Ahzâb Sûresi 51. Ayet

تُرْج۪ي مَنْ تَشَٓاءُ مِنْهُنَّ وَتُــْٔـو۪ٓي اِلَيْكَ مَنْ تَشَٓاءُۜ وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ تَقَرَّ اَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَٓا اٰتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَل۪يماً  ...

Ey Muhammed! Bunlardan (hanımlarından) dilediğini geri bırakırsın, dilediğini yanına alırsın. Uzak durduklarından dilediklerini yanına almanda da sana bir günah yoktur. Bu onların gözlerinin aydın olması, üzülmemeleri ve hepsinin de kendilerine verdiğine razı olmaları için daha uygundur. Allah, kalplerinizdekini bilir. Allah, hakkıyla bilendir, halîmdir. (Hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تُرْجِي geri bırakır ر ج و
2 مَنْ kimseyi
3 تَشَاءُ dilediği ش ي ا
4 مِنْهُنَّ onlardan
5 وَتُؤْوِي ve alırsın ا و ي
6 إِلَيْكَ yanına
7 مَنْ kimseyi
8 تَشَاءُ dilediğin ش ي ا
9 وَمَنِ ve kimseye
10 ابْتَغَيْتَ arzu ettiği(ne dönmekte) ب غ ي
11 مِمَّنْ
12 عَزَلْتَ ayrıldıklarından ع ز ل
13 فَلَا yoktur
14 جُنَاحَ bir günah ج ن ح
15 عَلَيْكَ senin üzerine
16 ذَٰلِكَ budur
17 أَدْنَىٰ en elverişli olan د ن و
18 أَنْ
19 تَقَرَّ aydınlanmasına ق ر ر
20 أَعْيُنُهُنَّ onların gözlerinin ع ي ن
21 وَلَا ve
22 يَحْزَنَّ tasalanmamalarına ح ز ن
23 وَيَرْضَيْنَ ve razı olmalarına ر ض و
24 بِمَا
25 اتَيْتَهُنَّ senin verdiklerine ا ت ي
26 كُلُّهُنَّ hepsinin ك ل ل
27 وَاللَّهُ Allah
28 يَعْلَمُ bilir ع ل م
29 مَا olanı
30 فِي
31 قُلُوبِكُمْ sizin kalblerinizde ق ل ب
32 وَكَانَ ve ك و ن
33 اللَّهُ Allah
34 عَلِيمًا bilendir ع ل م
35 حَلِيمًا halimdir ح ل م
 

“Onlardan dilediğinin beraberliğini erteler, dilediğini yanına alırsın” ifadesinden maksat, çeşitli yorumlar arasından bizim tercih ettiğimize göre, beraber kalma süresinin eşit olması mecburiyetinin (kasm) kaldırılmasıdır. Bu izne rağmen Hz. Peygamber, eşlerini incitmemek için eşitliğe riayet etmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 33/7; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1569). Eşleri de ona olan saygı ve sevgileri sebebiyle, boşayabileceğini ima ettiğinde dünyaları yıkılmış, yanlarında eşit kalmaya riayet etmese de, dünya nimet ve ziynetlerinden kendilerini mahrum etse de onun eşi olmayı tercih etmişler, buna razı ve bununla mutlu olmuşlardır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 396
 
Hz. Âyşe’nin anlattığına göre, “Eşlerinden dilediğini sırasını geri bırakıp dilediğini yanına alabilirsin” ayeti Resûl-i Ekrem’e,  istedi eşinin yanına sıra gözetmeden gidebilme ve orada kalabilme yetkisi verdiği halde, O böyle durumlarda bile o gece yanında kalacağı eşinden izin isterdi. Hazreti Âişe sözüne devamla diyor ki:” Peygamber aleyhisselam benden isteyin izni isteyince ona ‘Ey Allah’ın elçisi!  Eğer izin vermek bana ait bir hak ise, ben senin üzerini hiç kimseyi tercih etmek istemem’ derdim.”
( Buhâri, Tefsir 33/7; Müslim, Talak 23).
 

تُرْج۪ي مَنْ تَشَٓاءُ مِنْهُنَّ وَتُــْٔـو۪ٓي اِلَيْكَ مَنْ تَشَٓاءُۜ 

 

Fiil cümlesidir. تُرْج۪ي  fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

Müşterek ism-i mevsûlu  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَشَٓاءُ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

مِنْهُنَّ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Takdiri, من تشاء إرجاءه منهن (onlardan kimi ertelemek istersen) şeklindedir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُــْٔـو۪ٓي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

اِلَيْكَ  car mecruru تُــْٔـو۪ٓي  fiiline mütealliktir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَشَٓاءُ ’dir. İrabtan mahalli yoktur.

تَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

 

 وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَنِ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  ابْتَغَيْتَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

ابْتَغَيْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl, مِنْ  harfi ceriyle birlikte mahzuf aid zamirinin haline mütealliktir. Takdiri, من ابتغيتها ممّن عزلت (ertelediğini istemen) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası عَزَلْتَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

عَزَلْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.  

فَ  istînâfiyyedir. لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  جُنَاحَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  عَلَيْكَ  car mecruru لَا ’nın haberine mütealliktir. 


ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ تَقَرَّ اَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَٓا اٰتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّۜ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

اَدْنٰٓى  mübtedanın haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  إلى  harf-i ceriyle birlikte  اَدْنٰٓى  fiiline mütealliktir.

تَقَرَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَعْيُنُهُنَّ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَحْزَنَّ  fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir.  Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. يَرْضَيْنَ  fiili atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlü  بِ  harfi ceriyle birlikte  يَرْضَيْنَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْتَهُنَّ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰتَيْتَهُنَّ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

 

 وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. 

يَعْلَمُ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ف۪ي قُلُوبِكُمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 

 وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَل۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir. كَانَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

عَز۪يزًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.  حَك۪يمًا  ise  كَانَ ’nin ikinci haberidir. عَل۪يماً حَل۪يماً  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

تُرْج۪ي مَنْ تَشَٓاءُ مِنْهُنَّ وَتُــْٔـو۪ٓي اِلَيْكَ مَنْ تَشَٓاءُۜ وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatab Hz. Peygamberdir. Ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Muzari fiil, hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil sayesinde, yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  تَشَٓاءُ مِنْهُنَّ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Aynı üslupta gelen  وَتُــْٔـو۪ٓي اِلَيْكَ مَنْ تَشَٓاءُ  cümlesi tezat nedeniyle,  تُرْج۪ي مَنْ تَشَٓاءُ  cümlesine atfedilmiştir.   

تُرْج۪ي مَنْ تَشَٓاءُ مِنْهُنَّ  ve  تُــْٔـو۪ٓي اِلَيْكَ مَنْ تَشَٓاءُ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

تُرْج۪ي  (Bekletirsiniz) - تُــْٔـو۪ٓي  (yanında alıkoyabilirsiniz) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiyy sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir) 

Üçüncü ism-i mevsûl  مَنِ , öncesindeki mevsûle matuftur. Sılası  ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  harfi-cerle birlikte mukadder aid zamirin haline mütealliktir. Sılası olan  عَزَلْتَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

عَزَلْتَ - تُــْٔـو۪ٓي kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı,  تُرْج۪ي - ابْتَغَيْتَ - تُــْٔـو۪ٓي  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الإيواءُ  Bir şeyi yanına alarak korumaktır. Bu kelime ayrılan bir şeyin dönmesi için kullanılır. Burada, ayrılıktan sonra veya ayrılmaksızın, daha önce orada yerleşim olup olmamasına bakmaksızın, mutlak olarak istikrar anlamında mecazidir. 

Burada bırakmak manasındaki  الإرْجاءِ  fiilinin mukabili olarak onun zıddı olmasıı gerektirir. (Âşûr)

 

فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَۜ

 

فَ  istînâfiyyedir.  فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَ , cinsini nefyeden nefy harfi  لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  جُنَاحَ , cinsini nefyeden  لَا ’nın ismidir.

Sübut ve istimrar ifade eden cümlede  عَلَيْكَ’nin müteallakı olan لَا ’nın haberinin hazfi dolayısıyla îcaz-ı hazif sanatı vardır.

عَلَيْكَ - اِلَيْكَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

 

ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ تَقَرَّ اَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَٓا اٰتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve tazim ifade eder. İşaret ismi işaret edileni kamil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. 

Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilen ذٰلِكَ de istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İsm-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden  اَدْنٰٓى, müsneddir.

Masdar harfi  اَنْ  ve müteakip  تَقَرَّ اَعْيُنُهُنَّ  cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen  إلى  harf-i ceriyle birlikte  اَدْنٰٓى ’ya mütealliktir. Masdar-ı müevvel olan cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَلَا يَحْزَنَّ  cümlesi,  تَقَرَّ اَعْيُنُهُنَّ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

تَقَرَّ اَعْيُنُهُنَّ  cümlesiyle, وَلَا يَحْزَنَّ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

لَا يَحْزَنَّ  ve  وَيَرْضَيْنَ بِمَٓا  cümleleri hükümde ortaklık nedeniyle, تَقَرَّ cümlesine matuftur.   

وَيَرْضَيْنَ بِمَٓا اٰتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا  harfi-cerle birlikte  يَرْضَيْنَ fiiline mütealliktir. Sılası olan  اٰتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.


 وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil, lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Cümlede müsned olan  يَعْلَمُ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ ‘ün muzari fiil cümlesi olarak gelmesi zamana dikkat çeker ve hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Medih makamında oluşu istimrar manasına da işaret eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Sılası mahzuftur.  ف۪ي قُلُوبِكُمْ  bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cümle itnab babından, mesel tarikinde tezyildir. Tezyîl, bir cümleyi, tekid maksadıyla aynı manayı ifade eden başka bir cümlenin takip etmesidir. Mesel tarikinde olduğunda, önceki cümleden bağımsız olarak da bir mana ifade eder. 

اَعْيُنُهُنَّ - قُلُوبِكُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

 

وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَل۪يماً

 


وَ , istînâfiyyedir.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi zamandan bağımsız sübut ve istimrar ifade eder.

كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın arasında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

عَل۪يماً حَل۪يماً  şeklindeki mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

يَعْلَمُ - عَل۪يماً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Yani  Allah ezelde عَل۪يماً ve  حَل۪يماً olduğu gibi gelecekte de Gafur ve Rahim’dir. Onun bu vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Ragıb el-İsfehani  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Alîm; mübalağa ile âlim, çok, pek çok bilir; onun için gizli açık neyiniz varsa bilir. Fakat halimdir, ceza vermekte acele edivermez, mühlet verir, ihmal etmez; o halde cezanın geri bırakılmasından dolayı aldanmamalı ve çok titizlik etmemelidir. (Elmalılı Hamdi Yazır)