بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّٰهَ عَلَيْهِۚ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضٰى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُۘ وَمَا بَدَّلُوا تَبْد۪يلاًۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مِنَ | -den |
|
2 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minler- |
|
3 | رِجَالٌ | erkekler |
|
4 | صَدَقُوا | durdular |
|
5 | مَا |
|
|
6 | عَاهَدُوا | verdikleri sözde |
|
7 | اللَّهَ | Allah |
|
8 | عَلَيْهِ | üzerine |
|
9 | فَمِنْهُمْ | onlardan |
|
10 | مَنْ | kimi |
|
11 | قَضَىٰ | yerine getirdi |
|
12 | نَحْبَهُ | adağını |
|
13 | وَمِنْهُمْ | ve onlardan |
|
14 | مَنْ | kimi |
|
15 | يَنْتَظِرُ | (şehidlik) beklemektedir |
|
16 | وَمَا | ve asla |
|
17 | بَدَّلُوا | (sözlerini) değiştirmemişlerdir |
|
18 | تَبْدِيلًا | değişiklikle |
|
Qadaye قضي : قَضَاءٌ ister sözle ister fiille olsun bir meselede nihai ayırımı yaparak işi bitirmektir.
Ayrıca قَضَاءٌ sözcüğü ölüm anlamında da kullanılır. Bu köke ait إقْتِضَاءٌ kavramına gelince borçludan aldığı borcunu geri vermesini talep etmektir.
O şöyledir ya da böyle değildir şeklinde söylenen her söze قَضِيَّةٌ denir.
Yüce Allah'dan olan kazâ, takdirle ilgili nihai ayırımı yapıp işi bitirmek demek olduğundan kaderden daha özel bir anlama sahiptir. Dolayısıyla kader takdirin kendisi, kazâ ise nihai olarak kesip işi bitirmektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 63 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri kaza, kadı, iktiza, muktezâ, kaziye ve takazadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّٰهَ عَلَيْهِۚ
İsim cümlesidir. مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. رِجَالٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
صَدَقُوا fiili رِجَالٌ ’nün sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صَدَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûlü mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası عَاهَدُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
عَاهَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَلَيْهِ car mecruru عَاهَدُوا fiiline mütealliktir.
عَاهَدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi عهد ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Musareket (İşteşlik - ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمِنْهُمْ مَنْ قَضٰى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُۘ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَنْ müşterek ism-i mevsûlü muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası قَضٰى ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
قَضٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
نَحْبَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْهُمْ مَنْ atıf harfi فَ ile önceki مِنْهُمْ مَنْ ’e matuftur. İsm-i mevsûlun sılası يَنْتَظِرُۘ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَنْتَظِرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
يَنْتَظِرُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi نظر ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَمَا بَدَّلُوا تَبْد۪يلاًۙ
وَ atıf harfidir.Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. بَدَّلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَبْد۪يلاً mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَدَّلُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بدل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّٰهَ عَلَيْهِۚ
Ayet müstenefe cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede icaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur olan مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. رِجَالٌ, muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyhin tenkiri tazim içindir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّٰهَ عَلَيْهِۚ cümlesi رِجَالٌ için sıfattır. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
صَدَقُوا fiilinin mef’ûlü olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası عَاهَدُوا اللّٰهَ عَلَيْهِۚ cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
صَدَقُوا - عَاهَدُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَلَيْهِ car-mecruru عَاهَدُوا fiiline mütealliktir.
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ رِجَالٌ [müminlerden... yiğitler vardır ] ayetinde yiğitler anlamındaki رِجَالٌ kelimesi mübteda olarak merfu gelmiştir. Nekrenin mübteda gelmesinin uygunluğu daha sonra gelen; صَدَقُوا [Sebat gösteren...ler] ibaresinin sıfat konumunda oluşundan dolayıdır. (Kurtubî)
فَمِنْهُمْ مَنْ قَضٰى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُۘ وَمَا بَدَّلُوا تَبْد۪يلاًۙ
Ayetin ikinci cümlesi فَ ile istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede icaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur olan مِنْهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Muahhar müsnedün ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘nın sılası olan قَضٰى نَحْبَهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübtedanın ism-i mevsûlle gelmesi tazim ve sonraki haberin önemine işaret içindir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Aynı üslupta gelen وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُۘ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle, makabline atfedilmiştir.
قَضٰى نَحْبَهُ [Adağını yerine getirdi] cümlesinde istiare vardır. نَحْبَ , adak manasına olup burada ölüm için müstear olarak kullanılmıştır. Çünkü ölüm, her canlının sonudur. Sanki o, insanın boynundan hiç ayrılmayan bir adaktır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, Beyzâvî, Âşûr)
Ayetin son cümlesi olan وَمَا بَدَّلُوا تَبْد۪يل , makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. وَ ’ın haliyye olması da caizdir. Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
تَبْد۪يلاًۙ , cümleyi tekid eden unsurlardan biri olan mef’ûlü mutlaktır.
