nin haber olması ve bunlardan oluşan cümlenin ilk هُمْ ’un haberi olması da; ikinci هُمْ ’un birincisinin tekidi ve غَافِلُونَ ’nin ilk هُمْ ’un haberi olması da caizdir. Hangisi olursa olsun, bu hasr üslubu onların; ‘ahiretten gafil olmanın kaynağı, merkezi ve simgesi olduklarını ve gafletin onlardan kaynaklanıp yine onlara döndüğünü herkese ilan etmektedir. (Keşşâf)
Bu cümlede hasr ifade etmek için zamir tekrar edilmiştir. İsim cümlesi olarak gelmesi ise, onların devamlı gaflet içinde olduklarını göstermek içindir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Ahireti bilmemelerinin gafletle ifade edilmesi, Ahiret hayatının varlığını gerekli kılan delillere bakarlarsa, ahiret hayatının varlığına dair delillerin ortaya çıkacağından kinayedir. Bu konudaki cahillikleri gaflete benzetilmiştir. Çünkü bakmak isteseler, önem verseler bunu bilirlerdi. غافِلُونَ kelimesinde tebeî istiare vardır. (Âşûr)