يَا بُنَيَّ اِنَّـهَٓا اِنْ تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ فَتَكُنْ ف۪ي صَخْرَةٍ اَوْ فِي السَّمٰوَاتِ اَوْ فِي الْاَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَط۪يفٌ خَب۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا بُنَيَّ | yavrum |
|
2 | إِنَّهَا | onlar |
|
3 | إِنْ | eğer |
|
4 | تَكُ | bir şey olsa |
|
5 | مِثْقَالَ | ağırlığınca |
|
6 | حَبَّةٍ | danesi |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | خَرْدَلٍ | hardal |
|
9 | فَتَكُنْ | ve bulunsa |
|
10 | فِي | -nın içinde |
|
11 | صَخْرَةٍ | bir kaya- |
|
12 | أَوْ | veya |
|
13 | فِي |
|
|
14 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
15 | أَوْ | veya |
|
16 | فِي |
|
|
17 | الْأَرْضِ | yerde |
|
18 | يَأْتِ | mutlaka getirir |
|
19 | بِهَا | onu |
|
20 | اللَّهُ | Allah |
|
21 | إِنَّ | çünkü |
|
22 | اللَّهَ | Allah |
|
23 | لَطِيفٌ | latiftir |
|
24 | خَبِيرٌ | haber alır |
|
Lokmân’ın oğluna yönelttiği bu öğütler de Allah’ın ona verdiği hikmetin meyveleridir. Kuşkusuz insanın yaptığı her şey –ne kadar saklanırsa saklansın– Allah’ın mutlaka onu bildiği, dolayısıyla onun hesabını soracağı inancı ve bilinci ile bundan doğan sorumluluk duygusu ve kaygısı ahlâkî hayatın temelidir. Nitekim meşhur bir özdeyişte “Hikmetin başı Allah korkusudur” denilmiştir. Büyük şairimiz Mehmed Âkif’in, “Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır / Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır” şeklindeki beyti de bu gerçeğin güzel bir ifadesidir.
İnsanın iyi ve itaatkâr bir kul olduğunu gösteren üç örnek davranışın sıralandığı 17. âyetteki “namaz” Allah’a kulluk ödevini, “iyi olanı emredip kötü olana karşı koymak” toplumsal davranışlar karşısındaki kulluğun gerektirdiği yapıcı tutumu, “sabır” ise maddî ve sosyal çevreden gelen sıkıntıları, belâları birer imtihan bilip metanetle karşılama olgunluğunu yansıtır. Âyetteki “İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir” ifadesi, bu müsbet davranışların, kulluktaki kemali gösteren birer örnek olduğunu, hayatın şartları içinde yerine getirilmesi gereken böyle daha başka yüksek davranışlar da bulunduğunu gösterir. 18-19. âyetlerde ise kaçınılması gereken olumsuz davranışlardan örnekler verilmektedir. Bu örneklerin, özellikle kendini beğenmişlerin, başka insanları aşağılayıcı tutumlarından seçilmiş olması ve bunların Allah sevgisinden mahrum kalacakları uyarısında bulunulması, Kur’an’ın insan onuruna verdiği değeri yansıtması bakımından özellikle dikkat çekicidir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 338
Sahara صخر : صَخْرٌ sert taştır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de tek bir isim kalıbında 3 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli (Kubbetu's) Sahra'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَا بُنَيَّ اِنَّـهَٓا اِنْ تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ فَتَكُنْ ف۪ي صَخْرَةٍ اَوْ فِي السَّمٰوَاتِ اَوْ فِي الْاَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللّٰهُۜ
يَا nida harfidir. بُنَيَّ münadadır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef'ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfu üzere mebni, mahallen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اِنَّـهَٓا اِنْ تَكُ ’dur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هَٓا muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ ’nin haberi اِنْ تَكُ olarak mahallen merfûdur. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.
تَكُ fiili şart fiili olup نَ ’un hazfiyle meczum muzari nakıs fiildir. تَكُ ’nun ismi müstetir olup takdiri هى ’dir.
تَكُ ’nün aslı تَكُونَ ’dir. Şart edatı اِنْ ’den dolayı نَ ’un harekesi hazfedilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و hazf edilmiştir. İllet harfi وَ ’a benzediğinden tahfif için نْ hazf edilmiştir. Böylece geriye تَكُ lafzı kalmıştır.
مِثْقَالَ kelimesi تَكُ ’nun haberi olup fetha ile mansubdur. حَبَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْ خَرْدَلٍ car mecruru mahzuf sıfata mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَكُنْ nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri أنت ’dir. ف۪ي صَخْرَةٍ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
فِي السَّمٰوَاتِ ve فِي الْاَرْضِ atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur.
Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْتِ mahzuf ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. بِهَا car mecruru يَأْتِ fiiline mütealliktir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
اِنَّ اللّٰهَ لَط۪يفٌ خَب۪يرٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَط۪يفٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. خَب۪يرٌ kelimesi ikinci haber olup lafzen merfûdur.
لَط۪يفٌ ve خَب۪يرٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا بُنَيَّ اِنَّـهَٓا اِنْ تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ فَتَكُنْ ف۪ي صَخْرَةٍ اَوْ فِي السَّمٰوَاتِ اَوْ فِي الْاَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللّٰهُۜ
Lokman’ın oğluna nasihatlerinin bildirildiği ayet fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan اِنْ تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ فَتَكُنْ ف۪ي صَخْرَةٍ اَوْ فِي السَّمٰوَاتِ اَوْ فِي الْاَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللّٰهُۜ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan اِنْ تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır.
Muzari sıygadaki كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi اِنْ تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ , şart cümlesidir.
Şart fiili تَكُ ’nun sonundaki nun hafiflik maksadıyla hazfedilmiştir. مِثْقَالَ haberidir.
حَبَّةٍ ve خَرْدَلٍ kelimelerindeki tenvin, kıllet ifade eder.
فَتَكُنْ ف۪ي صَخْرَةٍ cümlesi atıf harfi فَ ile şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. كان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي صَخْرَةٍ , nakıs fiil كان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen يَأْتِ بِهَا اللّٰهُۜ , cevap cümlesi meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur بِهَا , fail olan اللّٰهُۜ ’ya konudaki önemine binaen takdim edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
ف۪ي صَخْرَةٍ اَوْ فِي السَّمٰوَاتِ اَوْ فِي الْاَرْضِ [Yerde, gökte veya kayanın içinde] ifadesi “her yerde” sözünden, kinayedir.
تَكُ - تَكُنْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَأْتِ fiilinin بِ harfi ceriyle, “getirdi” manasına gelmesi tazmin sanatıdır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
الْاَرْضِ - صَخْرَةٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنَّـهَٓا اِنْ تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ فَتَكُنْ ف۪ي صَخْرَةٍ [Yaptığın iş, bir hardal tanesi ağırlığında da olsa bir kayanın içinde bulunsa] ifadesi bir temsildir. Lokman (a.s.) bunu, Allah'ın ilminin her şeyi, küçük, büyük, iyi, kötü, kapsayacak şekilde geniş olduğuna misal getirdi. Çünkü Yüce Allah, en gizli yerlerdeki en küçük şeyi bilir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
فَتَكُنْ ف۪ي صَخْرَةٍ [Bir kayanın içinde bulunsa] Lokman (a.s.), günahın kendisinde bulunan gizliliğini, yerinin gizliliğiyle tamamladı. Buna tetmîm denir ki bu da bir edebî sanattır.
(Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Lokman, Allah'ın bir ortağının olamayacağını oğluna açıklamak için bu örneği (mesel) vermiş; onu ikna etmek için sadece nehiyle yetinmemiştir. Burada da babalara ve davetçilere; bir delil, hüccet ve gerekçe sunmaksızın emredip nehyetmemeleri konusunda mesajlar verilmektedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 436)
Burada تك fiilindeki nun harfi hazfedilmiş ama arkadan gelen فتكن filinde hazfedilmemiştir. Sanırım bunun sebebi, ilk cümlede mekan belirsiz iken sonra bu mekanın belirlenmiş oluşudur. İlk cümlede bunun varlık ihtimali çok zayıftır. Yani mekanı olmayan kayıp bir toz tanesidir ve nun harfi hazf olmuştur. İkinci cümlede ise mekanı belirlenmiş, dolayısıyla nun harfi zikredilmiştir, Allahu alem. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 433)
Ayetteki فتكن ifadesinin fâ harfiyle getirilmesi, bir araya toplanmayı ifade etmek için olup “o tane küçük olsa ve küçüklüğünün yanı sıra bir kaya parçası gibi korunmuş bir yerde saklanmış dahi olsa o Allah'a yine de saklı kalmaz” demektir. Çünkü fâ, takîbiyye manasıyla beraber oluş anlamını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ لَط۪يفٌ خَب۪يرٌ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Bu söz, Hz.Lokman’ın olabileceği gibi itiraz cümlesi de olabilir. (Âşûr)
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa Suresi 81)
Allah'ın لَط۪يفٌ ve خَب۪يرٌ şeklindeki sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَط۪يفٌ - خَب۪يرٌۚ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri, ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.