بَدَّلُوا - تَبْد۪يلاًۙ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, farklı görevdeki مَا ’larda tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümlede, müminlerin halleri sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
Ayette onlar hakkında “beklemek” fiilinin kullanılması, onların şehitliği büyük bir aşk ile beklediklerine pek doğru bir delildir. (Ebüssuûd)
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ الصَّادِق۪ينَ بِصِدْقِهِمْ وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ اِنْ شَٓاءَ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِيَجْزِيَ | mükafatladırsın |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | الصَّادِقِينَ | doğruları |
|
4 | بِصِدْقِهِمْ | doğruluklarıyle |
|
5 | وَيُعَذِّبَ | ve azabetsin |
|
6 | الْمُنَافِقِينَ | iki yüzlülere |
|
7 | إِنْ | şayet |
|
8 | شَاءَ | dilerse |
|
9 | أَوْ | yahut |
|
10 | يَتُوبَ | tevbelerini kabul buyursun |
|
11 | عَلَيْهِمْ | onlardan |
|
12 | إِنَّ | şüphesiz |
|
13 | اللَّهَ | Allah |
|
14 | كَانَ |
|
|
15 | غَفُورًا | çok bağışlayandır |
|
16 | رَحِيمًا | çok esirgeyendir |
|
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ الصَّادِق۪ينَ بِصِدْقِهِمْ
لِ harfi, يَجْزِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte صَدَقُوا fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,
2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamu’l cuhuddan sonra,
4) Lamu’t talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavu’l maiyye (وَ)’den sonra,
6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَجْزِيَ mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. الصَّادِق۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
بِصِدْقِ car mecruru يَجْزِيَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
صَّادِق۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ اِنْ شَٓاءَ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْۜ
Cümle atıf harfi وَ ’la يَجْزِيَ fiiline matuftur.
يُعَذِّبَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْمُنَافِق۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. İtiraziyyedir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ شَٓاءَ cümlesi itiraziyyedir.
شَٓاء şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, إن شاء تعذيبهم عذّبهم بأن يميتهم على النفاق (Onlara azap etmek isterse nifakları dolayısıyla öldürür.) şeklindedir.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. Türkçede “veya yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتُوبَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَيْهِمْ car mecruru يَتُوبَ fiiline mütealliktir.
يُعَذِّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
الْمُنَافِق۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâ’ale babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً cümlesi اِنّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
غَفُوراً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. رَح۪يماً ikinci haber olup lafzen mansubdur.
رَح۪يماًۚ - غَفُوراً kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ الصَّادِق۪ينَ بِصِدْقِهِمْ وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ
لِ harfi, يَجْزِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirmiştir. Sebep bildiren لِ ve akabindeki لِيَجْزِيَ اللّٰهُ الصَّادِق۪ينَ بِصِدْقِهِمْ cümlesi masdar teviliyle, önceki ayetteki صَدَقُوا fiiline mütealliktir. Mahzuf bir fiile müteallık olması da caizdir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ cümlesi makabline matuftur. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi tezattır.
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ الصَّادِق۪ينَ بِصِدْقِهِمْ cümlesiyle يُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَجْزِيَ - يُعَذِّبَ ve الصَّادِق۪ينَ - الْمُنَافِق۪ينَ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafiy sanatı, vardır.
الصَّادِق۪ينَ - صِدْقِ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Sülasisi عذب olan عَذِّبَ fiili tef’il babındadır. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
Ahzab Suresi 8. ayeti gibi bu ayet de daha önce tafsilatıyla anlatıları hallerin ve sözlerin vukuunu gerektiren sebep ve gayeyi beyan etmektedir. Yani bütün o vaki olanlar şunun için varid olmuştur: Allah, sadıkları, kendilerinden sadır olan sözlü ve fiili sadakat ve vefanın karşılığını verecek; münafıkları da cezalandırmak isterse kendilerinden sadır olan sözlü ve fiili amelleri yüzünden azaba uğratacak yahut da tevbe ettikleri takdirde tevbelerini kabul edecektir.
Diğer bir görüşe göre ise mana şöyledir: Muhlis müminler, sebat ve ahde vefa ile, güzel akıbet kastettikleri gibi münafıklar da ahitlerini değiştirmekle, kötü akıbet kastetmişlerdir. (Ebüssuûd)
Zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi karşılığın büyüklüğünü belirtmek içindir. (Âşûr)
اِنْ شَٓاءَ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْۜ
İtiraziyye olarak fasılla gelen ayette شَٓاءَ , şart cümlesidir. Fiilin mef’ûlü mahzuftur.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garib bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
شَٓاءَ fiili, müteaddi olduğu halde mef'ûlünün hazfedilmesi umum ifade edip zihni devreye sokar, geniş düşünmeye imkan sağlar.
Şart üslubundaki cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, إن شاء تعذيبهم عذّبهم بأن يميتهم على النفاق (Onlara azap etmek isterse nifakları dolayısıyla öldürür.) olan cevap mahzuftur.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnad, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
يَتُوبَ عَلَيْهِمْ cümlesi, اَوْ atıf harfiyle önceki ayetteki يُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ cümlesine atfedilmiştir.
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır.
Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”In Kullanımı)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder.
إِنَّ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
إِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
كَانَ ’nin haberi olan غَفُورًا ,رَح۪يمًا kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında وَ olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
وَرَدَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِغَيْظِهِمْ لَمْ يَنَالُوا خَيْراًۜ وَكَفَى اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ الْقِتَالَۜ وَكَانَ اللّٰهُ قَوِياًّ عَز۪يزاًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَرَدَّ | geri çevirdi |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
4 | كَفَرُوا | inkar edenleri |
|
5 | بِغَيْظِهِمْ | öfkeleriyle |
|
6 | لَمْ |
|
|
7 | يَنَالُوا | eremediler |
|
8 | خَيْرًا | hayra |
|
9 | وَكَفَى | ve yeter |
|
10 | اللَّهُ | Allah |
|
11 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minlere |
|
12 | الْقِتَالَ | savaşta |
|
13 | وَكَانَ | ve |
|
14 | اللَّهُ | Allah |
|
15 | قَوِيًّا | güçlüdür |
|
16 | عَزِيزًا | üstündür |
|
وَرَدَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِغَيْظِهِمْ لَمْ يَنَالُوا خَيْراًۜ
وَ istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir.
رَدَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِغَيْظِ car mecruru mevsûlün mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, متلبّسين بغيظهم (Öfkelerine bürünmüş olarak) şeklindedir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَمْ يَنَالُوا خَيْراً cümlesi ism-i mevsûlun ikinci hali olarak mahallen mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَنَالُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. خَيْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَكَفَى اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ الْقِتَالَۜ
وَ atıf harfidir. كَفَى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
الْمُؤْمِن۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الْقِتَالَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَانَ اللّٰهُ قَوِياًّ عَز۪يزاًۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
قَوِياًّ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. عَز۪يزاً kelimesi كَانَ ’nin ikinci haberi olup lafzen mansubdur.
قَوِياًّ - عَز۪يزاً kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَرَدَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِغَيْظِهِمْ لَمْ يَنَالُوا خَيْراًۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.
Car mecrur olan بِغَيْظِهِمْ , mevsûlün mahzuf haline mütealliktir.
لَمْ يَنَالُوا خَيْراً cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin ikinci halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlesi olarak gelmesi, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mef’ûl olan خَيْراً ’deki tenvin kıllet ifade eder.
كَفَرُوا - مُؤْمِن۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
بِغَيْظِهِمْ ‘deki بِ harfi ceri mülabeset içindir. (Âşûr)
Mütekellim zamiri yerine ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi şanının büyüklüğüne tenbih içindir. (Âşûr)
Bu kelâmda, zikredilen kıssanın kalan kısmına dönülmekte ve “Biz de onların üzerine kasırga ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik.” ayetinde işaret edilen nimetin devamı açıklanmaktadır. (Ebüssuûd)
وَكَفَى اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ الْقِتَالَۜ
Ayetin ikinci cümlesi atıf harfiyle istînâf cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede mütekelliminin Allah Teâlâ olması dolayısıyla اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır. Allahın kafi gelmesi, onları düşmana karşı koruması anlamındadır.
وَكَانَ اللّٰهُ قَوِياًّ عَز۪يزاًۚ
وَ , istînâfiyyedir. Cümle itiraziyye olarak gelmiştir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi zamandan bağımsız sübut ve istimrar ifade eder.
كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa Suresi 81)
Daha önce açık isim geçtiği için zamir gelmesi gereken yerde Allah ismi celâli geldi. Böylece muhatabın zihninde bu isim daha kolay yerleşmiş oldu. Çünkü açık isim, zamirden daha kuvvetli, daha belîğ, delalet ettiği manayı daha iyi ifade eden ve zihinlerde yerleştiren bir kelimedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Ayette lafza-i celâlin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın arasında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
قَوِياًّ عَز۪يزاً şeklindeki mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Kuvvet’in izzet’e takdîmi söz konusudur. Çünkü güçlüydü, izzetli oldu. Yani galip geldi. Dolayısıyla kuvvet öncedir. Yüce Allah’ın Hac Suresi 40 ve Ahzab Suresi 25. ayetleri de buna işaret etmektedir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)
وَاَنْزَلَ الَّذ۪ينَ ظَاهَرُوهُمْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ صَيَاص۪يهِمْ وَقَذَفَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ فَر۪يقاً تَقْتُلُونَ وَتَأْسِرُونَ فَر۪يقاًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَنْزَلَ | ve indirdi |
|
2 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
3 | ظَاهَرُوهُمْ | onlara yardım eden |
|
4 | مِنْ | -nden |
|
5 | أَهْلِ | ehli- |
|
6 | الْكِتَابِ | Kitap |
|
7 | مِنْ | -nden |
|
8 | صَيَاصِيهِمْ | kaleleri- |
|
9 | وَقَذَفَ | ve düşürdü |
|
10 | فِي | içine |
|
11 | قُلُوبِهِمُ | kalbleri |
|
12 | الرُّعْبَ | korku |
|
13 | فَرِيقًا | bir kısmını |
|
14 | تَقْتُلُونَ | öldürüyordunuz |
|
15 | وَتَأْسِرُونَ | ve esir alıyordunuz |
|
16 | فَرِيقًا | bir kısmını da |
|
Hendek Savaşı’nın ardından düşman çekilip gidince müslümanlara hıyanet eden, antlaşmayı bozarak onları arkadan vurma kararı alan Benî Kurayza yahudileri büyük bir korkuya kapıldılar, kalelerine çekilip korunma tedbirleri aldılar. Ancak hak ettikleri âkıbete ne korku engel olabildi ne de muhkem kaleler, alınan çeşitli tedbirler. Kuşatma altında bir müddet kaldıktan sonra teslim oldular; ihanetlerinin bedeli olarak savaç suçluları idama mahkûm edildi. (bk. Hamîdullah, İslâm Peygamberi [1972], I, 415-417; Casim Avcı, “Kurayza”, DİA, XXVI, 431-432).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 378وَاَنْزَلَ الَّذ۪ينَ ظَاهَرُوهُمْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ صَيَاص۪يهِمْ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir.Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَاهَرُوهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ظَاهَرُو damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ اَهْلِ car mecruru ظَاهَرُو ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِنْ صَيَاص۪يهِمْ car mecruru اَنْزَلَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
ظَاهَرُو fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ظهر ’dır.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Musareket (İşteşlik - ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَذَفَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ فَر۪يقاً تَقْتُلُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir.
قَذَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir.Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. ف۪ي قُلُوبِ car mecruru قَذَفَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الرُّعْبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَر۪يقاً amili تَقْتُلُونَ ’nin mukaddem mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur.
تَقْتُلُونَ cümlesi قُلُوبِهِمُ ’deki gaib zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
تَقْتُلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَتَأْسِرُونَ فَر۪يقاًۚ
Cümle atıf harfi وَ ’la تَقْتُلُونَ ’ye matuftur.
تَأْسِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. فَر۪يقاً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.وَاَنْزَلَ الَّذ۪ينَ ظَاهَرُوهُمْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ صَيَاص۪يهِمْ وَقَذَفَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ فَر۪يقاً تَقْتُلُونَ وَتَأْسِرُونَ فَر۪يقاًۚ
Cümle atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan ظَاهَرُوهُمْ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.
Cümlede مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ şeklindeki ilk car-mecrur mahzuf hale, ikincisi olan مِنْ صَيَاص۪يهِمْ ise اَنْزَلَ fiiline mütealliktir.
مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ [Kitab ehlinden] yani Ahzab'ı teşkil eden Kureyş ve Gatafan'a yardım edenleri] -ki bunlar Kureyzaoğullarıdır. (Kurtubî)
صَيَاص۪ي kelimesi, صِيصي kelimesinin çoğuludur. Korunak demektir. Bunun içindir ki öküzün ve geyiğin boynuzuna ve horozun mahmuzuna صِيصي denir. (Beyzâvî)
وَ ’la gelen وَقَذَفَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪ي قُلُوبِهِمُ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. ف۪ي harfi zarfiye manasındadır. Kalp, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi her ikisinde de mevcût olan mutlak irtibat ve alakadır.
قَذَفَ الرٌُعب ifadesinde istiâre vardır. Bununla kastedilen, Allah Teâlâ’nın onların kalplerine en ağır cihetten gelen bir korkuyu, aniden basan en fena bir ürperti şeklinde kalplerine salması, düşürmesidir. Bu ifade insanın habersiz olduğu bir sırada kendisine çarpacak bir taşın ona atılması durumuna benzetilmiştir ki, hiç kuşkusuz bu durum kalbine daha çok korku ve ürperti salar, daha korkutucu olur. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Fasılla gelen فَر۪يقاً تَقْتُلُونَ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. قُلُوبِهِمُ ’deki zamirden haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl, önemine binaen amiline takdim edilmiştir.
وَتَأْسِرُونَ فَر۪يقاًۚ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Son iki cümle muzari fiil sıygasında gelerek tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
فَر۪يقاً ’daki tenvin tazim içindir. فَر۪يقاً kelimesi tekrar ve takdim edilerek konudaki önemi vurgulanmıştır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr ve ıtnâb sanatları vardır.
فَر۪يقاً تَقْتُلُونَ şeklindeki mef’ûlun takdim edilmesi, ihtimam içindir. (Âşûr)
وَاَوْرَثَكُمْ اَرْضَهُمْ وَدِيَارَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ وَاَرْضاً لَمْ تَطَؤُ۫هَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يراً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَوْرَثَكُمْ | ve size miras verdi |
|
2 | أَرْضَهُمْ | topraklarını |
|
3 | وَدِيَارَهُمْ | ve yurtlarını |
|
4 | وَأَمْوَالَهُمْ | ve mallarını |
|
5 | وَأَرْضًا | ve bir toprağı |
|
6 | لَمْ |
|
|
7 | تَطَئُوهَا | henüz ayak basmadığınız |
|
8 | وَكَانَ | ve |
|
9 | اللَّهُ | Allah |
|
10 | عَلَىٰ | üzerine |
|
11 | كُلِّ | her |
|
12 | شَيْءٍ | şey |
|
13 | قَدِيرًا | kadirdir |
|
وَاَوْرَثَكُمْ اَرْضَهُمْ وَدِيَارَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ وَاَرْضاً لَمْ تَطَؤُ۫هَاۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir.
اَوْرَثَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَرْضَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. دِيَارَهُمْ ,اَمْوَالَهُمْ ,اَرْضاً atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لَمْ تَطَؤُ۫هَا cümlesi اَرْضاً ’nın sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَطَؤُ۫ fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَاۜ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَوْرَثَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ورَثَ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يراً۟
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
عَلٰى كُلِّ car mecruru قَد۪يراً۟ ’e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يراً۟ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
قَد۪يراً۟ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَوْرَثَكُمْ اَرْضَهُمْ وَدِيَارَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ وَاَرْضاً لَمْ تَطَؤُ۫هَاۜ
Ayet önceki ayetteki istînâfa matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Mef’ûl olan اَرْضاً ’deki tenvin nev ifade eder.
لَمْ تَطَؤُ۫هَا cümlesi اَرْضاً için sıfattır. Nekra isimden sonra gelen cümleler sıfat olabilirler. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Yerler, yurtlar, mallar ve henüz ayak basılmamış diğer araziler şeklinde sayılanlar اَوْرَثَكُمْ fiilinde cem edilmiştir.
