اَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوٰىۘ نُزُلاً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمَّا | fakat |
|
2 | الَّذِينَ |
|
|
3 | امَنُوا | inananlar |
|
4 | وَعَمِلُوا | ve yapanlar |
|
5 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
6 | فَلَهُمْ | onlar |
|
7 | جَنَّاتُ | cennetlerde |
|
8 | الْمَأْوَىٰ | durulmağa değer |
|
9 | نُزُلًا | ağırlanırlar |
|
10 | بِمَا | karşılık |
|
11 | كَانُوا | olduklarına |
|
12 | يَعْمَلُونَ | yapıyor(lar) |
|
İnkârcıların hakikatleri açık seçik gördükten sonra “Artık kesin olarak inandık” diyeceklerini, ama bunun Allah katında bir değer taşımayacağını bildiren âyetleri takiben, kimlerin gerçek mânada iman etmiş sayılacakları açıklanmakta, bu kapsamdakilerin övgüye lâyık hallerinden ve kendileri için hazırlanan nimetlerin eşsizliğinden söz edilmektedir. Buna göre gerçek müminler Allah’ın âyetlerine sırf O’nun katından gelmiş olduğu için teslimiyet gösterenlerdir. Müminlerin övgüyle anılan özelliklerinin başında kibirden uzak olmaları, Allah’ın âyetlerine derin bir saygı duymaları ve rablerini hamd ile tesbih etmeleri gelmektedir. Bu da kişinin ancak, kendisi için en büyük değerin yüce yaratıcıya kul olma idrakinde yattığını anlaması halinde evrendeki yerini iyi belirleyebileceğini ve insana yaraşır bir hayat sürmeyi başarabileceğini göstermektedir.
İbn Âşûr, burada müminlerin Allah’ın âyetleri hatırlatıldığında hemen secdeye kapanmalarından ve rablerini hamd ile tesbih etmelerinden söz edilmesinin, imanın en üst düzeyinde bulunanları ve Resûlullah’ın ashabının o gün bilinen bir durumunu anlatmak üzere yapılmış bir tasvir olduğunu, dolayısıyla bu nitelikleri taşımayanların gerçek mânada iman etmiş sayılmayacakları gibi bir anlam çıkarılamayacağını belirtir (XXI, 227-228). Secdeye kapanmanın tam teslimiyetin ve kulun mâbuduna olan derin saygısının sembolü olduğu ve âyette büyüklük taslamamaya özel vurgu yapıldığı dikkate alındığında, kanaatimizce, o dönem için dahi lafzî bir yoruma gitmeksizin, burada Allah’a gayb yoluyla iman etme, kulluk tevazuu ve bilinci içinde O’na gönülden teslimiyet ve saygı göstermenin övüldüğü anlamı öne çıkarılabilir.
Âyetin, “Vücutları yatak görmez” diye çevrilen kısmını lafzan “Yanları yataklardan ayrı kalır, uzak durur” şeklinde tercüme etmek mümkündür. Tefsirlerde, burada övgüyle sözü edilen müminlerin Allah’ı anmak, O’na yalvarmak, ibadet etmek ve özellikle nâfile namaz kılmak için gece uykularını terketmelerinin kastedildiği yorumuna ağırlık verildiği ve değişik gece namazı türlerinin zikredildiği görülmektedir (bk. Taberî, XXI, 99-102; Râzî, XXV, 180; Şevkânî, IV, 291). Burada daima Allah’ı anan ve O’nu asla dilinden, gönlünden uzak tutmayan müminlerin kastedildiği yorumunu yapanlar da olmuştur (Taberî, XXI, 101). Âyette geçen korku ve ümit, bir taraftan Allah’ın azabına uğramaktan endişe duyarken diğer taraftan da O’nun rahmetinden ümit kesmemek şeklinde açıklanır. Müminin hayata ve geleceğe bakışı konusunda dengeli olmayı öğütleyen bu içerikteki âyet ve hadislerden hareketle İslâm âlimleri havf ve recâ terimlerini geliştirmişlerdir. Özellikle tasavvufta bu terimler üzerinde geniş bir biçimde durulmuştur (bu konuda bk. Hicr 15/49-50).
