Secde Sûresi 21. Ayet

وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْاَدْنٰى دُونَ الْعَذَابِ الْاَكْبَرِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ  ...

Andolsun, dönsünler diye biz onlara (ahiretteki) en büyük azaptan önce (dünyadaki) yakın azabı elbette tattıracağız.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَنُذِيقَنَّهُمْ mutlaka onlara taddıracağız ذ و ق
2 مِنَ -dan
3 الْعَذَابِ azab- ع ذ ب
4 الْأَدْنَىٰ daha yakın د ن و
5 دُونَ ayrı olarak د و ن
6 الْعَذَابِ azabdan ع ذ ب
7 الْأَكْبَرِ büyük ك ب ر
8 لَعَلَّهُمْ belki
9 يَرْجِعُونَ dönerler ر ج ع
 
İlk cümlede geçen ve sözlükte “günah işlemek” anlamına gelen feseka fiilinin buradaki bağlamında –başka bazı âyetlerde de olduğu gibi– günahların en büyüğü olan “inkârcılıkta diretme” mânasında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu sebeple, 20. âyette sözü edilen kişiler meâlinde “günaha batanlar” şeklinde ifade edilmiştir. Tefsirlerde genellikle, 21. âyette geçen “büyük azap”tan maksadın âhiret azabı olduğu belirtilir; “yakın azap” ise daha çok dünya hayatındaki belâ ve sıkıntılar şeklinde açıklanır. Bazı müfessirler bunu kabir azabı olarak yorumlamışlar; İbn Mes‘ûd’dan da burada müşriklerin Bedir Savaşı’nda mağlûp olacaklarına işaret bulunduğu yorumu nakledilmiştir (bk. Taberî, XXI, 108-111; İbn Ebû Hâtim, IX, 3110). İnkârcılık günahına saplananlara yakın azabın mutlaka tattırılacağı ve bunun tuttukları yanlış yoldan dönmelerine fırsat verme amacı taşıdığı belirtildiğine göre, bu ifadeyle söz konusu kişilerin dünya hayatında vicdan muhasebesi yapmalarına imkân sağlayan özellikle maddî-mânevî sıkıntılara ve bunalımlara mâruz bırakılmasının kastedildiği söylenebilir. Müteakip âyette kendisine bu tür fırsatlar sağlandığı halde bağnaz tutumunda direnen kişinin haksızlığın zirvesine tırmanmış ve artık cezayı kesin olarak hak etmiş olduğunun belirtilmesi de bu mânayı desteklemektedir.
 

  Deneve دنو :   دُنْيا bizzat veya hükmen yakın olmaktır. Bu kelime mekan, zaman ve mertebe için kullanılır.

 Kimi zaman lafzı 'daha fazla'nın karşıtı olarak 'daha az' anlamında kullanılır.

 Kimi zaman da 'daha iyi'nin karşıtı olarak 'daha kötü' olarak kullanılır.

 Kimi zaman da 'son'un karşıtı olarak 'evvel/lik' olarak kullanılır.

 Bazen de daha 'daha uzağ'ın zıddı olarak 'daha yakın' manasında kullanılır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de çeşitli kalıplarda 133 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri dünya, dünyevi ve ednâdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْاَدْنٰى دُونَ الْعَذَابِ الْاَكْبَرِ

 

و  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

نُذ۪يقَنَّهُمْ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ,  tekid ifade eden nûn-u sakiledir.Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz,  tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)  

مِنَ الْعَذَابِ  car mecruru  نُذ۪يقَنَّهُمْ  fiiline mütealliktir. الْاَدْنٰى  kelimesi  الْعَذَابِ ’nin sıfatı olup  ى üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi)  

دُونَ  mekân zarfı,  نُذ۪يقَنَّهُمْ  fiiline mütealliktir.  الْعَذَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَكْبَرِ  kelimesi الْعَذَابِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

الْاَدْنٰى  - الْاَكْبَرِ   kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.  هُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

يَرْجِعُونَ fiili,  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يَرْجِعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْاَدْنٰى دُونَ الْعَذَابِ الْاَكْبَرِ 

 

Atıfla gelen ayet mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Kasemin cevap cümlesi  لَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْاَدْنٰى دُونَ الْعَذَابِ الْاَكْبَرِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu nun, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Mehmet Altın, Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)  

الْاَدْنٰى  kelimesi  الْعَذَابِ  için sıfattır.  الْاَكْبَرِ  kelimesi ise ikinci  الْعَذَابِ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. İki azap arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Azaptaki ال takısı özel bir cins olduğuna işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ  [Onlara azabı tattıracağız] ifadesinde istiare vardır. Azap, tadılması arzu edilen lezzetli bir yiyeceğe benzetilmiştir. Bu istiareden amaç, azabın korkunçluğunu muhataba hissettirmektir. Alay korkutmak ve hor görmek maksadıyla yapılan tehekkümî istiaredir. 

وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ  ayeti “Bunu bekleyenlere yapılan tedricîlik (derece derece tattırma) tarzında, onlara tattıracağız…” manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

الْاَدْنٰى  - الْاَكْبَر  kelimeleri, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmişlerdir.

الْعَذَابِ الْاَدْنٰى , dünya azabından, الْعَذَابِ الْاَكْبَرِ  ise ahiret azabından kinayedir.

الْاَدْنٰى - الْاَكْبَرِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.

الْعَذَابِ الْاَدْنٰى dünya azabıdır. Tehdit manasında tarizdir. (Âşûr)

Bu azap, onların maruz kaldıkları yedi senelik kıtlık, Peygamberimizle yaptıkları savaşlarda öldürülmeleri ve esir alınmalarıdır. (Ebüssuûd)

Dünya azabında iki özellik vardır:

a) Yakın olması.

b) Az ve küçük oluşu.

Ahiret azabında ise şu iki hususiyet vardır:

a) Uzun olması.

b) Büyük ve çok olması. 

(Fahreddin er-Râzî)

 

 لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  

Vukuu mümkün durumlarda kullanılan tereccî harfi  لَعَلَّ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, gayrı talebî işaî isnaddır.

لَعَلَّ ’nin haberi olan  يَرْجِعُونَ ’nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

“Umulur ki” anlamında olan  لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (Âşûr, Bakara Suresi, 21)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)