Cem sanatı, üslûbda îcâz sağlayan sanatlardandır. Çünkü iki veya daha fazla şeyi bir hükümde birleştirir. Bu hükümler ayrı ayrı zikredilirse kelam uzar. Yanısıra hükmün zikrinin gecikmesi muhatabın merakını celb eder. Bu arada fikir yürütmeye başlar. Böylece nefiste iyice yerleşir. Bir hükümde birleştirilen şeylerin sayısı arttıkça bu merak da buna paralel olarak artar. Bu sayede heyecan artar, dikkatler uyanık tutulur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)
Önemine binaen tekrarlanan اَرْضاً kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاَوْرَثَكُمْ اَرْضَهُمْ وَدِيَارَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ وَاَرْضاً لَمْ تَطَؤُ۫هَا sözündeki varis olmaktan murat onlara verilen ve geri alınmayan ihsanlardır. Varis için de miras böyledir. Miras, mirası veren kişiye geri dönmez. Bu lafızda tasrîhî ve tebeî istiare vardır. Çünkü varis olmak, baki kalmak anlamında kullanılmıştır. (Ruveynî, Teemmülât fi Sûreti Meryem, s. 243)
Veraset mülk edinmede ve hak sahibi olmada kullanılan en güçlü lafızdır; çünkü fesh edilmez, geri dönülmez, reddetmekle iptal edilmez ve düşürülmez. (Beyzâvî)
Ayetteki, “Henüz ayak basmamış olduğunuz diğer araziler” ifadesi ile, kalelerin kastedildiği söylendiği gibi Rumların ve Farsların arazilerinin kastedilmiş olduğu da söylenmiştir. Yine bunun, müminlerce kıyamete kadar alınacak toprakların tamamı manasına geldiği de söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يراً۟
وَ istinâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi zamandan bağımsız sübut ve istimrar ifade eder.
كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amili olan كَانَ ’nin haberi قَد۪يراً۟ ’e takdim edilmiştir. Bu takdim Allah’ın her şeye muktedir olduğu, kudret gücünün, umuma şamil olduğunu vurgulamıştır.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
قَد۪يراً mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetin bu son cümlesi önceki ibare için tezyîl ifade eder.
Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ اِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا فَتَعَالَيْنَ اُمَتِّعْكُنَّ وَاُسَرِّحْكُنَّ سَرَاحاً جَم۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّبِيُّ | peygamber |
|
3 | قُلْ | söyle |
|
4 | لِأَزْوَاجِكَ | eşlerine |
|
5 | إِنْ | eğer |
|
6 | كُنْتُنَّ | siz |
|
7 | تُرِدْنَ | istiyorsanız |
|
8 | الْحَيَاةَ | hayatını |
|
9 | الدُّنْيَا | dünya |
|
10 | وَزِينَتَهَا | ve süsünü |
|
11 | فَتَعَالَيْنَ | gelin |
|
12 | أُمَتِّعْكُنَّ | size (boşanma bedeli) vereyim |
|
13 | وَأُسَرِّحْكُنَّ | ve sizi salayım |
|
14 | سَرَاحًا | bir salışla |
|
15 | جَمِيلًا | güzel |
|
Hz. Peygamber’in örnekliğinden söz edilince onun ailesinin nasıl olması gerektiğine dair bir açıklık getirilmesi de gerekli bulunmuştur. Eğitim, yönetim, denetim gibi işleri yüklenmiş kişilerin fert ve aile olarak örnek olmaları, söyledikleriyle yaptıklarının tutarlı bulunması birinci şarttır. Peygamber aleyhisselâm birçok yönden bozulmuş, gerilemiş, yaratılış amacından sapmış insanlara, ezelî mesajı bir daha hatırlatmak ve öncekilerin yaptığı ıslahatı, ahlâk eğitimini tamamlamak üzere gönderilmiştir. Onun asıl amacı ve konumu aynı zamanda toplumuna lider olması sonucunu da getirmiştir. Bu sebeple muhatabı olan insanların gözü ona ve onun ailesine çevrilmiştir; her yaptıkları konuşulmakta, örnek alınmakta, duruma göre soru işaretleri oluşturulmaktadır. Sayfanın bir yüzü böyle olmakla beraber öteki yüzü itibariyle Peygamber hanımları da birer insandır, kadındır; onların da diğer kadınlar gibi duyguları, arzuları, içinde bulundukları durum ve sosyal statü gereği beklentileri vardır. Hz. Peygamber, ümmetin eğitimi için gerekli görerek zühdü yani sade yaşamayı seçtiğine göre eşleri de ya buna razı olacaklardı veya ondan ayrılıp dünyaya ait güzellikleri, nimetleri, lüksü ve refahı sağlayacak kimselerle beraber olacaklardı. Âyet, Peygamber eşlerini yol ayırımına getirmekte ve onlardan birini seçmelerini istemektedir. İsteyemeyecekleri şey hem Peygamber eşleri olmak hem de dünya nimetlerinden diğer kadınlar gibi yararlanmak, ziynet ve refah içinde yaşamaktır.
Tefsircilere göre bu âyetin geliş sebebi, Hz. Peygamber’in eşlerinin ondan, lüks, ziynet kabilinden bazı şeyler istemek, birbirlerini kıskanmak suretiyle kendisini üzmeleri, bunun üzerine Hz. Peygamber’in bir ay onlara yaklaşmamak üzere yemin edip (îlâ) ayrı yaşamaya karar vermesidir. Ay dolunca, “eşlerine seçme hakkı verildiği” için bu mânada “tahyîr” adıyla anılan âyet nâzil olmuştur. Âyet gelince Hz. Peygamber, o gün nikâhı altında bulunan eşlerini toplamış ve kendilerine seçim imkânı tanımıştır (tahyîrde bulunmuştur). Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, genellikle tefsircilerin kaydettikleri dokuz isimden oluşan listeye haklı olarak itiraz etmiş, tahyîr olayında buna muhatap olacak durumdaki eşlerin Âişe, Hafsa, Ümmü Seleme ve Sevde’den ibaret olduğunu kaydetmiştir (III, 1524). Eşleri bu durum karşısında heyecanlanmış, Hz. Peygamber kendilerini boşamadığı için sevinç göz yaşları dökerek “Allah ve resulünü tercih ettiklerini” ifade etmişlerdir (Buhârî, “Tefsîr”, 33/4-5; Müslim, “Talâk”, 30-35; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1517 vd.).
