Ahzâb Sûresi 12. Ayet

وَاِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اِلَّا غُرُوراً  ...

Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, “Allah ve Resûlü bize, ancak aldatmak için vaadde bulunmuşlar” diyorlardı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve hani
2 يَقُولُ diyordu ق و ل
3 الْمُنَافِقُونَ münafıklar ن ف ق
4 وَالَّذِينَ ve bulunanlar
5 فِي
6 قُلُوبِهِمْ kalblerinde ق ل ب
7 مَرَضٌ hastalık م ر ض
8 مَا
9 وَعَدَنَا bize vaadde bulunmadı و ع د
10 اللَّهُ Allah
11 وَرَسُولُهُ ve Resulü ر س ل
12 إِلَّا dışında
13 غُرُورًا boş vaatler غ ر ر
 

Hendek kazılırken büyük bir kayaya rastlanmıştı, kayayı sökme­yi veya kırmayı başaramayan askerler Peygamberimiz’e başvurdular. O, üst giysisini çıkardı, kazmayı eline aldı ve üç vuruşta kayayı parçaladı. Her vuruşta “Allahü ekber” diyor ve “İran, Suriye, Yemen” gibi yerleri zikrederek ileride müslümanların gerçekleştirecekleri fetihleri bir bir müjdeliyordu. Bu müjdeyi işiten yahudiler ve münafıklar ise “Biz korkudan helâya gidemezken o bize İran ve Bizans’ın hazinelerini müjdeliyor, bu aldatmadan başka bir şey değil” demişlerdi (Nesâî, “Cihâd”, 42; Kurtubî, XIV, 130).

Bu gruptaki âyetlerde münafıkların ortak karakteri, sözlerinden ve davranışlarından örnekler verilerek açıklanmaktadır: Bunlar söz verirler ama yerine getirmezler; fitne fesat fırsatı çıkınca ev bark aile düşünmeden o fırsatı değerlendirmeye koşarlar; hizmet gerektiğinde ise türlü bahaneler ileri sürerek izin almak isterler; sûret-i haktan görünerek müslümanların moralini bozarlar; çoluk çocuklarını, evlerinin tehlikede olduğunu hatırlatarak savaş alanından çekilmeyi tavsiye ederler; korkunun ölüme faydası olmadığı halde inançsızlıkları sebebiyle savaşmaktan ve ölümden fazlaca korkarlar, korku ortamı geçip zafer kazanılınca da bu sonuçta kendilerinin de payı varmış gibi konuşmaya ve hak talep etmeye kalkışırlar.

 

وَاِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اِلَّا غُرُوراً

Zaman zarfı  اِذْ  atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki  اِذْ ’e matuftur.

إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a. إِذْ  mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b. إِذْ den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c. بَيْنَا  ve  بَيْنَمَا dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَقُولُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَقُولُ  merfû muzari fiildir. الْمُنَافِقُونَ  fail olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَرَضٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

Mekulü’l kavli,  مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ ’dır. يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

وَعَدَنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. رَسُولُـهُٓ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. غُرُوراً  amili  وَعَدَ ’nin ikinci mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur.

مُنَافِقُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâ’ale babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اِلَّا غُرُوراً

 

Bu ayetteki zaman zarfı, 10. ayetteki zaman zarfına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan …يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُ  fiilinin failine matuf has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ nin sılası olan  ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ , isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  ف۪ي قُلُوبِهِمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

Kalplerinde hastalık olanların ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, onların bilinen kişiler olduğunu belirtmenin yanında tahkir içindir.

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اِلَّا غُرُوراً  cümlesi, nefy harfi  مَا  ve istisnâ harfi  اِلَّٓا  ile oluşan kasrla tekid edilmiş, menfi muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. İki tekid mesabesindeki kasır, fiil ve mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır.

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak kalpteki nifakın derecesini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

Münafıklar ve kalplerinde hastalık olanların, sözlerini kasırla pekiştirerek söylemeleri inkârlarındaki kararlılığı gösterir. 

رَسُولُ  ve  اللّٰهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَرَضٌ ’daki tenvin nev ve kesret, mef’ûl olan  غُرُوراً ’daki tenvin kesret ifade eder.

Münafıklar hakkındaki bu ayet-i kerimede  مَرَضٌ  kelimesinde istiâre yapılmıştır.  مَرَضٌ  bedenî bir hastalıktır, kalbî bir hastalık olan nifak için müsteâr olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmesidir.  مَرَضٌ  bedeni, nifak kalbi ifsad eder. Bu kelimenin hakiki manasında kullanılmayıp müsteâr olduğunun delili yani karine-i mânia ayet-i kerimenin küfürlerini gizleyip Müslüman olduklarını izhar eden münafıkları zem siyakında olmasıdır. Bedenî hastalıkları değil, kalbî fesadları zemmedilmektedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)