Rûm Sûresi 22. Ayet

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْعَالِم۪ينَ  ...

Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْ -nden (biri de)
2 ايَاتِهِ O’nun ayetleri- ا ي ي
3 خَلْقُ yaratılmasıdır خ ل ق
4 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
5 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
6 وَاخْتِلَافُ ve değişik olmasıdır خ ل ف
7 أَلْسِنَتِكُمْ dillerinizin ل س ن
8 وَأَلْوَانِكُمْ ve renklerinizin ل و ن
9 إِنَّ şüphesiz
10 فِي vardır
11 ذَٰلِكَ bunda
12 لَايَاتٍ ibretler ا ي ي
13 لِلْعَالِمِينَ bilenler için ع ل م
 

Yüce Allah’ın kudretinin kanıtlarına değinilirken göklerin ve yerin yaratılmasının insanların özellikleriyle birlikte zikredilmesi ve ardından da bunda bilenler için ibretler bulunduğunun belirtilmesi, evrenin yaratılmasının insanla anlam kazandığını, insanın da bunları bilmesiyle değerli olduğunu göstermektedir (göklerin ve yerin yaratılması hakkın­da bk. Bakara 2/29).

İnsanların dillerinin ve renklerinin farklılığı objektif olarak gözlemlenebilen bir olgudur. Bundan ibret alınması ise bilme şartına bağlanmıştır. “Bilenler” şeklinde çevirdiğimiz âlimîn kelimesi dar anlamıyla alınırsa bunu “âlimler, ilim sahipleri” şeklinde tercüme etmek mümkündür; fakat burada her insanın fıtrî özellikleriyle bilebileceği bir durumdan söz edildiği için kelimenin geniş anlamı esas alınmıştır. Konu üzerinde özel araştırmalar yapan uzmanların bu kapsamda sayılması ise zaten evleviyet gereğidir. Fakat “bilme”nin başkaları tarafından telkin edilen veya öğretilen bilgileri alıp bellekte koruma anlamında olmadığına dikkat edilmelidir. Zira âyette geçen kelimenin kökünde “varlık ve olayların hakikatini anlamak, temyiz etmek yani farklı şeyleri birbirinden ayrıştırmak, bir şeyin mahiyetini iyice kavramak, bir işi sağlam ve düzgün yapmak” gibi anlamlar bulunmaktadır. Şu halde âyette muhataplardan istenen, bir kökten geldikleri halde insanların biyolojik ve kültürel farklılıklara sahip olmaları üzerinde dikkatle düşünüp bundan sonuçlar çıkarmaktır.

Farklı dillere sahip olma, değişik etnik gruplara mensup toplulukların farklı dilleri konuşması, aynı dili konuşanlar arasında lehçe, şive ve ağız farklılıklarının bulunması şeklinde açıklanabileceği gibi, her bir ferdin ses, konuşma ve ifade özelliklerindeki farklılıklar biçiminde de anlaşılabilir. Çevremize baktığımızda sesinin gürlüğü-zayıflığı, inceliği-kalınlığı, konuşmasının düzgünlüğü-bozukluğu, üslûbu vb. bütün hususlarda birbirinin aynı iki kişiye rastlamanın hemen hiç mümkün olmadığını görürüz. Aynı şekilde, her bir ferdin deri rengi, yüz hatları ve vücut biçimindeki farklılıklar bir taraftan insanın kendine özgü hususiyetleriyle “kendisi”olmasını sağlarken diğer taraftan da insanların birbirleriyle ayrı kişiler olarak ilişki kurmalarını mümkün kılar. Nitekim Hucurât sûresinin 13. âyetinde insanlığın değişik halklara ve oymaklara ayrılmasının amacı, onların tanışmasının sağlanması şeklinde açıklanmıştır ki bunun tabii sonucu karşılıklı beşerî ilişkilerin kurulmasıdır. Şayet bu farklılıklar bulunmasa ve insanlar tek tip olarak yaratılmış olsaydı dünyanın böyle beşerî ilişkilere sahne olması mümkün olmaz, düzenin yerini kaos alırdı. Bunu daha iyi tasavvur edebilmek için, meselâ, aynı kıyafeti giymiş ikiz kardeşleri ayırt etmenin zorlukları ve böyle bir durumda üzerlerinde farklı kıyafet bulunmasının sağladığı kolaylık göz önüne getirilebilir (Zemahşerî, III, 201). Yine, âyette değinilen bu olgu üzerinde düşünürken, üslûp ve ifade farklılıklarının insana verilen düşünme ve muhâkeme yeteneğinin verimliliğini sağlamadaki, ilim, fikir ve sanat hayatının geliştirilmesindeki etkileri hatta medeniyetlerin temelinde bu farklılıkların yattığı dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. İnsanların dil ve renk hususiyetleri temeline dayalı bilim dallarının alt disiplinlere ayrılması bu âyette dikkat çekilen olgu üzerinde düşünmenin önemini teyit ettiği gibi, bu alanlarda yapılacak yeni araştırmaların, konunun inceliklerine daha çok ışık tutan verilerin tesbitine imkân sağlayacağı muhakkaktır.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 303-304
 

