Lokman Sûresi 17. Ayet

يَا بُنَيَّ اَقِمِ الصَّلٰوةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاصْبِرْ عَلٰى مَٓا اَصَابَكَۜ اِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِۚ  ...

“Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا بُنَيَّ yavrum ب ن ي
2 أَقِمِ kıl ق و م
3 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
4 وَأْمُرْ ve emret ا م ر
5 بِالْمَعْرُوفِ iyiliği ع ر ف
6 وَانْهَ ve vazgeçir ن ه ي
7 عَنِ -ten
8 الْمُنْكَرِ kötülük- ن ك ر
9 وَاصْبِرْ ve sabret ص ب ر
10 عَلَىٰ başına
11 مَا ne
12 أَصَابَكَ geldiyse ص و ب
13 إِنَّ çünkü
14 ذَٰلِكَ bunlar
15 مِنْ
16 عَزْمِ yapılması gereken ع ز م
17 الْأُمُورِ işlerdendir ا م ر
 

Lokmân’ın oğluna yönelttiği bu öğütler de Allah’ın ona verdiği hikmetin meyveleridir. Kuşkusuz insanın yaptığı her şey –ne kadar saklanırsa saklansın– Allah’ın mutlaka onu bildiği, dolayısıyla onun hesabını soracağı inancı ve bilinci ile bundan doğan sorumluluk duygusu ve kaygısı ahlâkî hayatın temelidir. Nitekim meşhur bir özdeyişte “Hikmetin başı Allah korkusudur” denilmiştir. Büyük şairimiz Mehmed Âkif’in, “Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır / Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır” şeklindeki beyti de bu gerçeğin güzel bir ifadesidir.

İnsanın iyi ve itaatkâr bir kul olduğunu gösteren üç örnek davranışın sıralandığı 17. âyetteki “namaz” Allah’a kulluk ödevini, “iyi olanı emredip kötü olana karşı koymak” toplumsal davranışlar karşısındaki kulluğun gerektirdiği yapıcı tutumu, “sabır” ise maddî ve sosyal çevreden gelen sıkıntıları, belâları birer imtihan bilip metanetle karşılama olgunluğunu yansıtır. Âyetteki “İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir” ifadesi, bu müsbet davranışların, kulluktaki kemali gösteren birer örnek olduğunu, hayatın şartları içinde yerine getirilmesi gereken böyle daha başka yüksek davranışlar da bulunduğunu gösterir. 18-19. âyetlerde ise kaçınılması gereken olumsuz davranışlardan örnekler verilmektedir. Bu örneklerin, özellikle kendini beğenmişlerin, başka insanları aşağılayıcı tutumlarından seçilmiş olması ve bunların Allah sevgisinden mahrum kalacakları uyarısında bulunulması, Kur’an’ın insan onuruna verdiği değeri yansıtması bakımından özellikle dikkat çekicidir.

 

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 338
 

يَا بُنَيَّ اَقِمِ الصَّلٰوةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاصْبِرْ عَلٰى مَٓا اَصَابَكَۜ

 

يَا  nida harfidir.  بَنِيَّ   münadadır. Mütekellim zamiri  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef'ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfu üzere mebni, mahallen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اَقِمِ الصَّلٰوةَ ’dur.

اَقِمِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. الصَّلٰوةَ  mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. أْمُرْ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. 

أْمُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. بِالْمَعْرُوفِ  car mecruru أْمُرْ  fiiline mütealliktir. انْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ  atıf harfi و ’la  اَقِمِ  fiiline matuftur.

انْهَ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.بِالْمَعْرُوفِ  car mecruru  انْهَ  fiiline mütealliktir. اصْبِرْ عَلٰى مَٓا اَصَابَكَ  atıf harfi و ’la  اَقِمِ  fiiline matuftur. 

اصْبِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. مَٓا  müşterek ism-i mevsûl  عَلٰى  harfi ceriyle birlikte اصْبِرْ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَصَابَكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَصَابَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir  كَ  mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

 

اِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِۚ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

ذٰلِكَ  işaret ismi  اِنَّ ’nin ismi olup mahallen mansubdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

مِنْ عَزْمِ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  الْاُمُورِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

يَا بُنَيَّ اَقِمِ الصَّلٰوةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاصْبِرْ عَلٰى مَٓا اَصَابَكَۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Lokman’ın (a.s.) sözlerine dahil olan ayet, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı ise olan  اَقِمِ الصَّلٰوةَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üsluptaki  وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ  ve وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ  ve  وَاصْبِرْ عَلٰى مَٓا اَصَابَكَ  cümleleri  اَقِمِ الصَّلٰوةَ  cümlesine, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا , harfi-cerle birlikte  اصْبِرْ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  اَصَابَكَ  , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)

الْمَعْرُوفِ  - الْمُنْكَرِ  ve  انْهَ - أْمُرْ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

اصْبِرْ - اَصَابَ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.

وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ  [İyiliği emret]  وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ [Kötülükten nehyet] arasında mukabele sanatı vardır. Lokman (a.s.) iki lafzı, karşıt olarak söyledi. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

Bu ayette lafzen ve manen inşa olan cümleler birbirine atfedilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cenab-ı Hakk, “iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış…” buyurmuştur ki bu, “Sen, Allah'a ibadet etmek suretiyle nefsin açısından kemale erdiğinde, başkalarını da kemale erdir... Çünkü peygamberlerin ve onların varisi olan ulemânın işi, kendilerinin kemâle ermesi ve başkalarını da kemale erdirmektir” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Lokman oğluna şirki yasaklayıp selim akidenin esasını açıkladıktan sonra ibadetleri emretmiştir. İlk olarak en önemli ve gereklisi olan namazı emretmiştir. Namaz öyle bir ibadettir ki hiçbir özrü yoktur. Kişi kıyamet gününde önce namazdan sorguya çekilecektir. Sevgi ifade eden Oğulcağızım nidası tekrar edilmiştir ki davet kabul edilsin.

Burada صلّ (Namaz kıl) değil, أقم الصلاة (Namazı ikame et) buyurulmuştur ki namaz kıyamıyla, rükûsuyla, secdesiyle, kıraatiyle ve huşûsuyla en mükemmel haliyle, eksiksiz olarak yerine getirilsin.

Namazdan sonra da emr-i bi’l maruf nehy-i ani’l münker emredilmiştir. Böylece biri nefisle, diğeri toplumla alakalı iki çeşit ibadet emredilmiştir.

Namaz kişiyi, emr-i bi’l maruf nehy-i ani’l münker ise toplumu tekamül ettirir. Toplumun kişi üzerindeki hakkı onu koruması, kişide hayır ve kuvvet kaidelerini yerleştirmesi, tahrip ve fesad unsurlarını yok etmesi, en güzel şekilde uygulayabilmesi için emr-i bi’l maruf nehy-i ani’l münker yapmasıdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 440), (Âşûr)

Lokman (a.s.) burada “emr-i ma'rûf”u, “nehy-i münker”den önce zikretmiştir. Lokman Suresi 13. ayetinde, ma'rufu emretmemiş ama onu münkerden nehyetmiştir. Çünkü tefsirde varid olduğuna göre onun oğlu müşrik idi. O da bu sebeple, ona va'z u nasihatta bulundu, Müslüman oluncaya kadar, ona olan nasihatini devam ettirdi. Ama burada ise oğluna, mutlak anlamda bir emir verdi. Dolayısıyla bu manadaki emirlerde, ma'rufun zikri münkerden önce gelir. (Fahreddin er-Râzî)

Cenab-ı Hakk, “Başına gelen şeylere sabret” buyurmuştur. Yani “Emr-i maruf ve nehy-i münkerde bulunanlar, eziyete maruz bırakılırlar. Ama Allah, bu konuda ona sabretmesini emretmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)

 

اِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِۚ

 

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ  car mecruru اِنَّ nin mahzuf haberine mütallıktır. 

اِنَّ ’nin isminin ismi işaret olarak gelmesi işaret edilenin önemini vurgulayarak tazim ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan Suresi 57, s. 190)

Az sözle çok anlam ifade eden عَزْمِ الْاُمُورِۚ izafetinde, sıfat mevsûfuna muzaf olmuştur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.

İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Ahkaf Suresi 20)

وَأْمُرْ  - الْاُمُورِۚ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

عَزْمِ  mastardır, mef'ûl manasınadır (معزوم). Fail manasına olması da câizdir ki  فإذا عزم الأمر  deyiminden gelir, iş ciddileştiği zaman demektir. (Beyzâvi, Âşûr)

Burada ayet-i kerime  اِنَّ  ile tekid edilmişken başka bir yerde niçin aynı cümle hem اِنَّ  ile hem de lâm ile tekid edilmiştir? Bunun sebebi iki makamın birbirinden farklı oluşudur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 441)