Secde Sûresi 18. Ayet

اَفَمَنْ كَانَ مُؤْمِناً كَمَنْ كَانَ فَاسِقاًۜ لَا يَسْتَوُ۫نَ  ...

Hiç mü’min, fasık gibi olur mu? Bunlar (elbette) eşit olmazlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَمَنْ
2 كَانَ hiç olur mu? ك و ن
3 مُؤْمِنًا inanan kişi ا م ن
4 كَمَنْ kimse gibi
5 كَانَ olan ك و ن
6 فَاسِقًا fasık ف س ق
7 لَا elbette
8 يَسْتَوُونَ bir olmazlar س و ي
 

İnkârcıların hakikatleri açık seçik gördükten sonra “Artık kesin olarak inandık” diyeceklerini, ama bunun Allah katında bir değer taşımayacağını bildiren âyetleri takiben, kimlerin gerçek mânada iman etmiş sayılacakları açıklanmakta, bu kapsamdakilerin övgüye lâyık hallerinden ve kendileri için hazırlanan nimetlerin eşsizliğinden söz edilmektedir. Buna göre gerçek müminler Allah’ın âyetlerine sırf O’nun katından gelmiş olduğu için teslimiyet gösterenlerdir. Müminlerin övgüyle anılan özelliklerinin başında kibirden uzak olmaları, Allah’ın âyetlerine derin bir saygı duymaları ve rablerini hamd ile tesbih etmeleri gelmektedir. Bu da kişinin ancak, kendisi için en büyük değerin yüce yaratıcıya kul olma idrakinde yattığını anlaması halinde evrendeki yerini iyi belirleyebileceğini ve insana yaraşır bir hayat sürmeyi başarabileceğini göstermektedir.

İbn Âşûr, burada müminlerin Allah’ın âyetleri hatırlatıldığında hemen secdeye kapanmalarından ve rablerini hamd ile tesbih etmelerinden söz edilmesinin, imanın en üst düzeyinde bulunanları ve Resûlullah’ın ashabının o gün bilinen bir durumunu anlatmak üzere yapılmış bir tasvir olduğunu, dolayısıyla bu nitelikleri taşımayanların gerçek mânada iman etmiş sayılmayacakları gibi bir anlam çıkarılamayacağını belirtir (XXI, 227-228). Secdeye kapanmanın tam teslimiyetin ve kulun mâbuduna olan derin saygısının sembolü olduğu ve âyette büyüklük taslamamaya özel vurgu yapıldığı dikkate alındığında, kanaatimizce, o dönem için dahi lafzî bir yoruma gitmeksizin, burada Allah’a gayb yoluyla iman etme, kulluk tevazuu ve bilinci içinde O’na gönülden teslimiyet ve saygı göstermenin övüldüğü anlamı öne çıkarılabilir.

Âyetin, “Vücutları yatak görmez” diye çevrilen kısmını lafzan “Yanları yataklardan ayrı kalır, uzak durur” şeklinde tercüme etmek mümkündür. Tefsirlerde, burada övgüyle sözü edilen müminlerin Allah’ı anmak, O’na yalvarmak, ibadet etmek ve özellikle nâfile namaz kılmak için gece uykularını terketmelerinin kastedildiği yorumuna ağırlık verildiği ve değişik gece namazı türlerinin zikredildiği görülmektedir (bk. Taberî, XXI, 99-102; Râzî, XXV, 180; Şevkânî, IV, 291). Burada daima Allah’ı anan ve O’nu asla dilinden, gönlünden uzak tutmayan müminlerin kastedildiği yorumunu yapanlar da olmuştur (Taberî, XXI, 101). Âyette geçen korku ve ümit, bir taraftan Allah’ın azabına uğramaktan endişe duyarken diğer taraftan da O’nun rahmetinden ümit kesmemek şeklinde açıklanır. Müminin hayata ve geleceğe bakışı konusunda dengeli olmayı öğütleyen bu içerikteki âyet ve hadislerden hareketle İslâm âlimleri havf ve recâ terimlerini geliştirmişlerdir. Özellikle tasavvufta bu terimler üzerinde geniş bir biçimde durulmuştur (bu konuda bk. Hicr 15/49-50).

15-16. âyetlerde müminlerin övgüyle anılan özelliklerinin başında kişinin rabbine mutlak saygı ve teslimiyet içinde bulunması gelmektedir. Böyle bir imanın davranışlara yansıması da iki yönlü olmaktadır. Bu tezahürün psikolojik yönü, insanın kendisini sürekli kontrol altında tutabilmesi, ne kadar geniş imkânlar içinde veya ne büyük mahrumiyetlerle karşı karşıya olursa olsun kendisini olayların akışına bırakıvermemesi, özellikle ibadet ve duadan güç alarak bir irade sınavı içinde olduğunun bilincini koruması; sosyal yönü de, kişinin içinde yaşadığı sosyal ortamı ve başkalarına karşı ödevlerini görmezden gelmemesi şeklinde ifade edilebilir ki, âyette “Kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah için harcarlar” buyurularak bu hususa dikkat çekilmiştir (infak hakkında bk. Bakara 2/245, 254, 261).