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْۜ

 

Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur.  مِنْ اٰيَاتِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

خَلْقُ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْاَرْضِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

اخْتِلَافُ  atıf harfi وَ ‘la  خَلْقُ ‘ya matuftur.  اَلْسِنَتِكُمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَلْوَانِكُمْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.


 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْعَالِم۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

اٰيَاتٍ  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

لِلْعَالِم۪ينَ  car mecruru  اٰيَاتٍ  müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

عَالِم۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  علم olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْۜ 

 

Ayet  وَ ’la önceki ayetteki …من آياته أن خلقكم  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İlk cümle  وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْۜ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Veciz anlatım kastıyla gelen  خَلْقُ السَّمٰوَاتِ  izafeti, muahhar mübtedadır.  وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ  temâsül nedeniyle mübteda olan  خَلْقُ السَّمٰوَاتِ ’ya atfedilmiştir. 

مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif kazandırmış, ayetlerin kemâl vasıflara sahip olduğuna işaret etmiştir.

اَلْوَانِكُمْۜ  kelimesi  اَلْسِنَتِكُمْ ’a, وَالْاَرْضِ  ise  السَّمٰوَاتِ ‘ye matuftur. 

Halk edilenlerin semavat, arz, dil ve renklerin farklılığı şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

الْاَرْضِ - سَّمٰوَاتِ  kelimeleri arasında tıbak-ı icâb ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. 

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.

اَلْسِنَتِ , ağızdaki tad alma organıdır. Aletin adı mecaz olarak aletin yaptığı iş için kullanılmıştır: Konuşma organı, aleti olan  اَلْسِنَتِ  kelimesinin mecaz olarak lisan anlamına kullanılması, aliyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

اَلْوَانِ  renk demektir. Ayette bu kelime ırktan kinayedir. 

“Lisanlarınızın değişik olması...” demek dillerin, ya da konuşma türü ve şekillerinin değişik olması, demektir. “Renklerinizin” de siyah, beyaz ve bu ikisinden başka renklerde olması O'nun delillerindendir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

Râgıb el-İsfehani şöyle demiştir: ”Dillerin farklı oluşu, konuşma ve nağmelerin değişik olduğuna işaret etmektedir. Her insanın, gözün fark ettiği özel bir şekli olduğu gibi kulağın ayırdığı bir nağmesi, sesi vardır. Bu sebeple keyfiyet yönü itibariyle her açıdan birbirine denk iki konuşma hemen hemen duyamazsın."

Yine Ragıb el-İsfehani insanların renklerinin farklı oluşu hakkında şöyle demiştir: Ayet-i Kerime’de, söz konusu renk çeşitlerinin, şekillerin farklı oluşundan kaynaklandığına işaret edilmektedir. Ki, insanların çokluğuna rağmen her insan, diğerlerinden farklı olarak özel bir şekle sahiptir. Bu durum, Allah'ın gücünün büyüklüğünü vurgulamaktadır. Yani renklerin farklı oluşu, organların hatlarına, şekillerine ve güzelliklerine işaret etmektedir. Nitekim ikizlerin, yapılarının, yapılarındaki maddelerin ve diğer durumlarının aynı olmasına rağmen birbirine son derece benzeseler bile farklı olduklarını görmez misin?" (Ruhu’l Beyan)


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْعَالِم۪ينَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  bu delillere dikkat çekmek ve muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için gelmiştir.  اِنَّ ’nin haberi olarak takdimi de önemine işaret etmektedir.

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

لِلْعَالِم۪ينَ  car mecruru  لَاٰيَاتٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.

لَاٰيَاتٍ  kelimesindeki tenvin tazim ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اٰيَاتٍ (ayetler) herkes için olduğu halde alimlere tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak anlayanlar, bilenlerdir. (Ebüssuûd)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)