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ اِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
النَّبِيُّ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l kavli, اِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لِاَزْوَاجِ car mecruru قُلْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنْتُنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُنَّ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تُرِدْنَ الْحَيٰوةَ cümlesi كُنْتُنَّ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
تُرِدْنَ şart fiili olup (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. الْحَيٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الدُّنْيَا kelimesi, الْحَيٰوةَ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ز۪ينَتَهَا atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُرِدْنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَتَعَالَيْنَ اُمَتِّعْكُنَّ وَاُسَرِّحْكُنَّ سَرَاحاً جَم۪يلاً
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
تَعَالَيْنَ camid fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni emir fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
فَ karinesi olmadan gelen اُمَتِّعْكُنَّ cümlesi şartın cevabıdır.
اُمَتِّعْكُنَّ sükun üzere mebni emir fiildir. Muttasıl zamir كُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اُسَرِّحْكُنَّ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اُسَرِّحْكُنَّ sükun üzere mebni emir fiildir. Muttasıl zamir كُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. سَرَاحاً mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَم۪يلاً kelimesi سَرَاحاً ’ın sıfatı olup mansubdur.
تَعَالَيْنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi علو ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اُمَتِّعْكُنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi متع ’dir.
اُسَرِّحْكُنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سرح ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ اِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا فَتَعَالَيْنَ اُمَتِّعْكُنَّ وَاُسَرِّحْكُنَّ سَرَاحاً جَم۪يلاً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَيُّهَا münada, النَّبِيُّ ondan bedeldir.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekanı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Mübhem bir harftir, takibeden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzab, s. 43)
Bu hükümlerin Peygambere (s.a.) yönelik يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ çağrısıyla açılması, nidadan sonra zikredilecek olanın nebiye mahsus olduğuna tenbih içindir. Eşleriyle olan muamelesi ve eş sayısı nübüvvete münasib olmalıdır ki bu da yukarıda يا أيُّها النَّبِيءُ اتَّقِ اللَّهَ şeklinde belirtilen maksatların ikinci gayesidir. (Âşûr)
ز۪ينَتَهَا sözü hususun umuma atfı babındandır. Bu atıf mahzuf olan muzâfın umumi olduğuna tenbihi arttırır. (Âşûr)
Nidanın cevabı olarak gelen قُلْ لِاَزْوَاجِكَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli ve şart cümlesi olan اِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا , nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s. 103)
الدُّنْيَا kelimesi cümlesi الْحَيٰوةَ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا sözünden sonra gelen ز۪ينَتَهَا sözü hususun umuma atfı babında itnabdır. Bu itnabdan murat, anlamı kuvvetlendirmektir.
Rabıta harfi فَ ile gelen فَتَعَالَيْنَ cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu fiil camiddir. Mazi ve muzarisi yoktur.
اُمَتِّعْكُنَّ , cümlesi talebin cevabıdır. Meczum muzari fiil sıygasında, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelen وَاُسَرِّحْكُنَّ سَرَاحاً جَم۪يلاً cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle اُمَتِّعْكُنَّ cümlesine atfedilmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır.
Mef’ûlü mutlak olan سَرَاحاً cümleyi tekid etmiştir.
سَرَاحاً için sıfat olan جَم۪يلاً , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
سَرَاحاً - وَاُسَرِّحْكُنَّ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayet-i Kerimede, bağışta bulunmanın salıvermekten önce dile getirilmesi, cömertliğin ifadesidir. Aynı zamanda bu mesajla, söz konusu Peygamber hanımlarının mazeretleri, işin başında ortadan kaldırılmıştır. (Ruhu’l Beyan)
وَاِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالدَّارَ الْاٰخِرَةَ فَاِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْمُحْسِنَاتِ مِنْكُنَّ اَجْراً عَظ۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | ve eğer |
|
2 | كُنْتُنَّ | siz |
|
3 | تُرِدْنَ | istiyorsanız |
|
4 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
5 | وَرَسُولَهُ | ve Eçisini |
|
6 | وَالدَّارَ | ve yurdunu |
|
7 | الْاخِرَةَ | ahiret |
|
8 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
9 | اللَّهَ | Allah |
|
10 | أَعَدَّ | hazırlamıştır |
|
11 | لِلْمُحْسِنَاتِ | güzel hareket edenlere |
|
12 | مِنْكُنَّ | sizden |
|
13 | أَجْرًا | bir mükafat |
|
14 | عَظِيمًا | büyük |
|
وَاِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالدَّارَ الْاٰخِرَةَ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنْتُنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُنَّ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تُرِدْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ cümlesi كُنْتُنَّ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. تُرِدْنَ اللّٰهَ cümlesi كُنْتُنَّ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
تُرِدْنَ şart fiili olup (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَسُولَهُ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الدَّارَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. الْاٰخِرَةَ kelimesi الدَّارَ ’nın sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْمُحْسِنَاتِ مِنْكُنَّ اَجْراً عَظ۪يماً
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. اَعَدَّ لِلْمُحْسِنَاتِ cümlesi اِنّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَعَدَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لِلْمُحْسِنَاتِ car mecruru اَعَدَّ fiiline mütealliktir. مِنْكُنَّ car mecruru مُحْسِنَاتِ ’nin mahzuf haline mütealliktir.
اَجْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَظ۪يماً kelimesi اَجْراً ’in sıfatı olup mansubdur.
اَعَدَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عدد ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُحْسِنَاتِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالدَّارَ الْاٰخِرَةَ فَاِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْمُحْسِنَاتِ مِنْكُنَّ اَجْراً عَظ۪يماً
Ayetin ilk cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki …اِنْ كُنْتُنَّ cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi olan كُنْتُنَّ تُرِدْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالدَّارَ الْاٰخِرَةَ , nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır.
كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
رَسُولَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzaf olması rasul için tazim ve teşrif ifade eder.
الْاٰخِرَةَ kelimesi cümlesi الدَّارَ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْاٰخِرَةَ - الدُّنْيَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اللّٰهَ - رَسُولَ kelimelerinde mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَ karinesiyle gelen فَاِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْمُحْسِنَاتِ مِنْكُنَّ اَجْراً عَظ۪يماً şeklindeki cevap cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
Müsned olan اَعَدَّ لِلْمُحْسِنَاتِ مِنْكُنَّ اَجْراً عَظ۪يماً ’nın mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
مِنْكُنَّ car-mecruru, لِلْمُحْسِنَاتِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لِلْمُحْسِنَاتِ ve مِنْكُنَّ car-mecrurları ihtimam için mef’ûl olan اَجْراً ’e takdim edilmiştir.
اَجْراً ’deki tenvin kesret ve tazim içindir.
عَظ۪يماً kelimesi, اَجْراً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مِنْكُنَّ ’deki مِنْ beyan içindir, çünkü onların hepsi iyi hanımefendilerdir. (Beyzâvî)
28-29. ayetlerdeki اِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا [Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız…] cümlesi ile اِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ [Eğer Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız…] cümleleri arasında mukabele vardır.
Burada Allah'ın zikri, Peygamberimizin, Allah katındaki mertebesinin yüceliğini bildirmek içindir. Yani ama eğer siz Allah'ın resulünü ve yanında, dünya ve içindeki her şeyin önemsiz sayıldığı ahiret yurdunun nimetlerini diliyorsanız, bilin ki şüphesiz Allah, içinizden güzel davranan kadınlar için, iyilikleri karşılığında kadri, kıymeti anlatılamayacak kadar büyük bir mükâfat hazırlamıştır. (Ebüssuûd)
Bu ayette anlatılan seçenek için mükafat zikredildiği halde birinci seçenek için (dünya hayatını istemeleri halinde) cezasının zikredilmemesi, muhayyer manasını ziyadesiyle gerçekleştirmek ve icbar şaibesinden sakınmak içindir. Zaten mut'a verilmesinin, salıvermekten önce zikredilmesi ve salıverilmenin, güzellikle vasıflandırılmasındaki sır da budur. (Ebüssuûd)يَا نِسَٓاءَ النَّبِيِّ مَنْ يَأْتِ مِنْكُنَّ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ يُضَاعَفْ لَهَا الْعَذَابُ ضِعْفَيْنِۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا نِسَاءَ | kadınları |
|
2 | النَّبِيِّ | peygamber |
|
3 | مَنْ | kim |
|
4 | يَأْتِ | yaparsa |
|
5 | مِنْكُنَّ | sizden |
|
6 | بِفَاحِشَةٍ | bir fuhuş (edepsizlik) |
|
7 | مُبَيِّنَةٍ | açık |
|
8 | يُضَاعَفْ | artırılır |
|
9 | لَهَا | onun için |
|
10 | الْعَذَابُ | azab |
|
11 | ضِعْفَيْنِ | iki kat |
|
12 | وَكَانَ | ve |
|
13 | ذَٰلِكَ | bu |
|
14 | عَلَى | göre |
|
15 | اللَّهِ | Allah’a |
|
16 | يَسِيرًا | kolaydır |
|
يَا نِسَٓاءَ النَّبِيِّ مَنْ يَأْتِ مِنْكُنَّ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ يُضَاعَفْ لَهَا الْعَذَابُ ضِعْفَيْنِۜ
يَا nida harfi, نِسَٓاءَ münadadır. Aynı zamanda muzâftır. النَّبِيِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يَأْتِ ile başlayan fiil cümlesi مَنْ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَأْتِ şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. مِنْكُنَّ car mecruru يَأْتِ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. بِفَاحِشَةٍ car mecruru يَأْتِ fiiline mütealliktir.
مُبَيِّنَةٍ kelimesi فَاحِشَةٍ ’ün sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karinesi olmadan gelen يُضَاعَفْ لَهَا الْعَذَابُ cümlesi şartın cevabıdır.
يُضَاعَفْ meczum meçhul muzari fiildir. لَهَا car mecruru يُضَاعَفْ fiiline mütealliktir. الْعَذَابُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. ضِعْفَيْنِ mef’ûlü mutlak olup müsenna olduğu için nasb alameti يْ ‘dir.
يُضَاعَفْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ضعف ’dır.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Musareket (İşteşlik - ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً
وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. ذٰلِكَ işaret ismi كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. لِ harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَس۪يراً ’e mütealliktir. يَس۪يراً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
يَس۪يراً kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا نِسَٓاءَ النَّبِيِّ مَنْ يَأْتِ مِنْكُنَّ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ يُضَاعَفْ لَهَا الْعَذَابُ ضِعْفَيْنِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan … مَنْ يَأْتِ مِنْكُنَّ بِفَاحِشَةٍ şart üslubunda haberî isnaddır.