15-16. âyetlerde müminlerin övgüyle anılan özelliklerinin başında kişinin rabbine mutlak saygı ve teslimiyet içinde bulunması gelmektedir. Böyle bir imanın davranışlara yansıması da iki yönlü olmaktadır. Bu tezahürün psikolojik yönü, insanın kendisini sürekli kontrol altında tutabilmesi, ne kadar geniş imkânlar içinde veya ne büyük mahrumiyetlerle karşı karşıya olursa olsun kendisini olayların akışına bırakıvermemesi, özellikle ibadet ve duadan güç alarak bir irade sınavı içinde olduğunun bilincini koruması; sosyal yönü de, kişinin içinde yaşadığı sosyal ortamı ve başkalarına karşı ödevlerini görmezden gelmemesi şeklinde ifade edilebilir ki, âyette “Kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah için harcarlar” buyurularak bu hususa dikkat çekilmiştir (infak hakkında bk. Bakara 2/245, 254, 261).
Dünya hayatını insana yaraşır biçimde değerlendirebilenlerin âhiretteki en büyük ödülleri Allah’ın kendilerinden hoşnut olduğunu öğrenmeleri olacaktır. Dünyadaki güzel davranışları karşılığında orada verilecek nimetlerin bu hayattaki tasavvurlara sığmayacağı birçok âyet ve hadisten anlaşılmaktadır. Resûl-i Ekrem Cenâb-ı Allah’ın, “Ben sâlih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin hayal edemeyeceği şeyler hazırladım” buyurduğunu ifade ettikten sonra Secde sûresinin 17. âyetini okumuştur (Buhârî, “Tefsîr”, 32/1). 19. âyette geçen cennetü’l-me’vâ tamlamasını bazı âlimler müstakil bir isim olarak düşünmüşlerdir; bu anlayışa göre tamlamayı “Me’vâ cenneti” şeklinde ve bir özel isim tarzında çevirmek gerekir. Fakat hâkim kanaate göre burada geçen “sığınılacak, barınılacak yer” anlamındaki me’vâ kelimesi cenneti nitelemektedir (Bekir Topaloğlu, “Cennet”, DİA, VII, 376); bu sebeple, belirtilen tamlama, meâlinde “huzur içinde kalacakları cennetler” şeklinde çevrilmiştir.
İnsanların dinden bağımsız değer ölçüleri dinî-ilâhî olanlarla örtüşmeyebilir. 18. âyette mümin ile inanmayanların veya günaha batmış bulunanların aynı değerde olmadıkları ortaya konmakta; takip eden âyetlerde de bu değer farkının âhiretteki yansıması açıklanmaktadır.
اَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوٰىۘ نُزُلاً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
اَمَّا şart ve tafsil harfidir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الصَّالِحَاتِ mef'ûlun bihtir. Aslında أعمالا (ameller) şeklindeki mahzuf mef'ûlün bihinin sıfatıdır. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوٰى cümlesi mübteda الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. جَنَّاتُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. الْمَأْوٰى muzâfun ileyh olup ىۘ üzere mukadder kesra ile mecrurdur. نُزُلاً kelimesi جَنَّاتُ ’nün hali olup fetha ile mansubdur.
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harfi-i ceriyle نُزُلاً ’e mütealliktir. كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur. يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.اَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوٰىۘ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart ve tafsil harfi اَمَّا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî, اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır, demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)
اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Casiye Suresi 31, c. 6, s. 267)
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi söz konusu kişilere tazim ve teşvik ifade eder.
Sılası olan اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Aynı üsluptaki وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle sılaya atfedilmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوٰى, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle اَمَّا ’nın cevabı aynı zamanda الَّذ۪ينَ ’nin de haberidir.
Cevap cümlesinde, takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. جَنَّاتُ الْمَأْوٰى muahhar mübtedadır.
