لِيَجْزِيَ اللّٰهُ الصَّادِق۪ينَ بِصِدْقِهِمْ وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ اِنْ شَٓاءَ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِيَجْزِيَ | mükafatladırsın |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | الصَّادِقِينَ | doğruları |
|
4 | بِصِدْقِهِمْ | doğruluklarıyle |
|
5 | وَيُعَذِّبَ | ve azabetsin |
|
6 | الْمُنَافِقِينَ | iki yüzlülere |
|
7 | إِنْ | şayet |
|
8 | شَاءَ | dilerse |
|
9 | أَوْ | yahut |
|
10 | يَتُوبَ | tevbelerini kabul buyursun |
|
11 | عَلَيْهِمْ | onlardan |
|
12 | إِنَّ | şüphesiz |
|
13 | اللَّهَ | Allah |
|
14 | كَانَ |
|
|
15 | غَفُورًا | çok bağışlayandır |
|
16 | رَحِيمًا | çok esirgeyendir |
|
İnsanlar dünyada amaçlarına ulaşabilmek için uygun örnek ve rehberler edinirler, bunların yollarını izleyerek, tavsiyelerine uyarak hareket edip istediklerini elde etmeye çalışırlar. Allah’a iman edip O’nun rızâsını isteyen, âhirette lutfedeceği emsalsiz nimetlere mazhar olmayı uman ve daima Allah sevgisiyle yaşamak isteyen insanlar için eşi bulunmaz örnek, O’nun sevgili kulu, elçisi, rahmeti, şahidi, müjdecisi, davetçisi, ışığı olan Muhammed Mustafa’dır. Onun örnekliği yalnızca Hendek Savaşı’ndaki davranışlarında değil müminlerin bütün hayatlarında geçerlidir. İlgili kaynaklarda onun yaptıklarını yapmanın, izinden gitmenin hükmü üzerinde durulmuş, ortaya üç görüş çıkmıştır: 1. Onu örnek almak farzdır, aksine bir delil bulunmadıkça her yaptığı yapılmalıdır. 2. Onun örnekliği, aksine bir delil bulunmadıkça müstehaptır (tavsiye edilmiştir). 3. Dinî konularda birincisi, dünya işlerinde ikincisi doğrudur (Kurtubî, XIV, 154). Bize göre Hz. Peygamber’in bütün yaptıkları ve söyledikleri tek bir hüküm çerçevesi içine alınamaz. Başta Kur’an olmak üzere diğer delil ve karîneler de göz önüne alınarak her fiili ve sözü ayrı ayrı değerlendirilir, bağlayıcı olup olmadığı tayin edilir. Genellikle tefsir ve fıkıh âlimleri de böyle yapmışlardır.
Hendek Savaşı’nda müminler, Hz. Peygamber’i örnek almışlar, ona itaat ederek dünyada önemli bir zafer kazanmışlar, âhirette ise büyük bir ödülü hak etmişlerdir.
“Münafıkları da dilerse cezalandırsın, dilerse bağışlasın” lafzından, münafıkların da affedilebileceği manası çıkarılabilir; ancak Kur’an âyetleri bir bütün olarak göz önüne alındığında cümleyi, “Tövbe ettikleri takdirde bağışlasın” şeklinde anlamak gerekecektir.
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ الصَّادِق۪ينَ بِصِدْقِهِمْ
لِ harfi, يَجْزِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte صَدَقُوا fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,
2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamu’l cuhuddan sonra,
4) Lamu’t talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavu’l maiyye (وَ)’den sonra,
6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَجْزِيَ mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. الصَّادِق۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
بِصِدْقِ car mecruru يَجْزِيَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
صَّادِق۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ اِنْ شَٓاءَ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْۜ
Cümle atıf harfi وَ ’la يَجْزِيَ fiiline matuftur.
يُعَذِّبَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْمُنَافِق۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. İtiraziyyedir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ شَٓاءَ cümlesi itiraziyyedir.
شَٓاء şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, إن شاء تعذيبهم عذّبهم بأن يميتهم على النفاق (Onlara azap etmek isterse nifakları dolayısıyla öldürür.) şeklindedir.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. Türkçede “veya yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتُوبَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَيْهِمْ car mecruru يَتُوبَ fiiline mütealliktir.
يُعَذِّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
الْمُنَافِق۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâ’ale babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً cümlesi اِنّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
غَفُوراً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. رَح۪يماً ikinci haber olup lafzen mansubdur.
رَح۪يماًۚ - غَفُوراً kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ الصَّادِق۪ينَ بِصِدْقِهِمْ وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ
لِ harfi, يَجْزِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirmiştir. Sebep bildiren لِ ve akabindeki لِيَجْزِيَ اللّٰهُ الصَّادِق۪ينَ بِصِدْقِهِمْ cümlesi masdar teviliyle, önceki ayetteki صَدَقُوا fiiline mütealliktir. Mahzuf bir fiile müteallık olması da caizdir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ cümlesi makabline matuftur. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi tezattır.
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ الصَّادِق۪ينَ بِصِدْقِهِمْ cümlesiyle يُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَجْزِيَ - يُعَذِّبَ ve الصَّادِق۪ينَ - الْمُنَافِق۪ينَ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafiy sanatı, vardır.
الصَّادِق۪ينَ - صِدْقِ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Sülasisi عذب olan عَذِّبَ fiili tef’il babındadır. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
Ahzab Suresi 8. ayeti gibi bu ayet de daha önce tafsilatıyla anlatıları hallerin ve sözlerin vukuunu gerektiren sebep ve gayeyi beyan etmektedir. Yani bütün o vaki olanlar şunun için varid olmuştur: Allah, sadıkları, kendilerinden sadır olan sözlü ve fiili sadakat ve vefanın karşılığını verecek; münafıkları da cezalandırmak isterse kendilerinden sadır olan sözlü ve fiili amelleri yüzünden azaba uğratacak yahut da tevbe ettikleri takdirde tevbelerini kabul edecektir.
Diğer bir görüşe göre ise mana şöyledir: Muhlis müminler, sebat ve ahde vefa ile, güzel akıbet kastettikleri gibi münafıklar da ahitlerini değiştirmekle, kötü akıbet kastetmişlerdir. (Ebüssuûd)
Zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi karşılığın büyüklüğünü belirtmek içindir. (Âşûr)
اِنْ شَٓاءَ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْۜ
İtiraziyye olarak fasılla gelen ayette شَٓاءَ , şart cümlesidir. Fiilin mef’ûlü mahzuftur.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garib bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
شَٓاءَ fiili, müteaddi olduğu halde mef'ûlünün hazfedilmesi umum ifade edip zihni devreye sokar, geniş düşünmeye imkan sağlar.
Şart üslubundaki cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, إن شاء تعذيبهم عذّبهم بأن يميتهم على النفاق (Onlara azap etmek isterse nifakları dolayısıyla öldürür.) olan cevap mahzuftur.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnad, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
يَتُوبَ عَلَيْهِمْ cümlesi, اَوْ atıf harfiyle önceki ayetteki يُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ cümlesine atfedilmiştir.
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır.
Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”In Kullanımı)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder.
إِنَّ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
إِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
كَانَ ’nin haberi olan غَفُورًا ,رَح۪يمًا kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında وَ olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)