Rûm Sûresi 42. Ayet

قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلُۜ كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُشْرِك۪ينَ  ...

De ki: “Yeryüzünde dolaşın da önceki milletlerin sonlarının nasıl olduğuna bakın.” Onların çoğu Allah’a ortak koşan kimselerdi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 سِيرُوا gezin س ي ر
3 فِي
4 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
5 فَانْظُرُوا ve bakın ن ظ ر
6 كَيْفَ nasıl ك ي ف
7 كَانَ olduğuna ك و ن
8 عَاقِبَةُ sonunun ع ق ب
9 الَّذِينَ kimselerin
10 مِنْ
11 قَبْلُ önceki ق ب ل
12 كَانَ idi ك و ن
13 أَكْثَرُهُمْ onların çoğu ك ث ر
14 مُشْرِكِينَ ortak koşanlardan ش ر ك
 

Kur’an’ın, yeryüzünde dolaşılması ve önceki toplumların başına gelenlerden ibret alınmasıyla ilgili ısrarlı teşvikinin yanına burada bir bilginin ilâve edildiği görülmektedir: “Onların çoğu şirke sapmış kimselerdi.” Bu, geride iz ve eserleri, harabeleri kalan toplumlarda çok tanrıcılık inancının hâkim bulunduğuna işaret olabilir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 325
 

   Keyfe : كَيْفَ

   كَيْفَ Nasıl; Hakkında: Beyaz ve siyah; benzer ve benzemez; sağlıklı ve hasta şeklinde kimi tanımlamaların yapılabildiği bir soru sözcüğüdür. Onun için Yüce Allah hakkında 'nasıl' sorusunu sormak uygun değildir.

  Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de kendisi hakkında كَيْفَ lafzıyla haber veya bilgi verdiği sözlerin hepsi muhatabın dikkatini çekme ya da azarlama yoluyla haber veya bilgi sorma anlamı taşır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sadece edat olarak 83  kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri keyif, keyfî ve mükeyyifedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ  ‘dır.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  س۪يرُوا  fiili  نَ  ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و  ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  س۪يرُوا  fiiline müteallıktır. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

انْظُرُوا  fiili  نَ  ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و  ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ  cümlesi amili  انْظُرُوا  ‘nun mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

كَيْفَ  istifhâm ismi,  كَانَ  ‘nin mukaddem haberi olarak mahallen mansubdur. 

عَاقِبَةُ  kelimesi  كَانَ  ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِنْ قَبْلُۜ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.


كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُشْرِك۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  اَكْثَرُ  kelimesi  كَانَ  ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

مُشْرِك۪ينَ  kelimesi  كَانَ  ‘nin haberi olup nasb alameti  ي  ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُشْرِك۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلُۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ  cümlesi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehdit ve korkutma manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

Yine aynı üslupla gelen  فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلُۜ , mekulü’l-kavl cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler inşâî olmak bakımından mutabıktır.

كَانَ ’nin dahil olduğu  كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلُۜ  isim cümlesi, انْظُرْ  fiilinin iki mef’ûlü konumundadır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  كَيْفَ  istifham ismi,  كَانَ ’nin mukaddem haberidir.  الَّذ۪ينَ ’ye muzâf olan  عَاقِبَةُ , nakıs fiil  كَانَ ’nin muahhar ismidir. 

عَاقِبَةُ  ‘nun muzafun ileyhi konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur. Car mecrur  مِنْ قَبْلُۜ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tehdit ve korkutma manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

كَانَ ’nin haberi soru isimleri veya haber ifade eden  كَمْ  gibi başta gelmesi zorunlu isimlerden olursa, bu durumda haber, كَانَ ’den ve isminden önce gelir. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ  ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 93)

Bu cümle, Neml Suresi 69. ayette bir kelime hariç aynıdır. Bu ayette 

عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ  yerine  عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلُۜ  gelmiştir. Bu tekrar, konuyu hatırlatmak amacıyla yapılmış ıtnâb sanatıdır. Ayrıca iki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri,  Ahkaf Suresi, c. 7, s.314)

عَاقِبَةُ ‘yi anlatan  كَانَ  fiiline müenneslik alametinin bitişmeme sebebi, bunun müennesliğinin gerçek olmaması ve anlamın  كَيْفَ كَانَ آخِرُ أمرِهِمْ  (işlerinin sonu nasıl oldu!) şeklinde müzekker olmasıdır. Allah Teâlâ mücrimler ifadesiyle inkârcı kesimi kastetmiştir. İnkârın cürümkârlık ile ifade edilmesinin yegane sebebi, cerimelerin terki ve bu cerimelerin varacağı akıbetle korkutma hususunda Müslümanlar için bir lütuf olmasıdır. (Keşşâf)

Ayetteki  س۪يرُوا  ve  انْظُرُوا  emir fiilleri itibar yani, düşünmeye sevk etmek amacıyla gelebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَاقِبَةُ  -  قَبْلُۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.


كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُشْرِك۪ينَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَكْثَرُهُمْ  nakıs fiil  كَانَ ’nin ismi,  مُشْرِك۪ينَ  haberidir.

Müsnedün ileyh olan  اَكْثَرُهُمْ ‘un izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.

كَانَ ’nin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/36, C. 5,  s.124)

Bu dünyevi azap geldiğinde, sadece müşrikler üzerine gelmez. Nitekim Cenab-ı Hak ‘’sizden, sadece zalimlere isabet etmeyecek olan fitneden korkun’’ (Enfal/25) buyurmuştur. Hatta bu, çocukları ve delileri de içine alır. Fakat azaba uğrayanların ekserisi, müşriklerdir. (Fahreddin er-Râzî)  

كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُشْرِك۪ين "Onların çoğu müşrik idi." cümlesi, onların başına gelenlerin sebebinin, aralarında şirkin yayılması olduğunu yahut çoğunda şirk, diğerlerinde ise şirkten aşağı olan günahları olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)

 كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُشْرِك۪ينَ  cümlesi  كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلُۜ  cümlesi için ta’lil cümlesidir. Yani beklenen bu akıbete maruz kalmalarının asıl nedeni, onların çoğunun müşrik olmaları idi. Nitekim ümmetler içerisinde bu korkunç akıbete uğrayanların çoğunluğu hep şirk koşanlar olmuştur ve kendileri de nihayet başlarına gelenin bu sebeple olduğunu bilmişlerdir. Bu ümmetlerin içinde müşrik olmayanlar kimseler de vardı. Fakat bunlar da kendilerine gelen elçileri yalanladıkları için, onlarla aynı güruha dahil edildiler. (Âşûr)