وَلَقَدْ اٰتَيْنَا لُقْمٰنَ الْحِكْمَةَ اَنِ اشْكُرْ لِلّٰهِۜ وَمَنْ يَشْكُرْ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | اتَيْنَا | biz verdik |
|
3 | لُقْمَانَ | Lokman’a |
|
4 | الْحِكْمَةَ | hikmet |
|
5 | أَنِ | için |
|
6 | اشْكُرْ | şükretmesi |
|
7 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
8 | وَمَنْ | ve kim |
|
9 | يَشْكُرْ | şükrederse |
|
10 | فَإِنَّمَا | şüphesiz |
|
11 | يَشْكُرُ | şükreder |
|
12 | لِنَفْسِهِ | kendisi için |
|
13 | وَمَنْ | ve kim |
|
14 | كَفَرَ | inkar ederse |
|
15 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
16 | اللَّهَ | Allah |
|
17 | غَنِيٌّ | zengindir |
|
18 | حَمِيدٌ | övülmüştür |
|
Lokmân, Kur’an-ı Kerîm’de ismi sadece bu sûrede geçen, aynı zamanda sûrenin de ismiyle anıldığı sâlih bir kişidir. Âlimlerin çoğunluğu, Lokmân’ın peygamber olmadığını, ancak Allah’ın kendisini bilgi ve hikmetle şereflendirdiğini belirtirler. İslâm öncesi Arap toplumunda da onun bilge bir kişi olduğu kabul edilir, saygıyla anılırdı. İslâm tarihi kaynaklarında ve tefsirlerde soyu, milliyeti, hayatı ve sözleriyle ilgili güvenilirliği tartışmalı çeşitli rivayetler vardır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Lokmân”, DİA, XXVII, 205-206).
Müfessirler 12. âyette Lokmân’a verildiği bildirilen hikmet kelimesini, “din konusunda derin bilgi, sahih inanç, akıl, yerinde ve doğru konuşma, isabetli görüş ve davranış” olarak açıklamışlardır (Taberî, XXI, 67; İbn Atıyye, IV, 346). Hikmet hem doğru bilgi, inanç ve düşünceyi hem de bu zihnî birikimin mümkün olan en mükemmel şekilde hayata geçirilmesini ifade eder.
Bilgi birikimi olan bir insan bu birikimini doğru, yerinde ve gerektiği ölçüde kullanmaz yahut yanlış yerlerde kullanırsa bu insana âlim denebilirse de hakîm denemez; çünkü hikmet kavramı, “bilgiyi yerli yerince kullanma” anlamına da gelir. Buna göre bilgisini doğru ve gerektiği şekilde kullanmayan insan, bilginin şükrünü yerine getirmemiş olur; bilgisini belirtildiği şekilde kullanan ise şükür ödevini yerine getirdiği gibi bunun faydasını da yine kendisi görmüş, yani bilgisini değerlendirmiş ve sonuçta onu kendisi için faydalı hale getirmiş olur. 12. âyette “O’na şükreden kendi iyiliği için şükretmiş olur...” buyurulurken bu gerçeğe de işaret edilmiştir.
Lokmân’a verilen hikmetin çerçevesi çizilirken tevhid inancının başta geldiği görülmektedir. Esasen bu, şükrün de birinci şartıdır; bu sebeple Lokmân, kendisi Allah’ın birliğine inandığı gibi oğluna da şirkten uzak durmayı öğütlemiştir. Âdil olmayan hakîm olamaz; adalet, “her şeyi yerli yerince yapmak, herkese hakkını vermek”tir. Herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşan yani Allah’tan başkasına tanrılık nitelikleri yükleyen kişi, Allah’ın hakkı olan tanrılığı başkasına vermiş, böylece haksızlık (zulüm) yapmış demektir; üstelik bu tutum, haksızlıkların en büyüğüdür. Bu sebeple âyette “O’na ortak koşmak çok büyük bir haksızlıktır” buyurulmuştur. Esasen İslâm’ın en başta şirki ortadan kaldırmayı hedeflemesi de Allah’a ortak koşmanın, bütün kötülüklerin başında geldiği ve diğer birçok kötülüğün temel sebebi olduğu anlayışına dayanır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 336-337
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا لُقْمٰنَ الْحِكْمَةَ اَنِ اشْكُرْ لِلّٰهِۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لُقْمٰنَ mef'ûlün bih olup fetha ile mansubdur. لُقْمٰنَ kelimesi gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْحِكْمَةَ ikinci mef'ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
اَنِ tefsiriyyedir. اشْكُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. لِلّٰهِ car mecruru اشْكُرْ fiiline mütealliktir.
اٰتَيْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أتى ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَمَنْ يَشْكُرْ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَشْكُرْ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اِنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
يَشْكُرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لِنَفْسِه۪ car mecruru يَشْكُرُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
كَفَرَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.
غَنِيٌّ kelimesi إِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. حَم۪يدٌ kelimesi إِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
غَنِيٌّ ve حَم۪يدٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا لُقْمٰنَ الْحِكْمَةَ اَنِ اشْكُرْ لِلّٰهِۜ
وَ , istînâfiyyedir. لَ , cümlenin, mahzuf bir kasemin cevabı olduğunun işaretidir. Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan وَلَقَدْ اٰتَيْنَا لُقْمٰنَ الْحِكْمَةَ اَنِ اشْكُرْ لِلّٰهِۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
اٰتَيْنَا fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
اَنِ اشْكُرْ لِلّٰهِ cümlesine dahil olan اَنِ tefsir harfidir. اعْبُدُوا اللّٰهَ cümlesi tefsiriyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu ayetteki hikmet’i; söz ve fiili güzel yapmak, bir şeyi söz ve fiille yerine getirmek şeklinde açıkladıktan sonra Lokman’a da böyle bir hikmet verildiğini ifade etmektedir. Söyledikleri ile yaptıkları bağdaşmayan kişilerin hikmetin en büyüğü ile konuşsalar dahi etkili olamayacaklarını vurgulamaktadır. Başkalarına öğüt vermeden önce kendileriyle başlamaları gerektiği noktasında günümüz davetçilerine ve vaizlerine mesaj verildiğini söylemektedir. Hikmet vermek آتينا (verdik) şeklinde Allah'ın zatına isnad edilmiştir. Çünkü hikmet hayırdır. Kur'an-ı Kerim'de genel olarak hayrın verilmesi, hatta hayırlı fiiller Allah'a isnad edilir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, Lokman Suresi)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا فاشكر الله şeklinde gelseydi, birkaç mana değil, sadece tek bir mana ifade ederdi. O da hikmetin şükür sebebi olma manasıdır.
Üstelik bu durumda cümlenin manaya delaleti zayıf olurdu. Hikmet verilen kişi Lokman, şükretmesi emredilen kişi başkasıymış gibi anlaşılabilirdi. Yani “Ey muhatap! Biz Lokman'a hikmeti verdik, sen de ona hikmeti verdiğimiz için şükret!” manasında olabilirdi. Böylece kişiden kendisine verilen nimet için değil, başkasına verilen nimet için şükretmesi istenmiş olurdu.
Burada أن أشرك لنا (Bize şükret diyerek) değil, أَنِ اشْكُرْ لِلَّهِ (Allah'a şükret diyerek) buyurulmuştur. Bu iltifat sanatıyla hikmeti verenin Allah olduğuna delalet edilmiştir. Genel olarak Kur'an tabirlerde görülen şey Allah Teâlâ’nın kendisinden çoğul zamirle bahsettiği vakit, ya öncesinde, ya da sonrasında tek olduğuna, hiçbir ortağı olmadığına işaret etmek üzere tekil zamir kullanmasıdır. Bu kaide Kur'an'ın tamamında geçerlidir, tek bir istisnası bile yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, Lokman Suresi)
Ayetteki, “Biz Lokmana da... hikmet verdik” ifadesi, amelin ilme uygunluğundan ibarettir. Binaenaleyh kendisine, amel-ilim uygunluğu nasip edilen kimseye, hikmet verilmiş demektir. Binaenaleyh o hikmeti, kendisine Allah'ın hikmetinin dahil olduğu konularda tarif etmek istersek, “Hikmet, amelin (işin-fiilin), malum olana (yani Allah'ça bilinenlere) uygun olarak gerçekleşmesi, yapılmasıdır” deriz. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَنْ يَشْكُرْ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ
وَ istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi olan مَنْ شَكَرَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَنْ şart ismi mübteda, يَشْكُرْ cümlesi, mübtedanın haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَ , şartın cevabının başına gelen rabıtadır. اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş cevap cümlesi فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümledeki kasr, يَشْكُر maksur/ sıfat, لِنَفْسِه۪ۚ maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Şükrün sadece ve sadece insanın kendisi için olduğu kasr üslubuyla kesin olarak bildirilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اِنَّمَا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Bu edatla kasr, müspet siyâkında gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَنْ كَفَرَ cümlesi, aynı üslupla gelerek …مَنْ يَشْكُرْ cümlesine tezat nedeniyle atfedilmiştir.
