Lokman Sûresi 23. Ayet

وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُۜ اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  ...

Kim inkâr ederse, onun inkârı seni üzmesin. Onların dönüşleri ancak bizedir. Biz de onlara yaptıklarını haber veririz. Allah, göğüslerin içindekini (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim
2 كَفَرَ inkar ederse ك ف ر
3 فَلَا
4 يَحْزُنْكَ seni üzmesin ح ز ن
5 كُفْرُهُ onun inkarı ك ف ر
6 إِلَيْنَا sonunda bizedir
7 مَرْجِعُهُمْ onların dönüşleri ر ج ع
8 فَنُنَبِّئُهُمْ ve kendilerine haber veririz ن ب ا
9 بِمَا şeyleri
10 عَمِلُوا yaptıkları ع م ل
11 إِنَّ şüphesiz
12 اللَّهَ Allah
13 عَلِيمٌ bilir ع ل م
14 بِذَاتِ özünü
15 الصُّدُورِ göğüslerin ص د ر
 

Resûlullah, muhataplarının İslâm davetini kabul ederek kurtuluşa ermelerini büyük bir arzuyla istiyor, bunun için canla başla çalışıyor, ancak onun bu iyi niyetine, yüksek insanî tavrına rağmen halkının önemli bir kısmı eski yanlış inançlarında direniyor, bu da onu son derece üzüyordu. İşte bu âyetlerde Allah Teâlâ resulünü teselli etmekte; inkârcılara da kalplerinin derinliklerindeki kin, öfke, düşmanlık gibi kötü duygu ve düşüncelere varıncaya kadar her türlü hallerini eksiksiz bildiğini haber vererek âkıbetleri konusunda onları uyarmaktadır.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 343
 

وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. كَفَرَ  şart fiili olup mübteda  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَفَرَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. 

يَحْزُنْكَ  meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

كُفْرُه  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ 

 

İsim cümlesidir. اِلَيْنَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

مَرْجِعُهُمْ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نُنَبِّئُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle  نُنَبِّئُهُمْ  fiiline mütealliktir. 

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

نُنَبِّئُهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نبأ ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. 

عَل۪يمٌ  kelimesi  اِنّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur. بِذَاتِ  car mecruru  عَل۪يمٌ e mütealliktir.

الصُّدُورِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَل۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُۜ 

 

Ayetin ilk cümlesi …من يسلم  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Matuf ve matufun aleyh arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

مَنْ , şart ismi mübtedadır. Şart cümlesi  مَنْ كَفَرَ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَفَرَ  cümlesi  مَنْ ’in haberidir. Mübtedanın haberinin, mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

مَنْ  [Kim] lafzı hem tekil, hem çoğul için kullanılır. İşte bundan dolayı  كُفْرُهُۜ  [onun küfrü] diye buyurulduktan sonra  مَرْجِعُهُمْ [dönüşleri] diye çoğul olarak geldiği gibi; daha sonra da böyle gelmiştir. Bu da “kim” lafzının çoğul anlamını da ihtiva etmesi dolayısıyladır.

(Kurtubî) 

فَ  karinesiyle gelen  فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُۜ, cevap cümlesidir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlenin muzari fiil sıygasında gelmesi hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

كَفَرَ  kelimesinde irsad sanatı vardır. 

Küfrün, يَحْزُنْكَ  fiiline isnadı mecaz-ı aklîdir. (Âşûr) 

كُفْرُهُۜ - كَفَرَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette küfredenlerden bahsedilirken şart fiiliyle مَنْ كَفَرَ  buyurularak mazi fiili kullanılıp, oluşun ve devamının istikrarına işaret edilirken, şartın cevabında, muzari fiil tercih edilerek konuyla ilgili teceddüde ve istimrara işaret edilmiştir. Mazi ve muzarinin bir arada kullanımı, istimrar ve istikrar arasındaki uyum, dikkat çekici beyanî bir güzelliktir. (Hâlidî, Vakafat, s. 114)

22-23. ayetler  وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ اِلَى اللّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ  [Kim mümin olarak yüzünü Allah'a çevirirse] - وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُۜ  [Kim inkâr ederse onun inkârı seni üzmesin] arasında mukabele vardır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُ  [Onun küfrü sana hüzün vermesin] ibaresinde küfür fail, muhatap mef'ûlun bihi olarak gelmiştir. Bu tabirin bu şekilde gelmesinin birçok sebebi vardır. Burada Allah Teâlâ küfre, resulünü üzmesini yasaklamıştır. Sanki küfür Resulullah'ı üzmek istiyordur da Allah Teâlâ Resulüne olan şefkati ve merhameti dolayısıyla bunu yapmasını yasaklamış, “Ey küfür, Resulümü üzme!” demiştir. Bunun için yasaklanan kişi faildir. لا يضرب أخوك خالداً (Kardeşin Hâlid'e vurmasın) sözünde vurması yasaklanan kişi kardeştir. Ayrıca bu tabirde mecazi bir kullanım söz konusudur. Küfür, Allah'ın Resulünü üzmek isteyen akıllı bir zat yerine konmuş ve bu fiili yapması yasaklanmıştır.

لا تحزن لكفره “Onun küfrüne üzülme” buyurulsaydı bu manalar anlaşılmazdı. 

فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُ [onun küfrü, seni üzmesin] ibaresindeki  فَ  harfi cevabı şarta bağlayan harftir. Böylece ayetin başındaki  مَنْ  kelimesinin şart ismi olduğu kesinleşir. Aksi halde  مَنْ  kelimesinin ism-i mevsûl olma ihtimali olurdu. Bu harfin gelişi umum ifade eder yani küfreden herkesi kapsar. Zira şart ismi umum ifade eder. Ama ism-i mevsûl marife çeşitlerindendir, bu kelimeyle muayyen bir şahıs veya şahıslar kastedilir. Umum kastedilmez. Bazen de bu kelimeyle cins kastedilir. Şart ismi ile umum kastedilir ve buna delalet etmek üzere de  فَ  harfi gelir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 464)

 

 اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ 

 

Nehy için ta’lil olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اِلَيْنَا  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَرْجِعُهُمْ  muahhar mübtedadır.

Önceki ayetteki lafza-i celâlden  اِلَيْنَا ’daki azamet zamirine iltifat edilmiştir.

Car mecrurun takdimi tahsis ifade eder. Ayetteki takdim kasr ifade ifade eder.onların dönüşleri sadece bizedir, başkasına değil anlamını verir.

اِلَيْنَا, maksurun aleyh/sıfat, مَرْجِعُهُمْ, maksur/mevsûf olmak üzere kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve subut ifade eder. (Onların dönüşleri  اِلَيْنَا ifadesinin delalet ettiği şeyle vasıflanmış zata aittir) şeklindedir. Sekkâkî, Miftâh isimli kitabında bunun izafi ifrad kasrı olduğunu söylemiştir. Yani dönüşün Allah’a ait olma durumu başka birine geçmez. (Âşûr, Şuara Suresi 113)  

فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا  cümlesi, makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)

فَنُنَبِّئُهُمْ  fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrârın/devâmlılığın karinesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harfi-cerle birlikte  اُنَبِّئُكُمْ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  عَمِلُوا  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)

Yaptıklarını onlara haber vereceğiz ifadesinde lazım söylenmiş melzum kastedilmiştir. Dolayısıyla mecazi mürsel vardır. Maksat cezayı hatırlatmaktır. 

Ayet-i kerimede açıkça mazi ifade eden بما عملوا  [Onların neler yaptıklarını] buyurulmuştur. Halbuki 15. ayette  بما كنتم تعملون  şeklinde üstü örtülü bir mazi fiil gelmişti. Bunun sebebi önceki ayetin siyakında istimrar manası olmasıdır. Mücahedede, ana-babaya örf üzere davranmakta ve Allah'a yönelenlerin yoluna uymakta devamlılık gerekmektedir.

Buna ilaveten 15. ayette  ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ  [Nihayet dönüşünüz ancak banadır] buyurulmuştur. ثُمَّ , mühlet ve gecikme ifade eder. Geçmişteki amellerin devamlılığında da bu mana söz konusudur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 467)

اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ  [Onların dönüşü ancak bizedir] ibaresindeki  اِلَيْنَا  car-mecrûrunda tazim ifade eden çoğul zamiri gelmiştir. Halbuki aynı surede 15. ayette  ثم إليّ مرجعكم buyurularak tekil zamir gelmişti. Çünkü orada konu vahdaniyet ve şirkin yasaklanması idi. Lokman Suresi 15. ayetteki tekil zamir vahdaniyete delalet eder. Burada ise makam böyle olmadığı için azamet zamiri gelmiştir. Bu tabirde hasr ifadesi için  اِلَيْنَا  (Bize) car-mecrûru mübtedaya takdim edilmiştir. Yani O'ndan başka dönülecek bir şahıs yoktur. Burada 15. ayette olduğu gibi  ثم إليّ مرجعكم  buyurularak  ثم  harfi gelmemiştir. Böylece Allah'a dönüşün yakın olduğuna işaret edilmiştir. Çünkü bu harf zaman açısından bir gecikme olduğunu ifade eder. 

Bu tabirde  ثم  değil  فَ  harfi gelerek takip manası ve arada mühlet olmadığı ifade edilmiştir. Yani Allah'a dönülür dönülmez haber verilecektir. Belki de burada kabir hesabına işaret vardır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 464-465)


اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsned olan  عَل۪يمٌ, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

عَل۪يمٌ - عَمِلُوا  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بِذَاتِ الصُّدُورِ , kalplerin sahibi ifadesinde istiare vardır. Kalp yerine  صُّدُورِ  gelmesi hal-mahal alakasıyla mecazı mürseldir.

Ayetin sonunda  إلينا  ve  فننبئهم  ibarelerine münasip olarak  إننا نعلم  değil,  إن الله عليم buyurulmuş, çoğul zamirden sonra tekil şahsa dönülmüştür. Bu, Kur'an'ın genel üslubuna uygundur. Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 467)

 بِذَاتِ الصُّدُورِهِمْ [Onların nefislerinde gizli olan şeyleri] değil, بذات الصدور [Nefislerde gizli olan] şeyleri buyurularak sadece onların nefislerindekini değil, umumi olarak bütün nefislerde gizli olanları bildiği ifade edilmiştir. Ayet-i kerimede nefislerde olanlara ait olan bilgisinin mübalağalı olduğunu ifade etmek için  عالم  değil  عليم  buyurulmuştur. Bu son cümle Allahu alem, ilminin genişliğine delalet için  اِنَّ  ile tekid edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 468)