Dünya hayatını insana yaraşır biçimde değerlendirebilenlerin âhiretteki en büyük ödülleri Allah’ın kendilerinden hoşnut olduğunu öğrenmeleri olacaktır. Dünyadaki güzel davranışları karşılığında orada verilecek nimetlerin bu hayattaki tasavvurlara sığmayacağı birçok âyet ve hadisten anlaşılmaktadır. Resûl-i Ekrem Cenâb-ı Allah’ın, “Ben sâlih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin hayal edemeyeceği şeyler hazırladım” buyurduğunu ifade ettikten sonra Secde sûresinin 17. âyetini okumuştur (Buhârî, “Tefsîr”, 32/1). 19. âyette geçen cennetü’l-me’vâ tamlamasını bazı âlimler müstakil bir isim olarak düşünmüşlerdir; bu anlayışa göre tamlamayı “Me’vâ cenneti” şeklinde ve bir özel isim tarzında çevirmek gerekir. Fakat hâkim kanaate göre burada geçen “sığınılacak, barınılacak yer” anlamındaki me’vâ kelimesi cenneti nitelemektedir (Bekir Topaloğlu, “Cennet”, DİA, VII, 376); bu sebeple, belirtilen tamlama, meâlinde “huzur içinde kalacakları cennetler” şeklinde çevrilmiştir.

İnsanların dinden bağımsız değer ölçüleri dinî-ilâhî olanlarla örtüşmeyebilir. 18. âyette mümin ile inanmayanların veya günaha batmış bulunanların aynı değerde olmadıkları ortaya konmakta; takip eden âyetlerde de bu değer farkının âhiretteki yansıması açıklanmaktadır.

 


 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 355-357
 

اَفَمَنْ كَانَ مُؤْمِناً كَمَنْ كَانَ فَاسِقاًۜ

 

Hemze istifhâm harfidir. فَ  atıf harfidir. مَنْ  müşterek ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur.İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ مُؤْمِناً ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir. مُؤْمِناً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.

كَمَنْ  car mecruru mübteda  مَنْ nin mahzuf haberine mütealliktir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  فَاسِقاً  kelimesi كَانَ’nin haberi olup lafzen mansubdur.

 

 لَا يَسْتَوُ۫نَ

 

 Fiil cümlesidir.  لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَسْتَوُ۫نَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
 

اَفَمَنْ كَانَ مُؤْمِناً كَمَنْ كَانَ فَاسِقاًۜ لَا يَسْتَوُ۫نَ

 

فَ  atıf harfi, hemze inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüb ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ nin sılası  كَانَ مُؤْمِناً  şeklinde sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Teşbih harfi  كَ  nedeniyle mecrur mahaldeki ikinci müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mübteda olan  مَنْ ’in mahzuf haberine mütealliktir. Sılası olan  كَانَ فَاسِقاً, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-u şebeh hazfedildiği için mücmeldir.

Haber olan  مُؤْمِناً  ve  فَاسِقاًۜ  kelimeleri ism-i fail vezninde gelerek sübût ve süreklilik ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

مَنْ كَانَ مُؤْمِناً  cümlesiyle,  مَنْ كَانَ فَاسِقاًۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

مُؤْمِناً  -  فَاسِقاً  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.

كَانَ -  مَنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَا يَسْتَوُ۫نَ  cümlesi, beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber, ibtidaî kelamdır.

مُؤْمِناً - فَاسِقاًۜ - يَسْتَوُ۫نَ  müfret ve cemi arasında geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Fiilin cemi olması manaya göredir. (Beyzâvî)    

Yani mümin ile fâsık arasındaki apaçık fark ortaya çıktıktan sonra o üstün vasıfları zikredilen mümin, halleri zikredilen fâsık gibi olur mu hiç! (Ebüssuûd)

Bundan önceki cümle ile aralarında benzerlik olmadığının ifade edilmesiyle, bu cümle ile ifade edilen mana, en beliğ ve kuvvetli şekilde tamamıyla bildirildiği, halde bu cümle ile de sarih olarak ifade edilmesi, bundan sonra gelecek tafsilatın buna bina edilmesi içindir. (Ebüssuûd)

17-18-19-20. ayetlerde cem mea-t tefrîk ve-t taksîm sanatı vardır.