Müsnedin mazi sıygada gelmesi, hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
مَنْ يَشْكُرْ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ dedikten sonra sadece مَنْ كَفَرَ lafzıyla yetinilmiş, cümlede فَاِنَّمَا يَكْفُرُ لِنَفْسِه۪ۚ ifadesi öncesinden anlaşıldığı için hazfedilmiştir. Bu ihtibak sanatıdır.
İhtibak, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
مَنْ يَشْكُرْ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ cümlesiyle, مَنْ كَفَرَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَشْكُرُ - كَفَرَ kelimeleri arasında tıbâkı hafiy sanatı vardır.
يَشْكُرْ - يَشْكُرُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hakk Teâlâ, bu şükürden, sadece şükredenin faydası olacağını, “Kim şükrederse ancak kendi faydası için şükreder” buyurarak; nankörlüğün de yine ancak nanköre (kâfire) zarar vereceğini, “Kim de nankörlük ederse şüphe yok ki Allah ganîdir, hamîddir” buyurarak açıklamıştır. Bu, “Allah, hiçbir şükre muhtaç değildir ki kâfirin küfrân-ı nimetinden (nankörlüğünden) ötürü zarara uğrasın. Çünkü O, insan kendisine şükretse de etmese de zatı gereği hamde layıktır” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ
Ayetin son cümlesi وَ ’la önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.
Şart cümlesi olan مَنْ كَفَرَ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَنْ şart ismi mübteda, كَفَرَ şart cümlesi ve mübtedanın haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. Haberin mazi sıygada fiil cümlesi olması, hükmü takviye, hudûs, sebat, istikrar ve temekkün ifade eder.
Rabıta harfi فَ ile gelen فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ cümlesi, cevaptır. إِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Haber olan iki vasfın, aralarında وَ olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. Bu iki kelime de mübalağa ifade eder.
Bu iki vasfın birbiriyle uyumunda mürâât-ı nazîr, ayetin içeriğiyle olan uyumunda teşabüh-i etrâf sanatları vardır.
Ayette lafzı celalin ve مَنْ ’lerin tekrarında ıtnab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Önceki şart cümlesinin mukabili olarak şartın cevabının, “kendi nefsi için küfretmiş olur” şeklinde gelmesi beklenirken, mukabeleden vazgeçilerek “Allah ganidir, hamiddir” cümlesinin gelmesi muhatabı beklemediği bir sonuçla yüz yüze getirerek manayı tekit etmiş ve kalıcı bir etki bırakmış oldu.
Bu zıd manaların zikredilerek muhatabın beklemediği bir sonuçla yüz yüze gelmesi manayı te’kîd eder, etkin bir şekilde kalıcı olmasını sağlar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)
غَنِيٌّ - حَم۪يدٌ vezinleri, mübalağa sıygalarıdır. Çünkü فعيل ve فعلّ vezni, mübalağa sıygalarıdır. (Yani çok zengin, çok övgüye layık) demektir.
يَشْكُرُ - اشْكُرْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve önemini vurgulamak için üç kez yapılan tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
كَفَرَ - يَشْكُرُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
İlk cümlede şart fiili muzari olarak gelerek şükrün tekrarlandığına delalet etmiştir. Bize verilen her nimet için Allah'a şükretmek gerekir. Bunun için şükür tekrarlanır. İkinci cümlede ise şart fiili olan كفر mazi fiil olarak gelmiştir. Çünkü küfür, şükür gibi tekrarlanmaz. Bir kere olur ve Allah dilemedikçe sahibinde devamlı olarak kalır.
Kur'an-ı Kerim'in şart fiillerini kullanımı çoğunlukla böyledir. Tekrarlanan olaylarda muzari fiil, tekrarlanmayan durumlarda ise mazi fiil gelir.
Tefsîrü'l Kebîr'de şöyle yazılıdır: Şükür müstakbel, küfür ise mazi sıygasıyla gelmiştir ama şart harfi mazi ile muzariyi aynı manaya getirir.
Şükür fiilinin muzari olarak gelmesi, her nimet geldiğinde şükrün tekrarlanması gerektiğine işaret eder. İnkarın ve küfrün ise sona erdirilmesi ve terk edilmesi gerekir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, Lokman Suresi)
Cenab-ı Hakk, yapılacak hiçbir şükrün mükemmel manada olamayacağına dikkat çekmek için, şükre muzârî sıygasıyla işaret etmiştir. Ama inkâr (nankörlük), tam olarak tahakkuk eder. Dolayısıyla bunu da mazî sıygasıyla beyan etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)