Önceki ayetteki gaib zamirden, bu ayette muhataba geçişte iltifat sanatı vardır.
Burada hitabın değiştirilip doğrudan doğruya Peygamberimizin hanımlarına tevcih edilmesi, onların öğüdüne pek önem verildiğini belirtmek içindir. Hem buradaki hem de bundan sonraki hitapta onlar, Peygamberimize izafe edilmişler (Peygamberin hanımları, denilmiş), çünkü onlara vârid olan hükümlerin sebebi, bu izafedir (Peygamberimizin eşleri olmalarıdır). (Ebüssuûd)
Şart cümlesi olan مَنْ يَأْتِ مِنْكُنَّ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَأْتِ مِنْكُنَّ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ cümlesi مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
مُبَيِّنَةٍ kelimesi فَاحِشَةٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
بِفَاحِشَةٍ ’deki tenvin, herhangi bir manasında cins ifade eder.
فَ karinesi olmadan gelen يُضَاعَفْ لَهَا الْعَذَابُ ضِعْفَيْنِ cümlesi şartın cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlede muzari fiilin tecessüm özelliği öne çıkmıştır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber talebî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur لَهَا , ihtimam için, fail olan الْعَذَابُ ’ya takdim edilmiştir.
ضِعْفَيْنِ kelimesi, يُضَاعَفْ fiilinin mef’ûlu mutlakı olarak tekit ifade eder.
ضِعْفَيْنِۜ - يُضَاعَفْ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ ibaresini يِّ ’nın kesresi ile مُبَيِّنَةٍ [açıklayan] şeklinde okuyanların kıraatine göre bu ifade istiâredir. Buna göre sanki Allah Teâlâ fahişe kelimesini, onu işleyenin durumunu bildiren, ondan dolayı hakettiği azabı gösteren bir kavram olarak ifade buyurmuş oluyor. Bu, en güzel söz hedeflerinden, en nefis pırlanta sözlerdendir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
İçinizden anlamındaki مِنْكُنَّ teb‘îz (kısmîlik) değil, açıklama içindir. فَاحِشَةٍ aşırı derecede kötü anlamına gelmektedir ve büyük günah demektir. مُبَيِّنَةٍ ise kötülüğü açık anlamında olup bununla Peygamber kadınlarının işledikleri büyük günah murat edilmektedir. (Keşşâf)
الْعَذَابُ ’deki marifelik, ahd içindir. (Âşûr)
وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً
Cümle atıf harfi وَ ’la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. كَانَ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi işaret edilenin önemini belirtir.
ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Mahsus şeyleri işaret etmekte kullanılan ذٰلِكَ ile bu cümlede durum işaret edilmiştir. Aklî olan hissî olana benzetilmiştir. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin, cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car-mecrur عَلَى اللّٰهِ, ihtimam için, amili olan يَس۪يراً ’e takdim edilmiştir. Çünkü kolaylık Allah’a isnad edilmiştir. Aslında Allah Teâlâ’ya her şey kolaydır. Bu cümle Allah’ın sonsuz kudretinden kinayedir.
Zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, tehditte mübalağa ve azap vaidini ağırlaştırmak için yapılan ıtnâbdır.
يَس۪يراً , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için, lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.Her müslümanın hatırlaması gereken iki şey vardır.
Birincisi: her müslümanın insani yönü vardır.
Bir başkası hata yaptığında, onu küçümsememeli ve aynı hataya düşmeyeceği konusunda kendisine güvenmemelidir.
Toplum içindeki ahlaksızlıkları azaltmak için çabalamalı ve kendisi için de ibret alarak kalbinin gözlerini dünyalık tehlikelere karşı açık tutmalıdır.
Bir başkasının peşinden gözü kapalı gitmemelidir. Doğruları söylüyor diye yanlışlarını ya da bir yanlışından dolayı da doğrularını görmezden gelmemelidir. Gördüğü tek bir sebepten dolayı, kesin cennetlik sonucuna varmamalıdır. Kulların kalplerinin içlerini, diğer amellerini ve son hallerini ancak Allah’ın bildiğini unutmamalıdır.
İkincisi: insani yönüne kapılmamak için kendisinin de İslam’ın temsilcilerinden biri olduğunu bilmelidir.
Amellerini başkaları ne derse düşüncesiyle yapmaması gerektiği gibi canının istediğini yapmak için de kim ne derse desin ya da nasıl anlarsa anlasın deme hatasına düşmemelidir.
Yaptığı iyilikleri, Allah rızası için yaparak, asıl karşılığı yine O’ndan beklemeli ve yapılan kötülükler karşısında, sünnetullaha uygun şekilde hakkını aramanın yanında Allah’ın halinden haberdar olduğuna inanarak tevekkül etmelidir.
Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirirken, bilinçlenmek için dinini öğrenmeli ve taklidi imandan, tahkiki imana taşınmak için elinden geleni yapmalıdır.
Ey dilediğini bağışlayan, dilediğini cezalandıran Allahım! Bizi; bağışladığın kulların arasına kat. Seni ve Rasul’unu ve ahiret yurdunu isteyenlerden ve yeryüzünde bunun için çabalayanlardan kıl. Taklidi imandan, tahkiki imana taşınmamızda yar ve yardımcımız ol. Bilerek ya da bilmeyerek, bir başkasına yanlış bilgi vermekten ya da İslam’la ve müslümanlarla ilgili yanlış izlenim bırakacak hallere düşmekten koru. Kalplerimizin halini muhafaza buyur ve ayaklarımızı yolunda daim kıl.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji