وَرَدَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِغَيْظِهِمْ لَمْ يَنَالُوا خَيْراًۜ وَكَفَى اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ الْقِتَالَۜ وَكَانَ اللّٰهُ قَوِياًّ عَز۪يزاًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَرَدَّ | geri çevirdi |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
4 | كَفَرُوا | inkar edenleri |
|
5 | بِغَيْظِهِمْ | öfkeleriyle |
|
6 | لَمْ |
|
|
7 | يَنَالُوا | eremediler |
|
8 | خَيْرًا | hayra |
|
9 | وَكَفَى | ve yeter |
|
10 | اللَّهُ | Allah |
|
11 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minlere |
|
12 | الْقِتَالَ | savaşta |
|
13 | وَكَانَ | ve |
|
14 | اللَّهُ | Allah |
|
15 | قَوِيًّا | güçlüdür |
|
16 | عَزِيزًا | üstündür |
|
وَرَدَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِغَيْظِهِمْ لَمْ يَنَالُوا خَيْراًۜ
وَ istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir.
رَدَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِغَيْظِ car mecruru mevsûlün mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, متلبّسين بغيظهم (Öfkelerine bürünmüş olarak) şeklindedir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَمْ يَنَالُوا خَيْراً cümlesi ism-i mevsûlun ikinci hali olarak mahallen mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَنَالُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. خَيْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَكَفَى اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ الْقِتَالَۜ
وَ atıf harfidir. كَفَى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
الْمُؤْمِن۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الْقِتَالَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَانَ اللّٰهُ قَوِياًّ عَز۪يزاًۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
قَوِياًّ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. عَز۪يزاً kelimesi كَانَ ’nin ikinci haberi olup lafzen mansubdur.
قَوِياًّ - عَز۪يزاً kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَرَدَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِغَيْظِهِمْ لَمْ يَنَالُوا خَيْراًۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.
Car mecrur olan بِغَيْظِهِمْ , mevsûlün mahzuf haline mütealliktir.
لَمْ يَنَالُوا خَيْراً cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin ikinci halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlesi olarak gelmesi, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mef’ûl olan خَيْراً ’deki tenvin kıllet ifade eder.
كَفَرُوا - مُؤْمِن۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
بِغَيْظِهِمْ ‘deki بِ harfi ceri mülabeset içindir. (Âşûr)
Mütekellim zamiri yerine ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi şanının büyüklüğüne tenbih içindir. (Âşûr)
Bu kelâmda, zikredilen kıssanın kalan kısmına dönülmekte ve “Biz de onların üzerine kasırga ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik.” ayetinde işaret edilen nimetin devamı açıklanmaktadır. (Ebüssuûd)
وَكَفَى اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ الْقِتَالَۜ
Ayetin ikinci cümlesi atıf harfiyle istînâf cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede mütekelliminin Allah Teâlâ olması dolayısıyla اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır. Allahın kafi gelmesi, onları düşmana karşı koruması anlamındadır.
وَكَانَ اللّٰهُ قَوِياًّ عَز۪يزاًۚ
وَ , istînâfiyyedir. Cümle itiraziyye olarak gelmiştir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi zamandan bağımsız sübut ve istimrar ifade eder.
كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa Suresi 81)
Daha önce açık isim geçtiği için zamir gelmesi gereken yerde Allah ismi celâli geldi. Böylece muhatabın zihninde bu isim daha kolay yerleşmiş oldu. Çünkü açık isim, zamirden daha kuvvetli, daha belîğ, delalet ettiği manayı daha iyi ifade eden ve zihinlerde yerleştiren bir kelimedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Ayette lafza-i celâlin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın arasında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
قَوِياًّ عَز۪يزاً şeklindeki mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Kuvvet’in izzet’e takdîmi söz konusudur. Çünkü güçlüydü, izzetli oldu. Yani galip geldi. Dolayısıyla kuvvet öncedir. Yüce Allah’ın Hac Suresi 40 ve Ahzab Suresi 25. ayetleri de buna işaret etmektedir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)