Az sözle çok anlam ifade eden جَنَّاتُ الْمَأْوٰى izafetinde, sıfatın mevsûfuna izafeti söz konusudur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 20, c. 7, s. 238)
الْمَأْوٰىۘ ’nın harf-i tarifle gelmesi ahd içindir. الْ takısı, muzafun ileyhten ivazdır. Takdiri مَأْواهم [Onların sığınağı] şeklindedir. (Âşûr)
Haber, fiil cümlesi olursa teceddüd [yenilenmek] ifade eder. Muzari fiil hem hudûs hem de gelecek zaman ifadesi sebebiyle teceddüd (fiilde yenilenme/tekrarlanma) ifade eder. Fiil cümlesi aynı zamanda istimrârî teceddüd ifade edebilir. Teceddüd, olayın ortaya çıkışının yenilenmesi/tekrarlanması yani azar azar gerçekleşmesidir. Ancak fiil cümlesinin teceddüdî istimrâr (devamlı olarak yenilenme) ifade etmesi için bazı karineler olması gerekir. Aksi halde istimrârî teceddüd ifade etmez. Bu da medh ve övünme gibi özel bazı makamlara mahsustur. İsim cümlesinde haber, fiil olarak geldiği zaman hükmü takviye eder. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bundan önce anılan iki fırkanın dünyadaki halleri zikredildikten sonra burada da onların mertebeleri açıklanmaktadır.
Ayetin metninde cennet, الْمَأْوٰى ’ya izafe edilmiş, çünkü gerçek yurt cennettir; dünya ise mutlaka terk edilecek bir geçici konaktır.
Diğer bir görüşe göre ise me'vâ, muayyen bir cennetin adıdır. Hangi mânâ olursa olsun, bu ifade de yukarıda zikredildiği gibi onların, dünyada konakları olan yataklarından yanlarını uzak tuttuklarına işaret edilmiş olması, uzak bir ihtimal değildir. (Ebüssuûd)
نُزُلاً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
نُزُلاً kelimesi, جَنَّاتُ ’dan haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesi, masdar tevilinde بِ harfi ile birlikte نُزُلاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıla cümlesi, كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve istimrarî teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mutat olarak yapılan, adet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 93)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
عَمِلُوا - يَعْمَلُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمَأْوٰىۘ - نُزُلاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
نُزُلاً , müfessirlerin çoğuna göre konaklanan yer (المنزل) ve konuk olmak (ألنُزول ) anlamındadır. Buna göre sanki Allah Teâlâ onlar için inip yerleşecekleri konak, kalacakları vatan olarak Firdevs cennetleri vardır buyurmuş oluyor. Ancak biz, bu surenin bu ayetine geldiğimize baktık ki bu sözcüğün (نُزُل) kendisini istiâre kapsamına sokan bir başka mecaz anlamı varmış. İşte bundan dolayı onu burada zikrettik. Onun da kimilerine göre نُزُل kelimesi ile (konuk gelmeden önce onun için hazırlanıp da ilk ayak bastığında kendisine ikram edilen (konukluk) hoş geldin ikramı demek olduğu ifade edilmiştir. Bu sebeple Allah Teâlâ’nın فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوٰىۘ نُزُلاً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ [İşledikleri amellerine karşılık, ağırlama (نُزُلاً ) olarak onlara barınak cennetleri vardır] sözündeki نُزُلاً kelimesi [(konuklara ikram edildiği gibi cennetlikler için hazırlanmış konukluk olarak] demektir. Çünkü onlar, Allah Teâlâ’nın cennetlerinde ağırladığı konukları, evinde ikram ettiği komşuları ve dostları konumundadır. Bu ifadede gerçek manada mesafe yakınlığı ve ikametle niteleme söz konusu değildir. Bu ifade sadece (Allah’ın evinin, sakinleri) diye isimlendirilmişlerdir. İşte ayetteki bu ifade, bu söze benzemektedir. Çünkü Kureyşliler, Allah’ın kendisine özgü saydığı, hac ile ziyaret etmeyi insanlara farz kıldığı evinin komşularıdır. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları)
17-18-19-20. ayetlerde cem mea-t tefrîk ve-t taksîm sanatı vardır.