وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَلَا تَكُنْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓائِه۪ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | اتَيْنَا | biz verdik |
|
3 | مُوسَى | Musa’ya |
|
4 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
5 | فَلَا | sakın |
|
6 | تَكُنْ | olma |
|
7 | فِي | içinde |
|
8 | مِرْيَةٍ | kuşku |
|
9 | مِنْ | -ndan |
|
10 | لِقَائِهِ | onun ulaşması- |
|
11 | وَجَعَلْنَاهُ | ve onu yaptık |
|
12 | هُدًى | yol gösterici |
|
13 | لِبَنِي | oğullarına |
|
14 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
Âyetin, “Bu kavuşma hakkında şüphen olmasın” şeklinde çevrilen kısmında yer alan zamirin neyin veya kimin yerini tuttuğu hususundaki tercihe göre bu kısım için değişik yorumlar yapılmıştır. Bunların başlıcaları şöyledir: a) O kitabın Mûsâ’ya ulaşmış olmasından kuşku duyma, b) Mûsâ’nın Allah’a kavuşmasından yani o kitabı vahiy olarak Allah’tan aldığından şüphen olmasın, c) Mûsâ’ya (Mi‘rac gecesinde veya âhirette) kavuşacağından kuşkun olmasın, d) Mûsâ’nın karşılaştığı durumlarla yani bazı eziyetlerle senin de karşılaşacağında tereddüdün olmasın, e) Senin de kitaba kavuşacağından şüphen olmasın (Tabersî, VIII, 111; Râzî, XXV, 186; Şevkânî, IV, 295).
Âyette sûrenin başında değinilen hususu yani Kur’an’ın âlemlerin rabbi olan Allah tarafından indirildiği gerçeğini teyit için Hz. Mûsâ örneğine yer verilmektedir. Şu halde burada Yûnus sûresinin 94. âyetinde olduğu gibi, Hz. Muhammed’e, yakın çevresindekilerin bildiği üzere önceki bazı peygamberlere nasıl Allah tarafından vahiy ve kitap verilmişse kendisine de yine O’nun katından bir kitap verilmekte olduğu ve Hz. Mûsâ gibi kendisinin de bu vahyin tamamını alacağından şüphe duymaması gerektiği bildirilmektedir (Zemahşerî, III, 223). Burada ilâhî kitaplar arasındaki kaynak ve öz birliğine işaret bulunduğu fikrine de dikkat çekildiği söylenebilir; fakat Süleyman Ateş’in “Bu âyetlerden de Kur’an’da ma‘rife olarak kullanılan “el-kitâb” ile, daha önce Mûsâ’ya ve ondan sonraki peygamberlere verilmiş olan Tevrat ve eklerinin kastedildiği anlaşılmaktadır” (VII, 110-111) şeklindeki düşüncesine, özellikle Kur’an’ı Tevrat’ın “eki” olarak nitelemesine katılmak mümkün değildir (anılan müellifin bu konudaki çelişkili ifadelerinin eleştirisi için bk. Âl-i İmrân 3/3; Ankebût 29/45).
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَلَا تَكُنْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓائِه۪ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. مُوسَى mef'ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. الْكِتَابَ ikinci mef'ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri, إن تساءلت عنه (Eğer onu sorarsan) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُنْ meczum, nakıs muzari fiildir. تَكُنْ ’un ismi, müstetir olup takdiri أنت ’dir.
ف۪ي مِرْيَةٍ car mecruru تَكُنْ ’un mahzuf haberine mütealliktir. مِنْ لِقَٓائِه۪ car mecruru مِرْيَةٍ’e mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. جَعَلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. هُدًى ikinci mef'ûlun bih olup elif üzere fetha ile mansubdur. هُدًى maksur isimdir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِبَن۪ٓي car mecruru هُدًى ’e mütealliktir. بَن۪ٓي muzâftır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ’dir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir.
اِسْرَٓاء۪يلَ muzâfun ileyhtir. Gayrı munsariftir.
Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ
وَ , istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Kasemin قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
اٰتَيْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
الْكِتَابَ, ْkitap cinsi anlamındadır; وَجَعَلْنَاهُ ifadesindeki zamir kitaba aittir. Mana şöyledir: “Gerçek şu ki: Biz Musa’yı da seni buluşturduğumuz kitap cinsinden benzer bir kitapla buluşturmuş; sana telkin ettiğimiz vahyin benzerini ona da telkin etmiştik. Bu itibarla sen onun karşılaştığı şeyin misli ve benzeri ile karşılaşmış olman konusunda asla kuşku içinde olma.” (Keşşâf)
Tevrat'ın kitap olarak ifade edilmesi, Tevrat ile Kur'an arasında mücaneset olduğunu (ikisi de semavî kitap cinsinden olduklarını) ve Peygamberimize Kur'an'ın verilmesinin de, Hz. Musa'ya Tevrat'ın verilmesi gibi olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Hz. Musa'nın seçilmesi şöyle bir hikmetten dolayı olmuş olabilir: “Hiçbir peygambere, iman etmeyenler hariç, kavmi eziyet etmemiş, müminler ise muhalefet etmemiştir. Bunun istisnası Hz. Musa'dır. Çünkü ona iman etmeyenler de Firavun ve başkaları gibi eziyet etmişlerdir. İsrailoğullarından iman edenler de ona muhalefet etmek ve mesela Allah'ı ayan beyan göstermesini istemek gibi ondan birtakım taleplerde bulunarak ve ‘Sen ve Rabbin gidiniz, savaşınız…’ gibi tuhaf isteklerde bulunmak suretiyle ona eziyet etmişlerdir.” (Fahreddin er-Râzî)
فَلَا تَكُنْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓائِه۪
Rabıta harfi فَ ile gelen فَلَا تَكُنْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓائِه۪ cümlesi, itiraziyyedir. Buradaki فَ harfi itiraziyyedir. Kur’an’da çok kullanılmıştır. (Âşûr)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, إن تساءلت عنه [Eğer onu sorarsan] olan şart cümlesi mahzuftur.
Cevap cümlesi فَلَا تَكُنْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓائِه۪, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
Mahzuf şart ve mezkur cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ف۪ي مِرْيَةٍ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla مِرْيَة, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü şüphe, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Şüphede mübalağa için bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
مِرْيَةٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Menfî siyakta nekre umum ve şumûle işarettir.
ف۪ي مِرْيَةٍ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
مِرْيَةٍ, şek ve tereddüt demektir. (Âşûr)
ف۪ي مِرْيَةٍ deki ف۪ي , mülabesedeki şiddeti ifade için mecazdır. (Âşûr)
Veciz anlatım kastıyla gelen لِقَٓائِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya aid zamire muzaf olan لِقَٓائِ şan ve şeref kazanmıştır.
İstînâfiye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ
Kasemin cevap cümlesine matuf olan وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
جَعَلْنَاهُ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
هُدًى ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.
هُدًى nekre oluşu, hidayetin husulu için mübalağa ifade eder. (Âşûr)
Cenab-ı Hakk, Hz. Peygambere (s.a.), Hz. Musa'nın hidayetinin faydadan hâlî olmaması gibi kendisinin hidayetinin de faydadan hâfî ve uzak olmayacağını beyan etmek üzere “Biz onu, İsrailoğullarına hidayet rehberi yaptık. İçlerinde de ...doğru yola sevk edecek rehberler tayin etmiştik” buyurmuştur. Bu, “Cenab-ı Hakk, Musa’nın (a.s.) kitabını, bir hidayet rehberi kılıp onlardan, hidayete sevk eden imamlar halk ettiği gibi senin kitabını da bir hidayet rehberi kılar ve senin ümmetinden de hidayete erdiren sahabiler halkeder” demektir. (Fahreddin er-Râzî)