Sebe' Sûresi 1. Ayet

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْاٰخِرَةِۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ  ...

Hamd, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisinin olan Allah’a mahsustur. Hamd ahirette de O’na mahsustur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الْحَمْدُ hamd ح م د
2 لِلَّهِ Allah’a mahsustur
3 الَّذِي öyle ki
4 لَهُ onundur
5 مَا ne varsa
6 فِي
7 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
8 وَمَا ve ne varsa
9 فِي
10 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
11 وَلَهُ ve O’na mahsustur
12 الْحَمْدُ hamd ح م د
13 فِي
14 الْاخِرَةِ ahirette ا خ ر
15 وَهُوَ ve O
16 الْحَكِيمُ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م
17 الْخَبِيرُ haber alandır خ ب ر
 
Dilimizdeki “övme” ve “teşekkür etme” kelimeleriyle bir ölçüde kar­şılanabilen hamd, evrendeki bütün varlıkların yegâne yaratıcısı ve sahibi olan yüce Allah’a mahsustur (bu iki kelimeyle hamd arasındaki farklar için bk. Fâtiha 1/2). Burada âhirette de hamdin Allah’a mahsus olduğu belirtilerek dünya hayatındaki sınavın sona ermesinden sonra da, O’na hamd etmenin en büyük huzur kaynağı olmaya devam edeceğine ve orada müminlerin şükür anlamında hamdi de sürdüreceklerine işaret edilmiştir. Nitekim Kur’an’da müminlerin cennetteki hayatı tasvir edilirken, Allah’a hamd ifadesini dillerinden düşürmeyecekleri (A‘râf 7/43; Fâtır 35/34; Zümer 39/74) ve dualarını da hep “El-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn” şeklinde bitirecekleri (Yûnus 10/10) belirtilmiştir. Yine birçok âyetten, mahşer günü yapılacak değerlendirmede kişinin dünya hayatındaki davranışlarının esas alınacağı, ama oradaki nimetlerin sırf kulun kendi kazancı gibi düşünülmemesi ve Allah’ın lutfunun sonucu olarak görülmesi gerektiği anlaşılmaktadır (Râzî’nin Kur’an’da “el-hamdü lillâh” diye başlayan beş sûre bulunmasından hareketle yaptığı bir yorum için bk. XXV, 238-239)
 

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْاٰخِرَةِۜ 

 

İsim cümlesidir.  اَلْحَمْدُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl, lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.

مَا فِي الْاَرْضِ  atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.  لَهُ  car mecruru ilk  لَهُ ye matuftur.  الْحَمْدُ  muahhar mübteda olarak lafzen merfûdur.  فِي الْاٰخِرَةِۜ  car mecruru  حَمْدُ e mütealliktir.


 وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَك۪يمُ  haber olup lafzen merfûdur. الْخَب۪يرُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

الْحَك۪يمُ - الْخَب۪يرُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ 

 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  اَلْحَمْدُ ’ün haberi mahzuftur.  لِلّٰهِ  bu mahzuf habere mütealliktir. 

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ  ile başlayan 5 sure vardır. Bunlar: Fatiha, En’am, Kehf, Sebe, Fatır.

Şayet Bu iki hamd arasındaki fark nedir? dersen şöyle derim: Dünyadaki hamd vaciptir. (Keşşâf)

Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, mukaddem haber ve muahhar mübteda arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.  لَهُ  mevsûf/maksûrun aleyh,  مَا فِي السَّمٰوَاتِ sıfat/maksûrdur.

İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yüce Allah'ın bu şekilde vasıflandırılması, hamdın bütün fertlerinin Yüce Allah'a mahsus olmasını beyan etmek içindir. Nitekim Fatiha Suresinin tefsirinde de belirtildiği gibi anılan vasıflandırma, her hamdın Yüce Allah'a mahsus olmasını gerektiren sıfatların yegâne Yüce Allah'a ait olduğunu ve Allah'tan başka bütün varlıkların ve ezcümle, insanın da O'nun hükümranlığı altında olduğunu bildirmektedir. Ve böyle olan varlıklar, başkaca sıfatlara sahip olma hakkı şöyle dursun, haddizatında ve bağımsız olarak var olma hakkı bile söz konusu değildir. (Ebüssuûd)

لِلّٰهِ  için sıfat konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ  cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

Burada  اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ  cümlesi haber olup hamd cinsi yalnızca Allah Teâlâ’nın hakkı olduğundan lâm sahiplik manasında olabilir. İfadenin hamdi Allah’a tahsis ederek Allah’a sena niteliğinde olması da mümkündür. Bu durumda lâm tebyin lam-ı olur. Nitekim ifade mana olarak  أحْمَدُ اللَّهَ olur. (Âşûr)

لَهُ  mahzuf mukaddem bir habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.

Ayetteki, birbirine tezâyüf nedeniyle atfedilmiş ikinci ve üçüncü mevsûllerin de sılası mahzuftur. Sılaların hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelâmın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Buradaki berâat-i istihlâl celîdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi-Âşûr)


 وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْاٰخِرَةِۜ 

 

Öncesine matuf olan bu cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

لَهُ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْحَمْدُ  muahhar mübtedadır. 

فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

Cümledeki takdim kasr ifade eder. Yani müsnedün takdim edilen bu müsnedün ileyhe has olduğunu ifade eder. Hamdin Allah’a mahsus olduğu, başkasına hamd edilmeyeceği anlamındadır. İşte bu mana; müsnedin sadece müsnedün ileyhe aid olmasıdır.  لَهُ  mevsûf/maksûrun aleyh, الْحَمْدُ  sıfat/maksûr olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.  

الْحَمْدُ  ve  مَا ’ların tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Çünkü o, lütfedilen bir nimete mukabildir ve ahiret nimetini yani sevabı kazanmanın aracıdır. Ahiretteki hamd ise vâcip değildir. Zira o, kendisini hak edene verilmesi vâcip olan bir nimete karşı edilmektedir; müminlerin sevinçlerinin bir tamamlayıcısı, ferahlığının zirve yapmasından başka bir şey değildir. Müminler onunla, susamış birinin soğuk suyla mutlu olduğu gibi mutlu olurlar. O’dur ‘mutlak hikmet sahibi’, dünya ve ahiret işlerini en güzel şekilde yürüten ve hikmetiyle idare eden; olmakta olan her şeyden haberdar. (Keşşâf)


وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la hükümde ortaklık sebebiyle sılaya atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Müsnedin ve müsnedün ileyhin marife oluşu, kasr ifade etmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Vakıaya da uygun olduğu için hakiki ve tahkiki kasrdır. Yani mevsûfa hasredilen sıfat, başkasında hakiki manada bulunmaz ve vakıa da böyledir.

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Haber olan iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

الْحَك۪يمُ - الْخَب۪يرُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Hikmet, fiilin kendisine bitiştiği ilim demektir. Çünkü, bir işi bilip de bildiğine göre onu yapmayan kimse hakkında  “حَك۪يمُ” ifadesi kullanılmaz. O halde fiilini ilmine uygun olarak yapan kimse hakimdir. “خَب۪يرُ”, işlerin neticelerini ve iç yüzlerini bilen zat demektir. O halde ayetteki “حَك۪يمُ” kelimesinin manası, “Allah, başlangıçta olması gerektiği gibi yarattığı için hakimdir” şeklinde; “خَب۪يرُ” sözünün manası da neticede, herbirinin akıbetinin ne olacağına değil, mahlukattan neyin südur edip etmeyeceğini bilen demektir. O halde Allah, başlangıçta hakîm, neticede de habîrdir. (Fahreddin er-Râzî)  

الْحَك۪يمُ - الْخَب۪يرُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbı olan, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Mübalağalı ism-i fail kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Cümle, mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.