Sebe' Sûresi 2. Ayet

يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ وَهُوَ الرَّح۪يمُ الْغَفُورُ  ...

Allah, yere gireni, yerden çıkanı; gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. O, çok merhamet edicidir, çok bağışlayıcıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَعْلَمُ bilir ع ل م
2 مَا ne ki
3 يَلِجُ giriyor و ل ج
4 فِي içine
5 الْأَرْضِ yerin ا ر ض
6 وَمَا ve ne ki
7 يَخْرُجُ çıkıyor خ ر ج
8 مِنْهَا ondan
9 وَمَا ve ne ki
10 يَنْزِلُ iniyor ن ز ل
11 مِنَ -ten
12 السَّمَاءِ gök- س م و
13 وَمَا ve ne ki
14 يَعْرُجُ çıkıyor ع ر ج
15 فِيهَا oraya
16 وَهُوَ ve O
17 الرَّحِيمُ çok esirgeyendir ر ح م
18 الْغَفُورُ çok bağışlayandır غ ف ر
 

İlk âyette yüce Allah’ın ilmiyle ilgili bir tasvire yer verilmiştir. Bu tasvire göre insanın yakın çevresinde mevcut bulunan veya olup biten maddî ve mânevî, açık ve gizli bütün varlık ve olaylar Allah Teâlâ’nın bilgisi dahilindedir (Taberî, XXII, 59; İbn Atıyye, IV, 404). Şu halde O’ndan başkasına kulluk etmek insana yaraşmaz. “Ona yükselen” anlamına gelen cümlede “ilâ” değil “” edatının kullanılmasındaki incelik şöyle açıklanır: İlâ “sona ulaşma”yı,  ise “içine girip nüfuz etme”yi ifade eder. 3. âyette Allah’ın –insanın kendi imkânlarıyla bilgisine ulaşamayacağı bir alan olan– gaybı da bildiği, evrendeki bütün varlık ve olayların en küçük ayrıntısına kadar açık bir kitapta kayıtlı olduğu belirtilmektedir. Müfessirlerin çoğuna göre bu kitaptan maksat levh-i mahfûzdur. Bunu şöyle anlamak da mümkündür: Gerek duyular âlemine dahil gerekse bunun ötesindeki her şey bütün ayrıntılarıyla Allah tarafından bilinmektedir (ayrıca bk. En‘âm 6/59).

İnkârcıların insanların yapıp ettiklerinden hesaba çekilecekleri bir günün gelmeyeceği yönündeki iddiası, evrenin sonsuz olduğu, sadece değişebileceği ama asla yok olmayacağı fikrini içerir ki bu iddia aynı zamanda insanın varlığını anlamsız ve değersiz kabul etme mânasına gelir. Bazı tefsirlerde, âyette genel bir ifadeyle inkârcılara atfedilen bu sözün Ebû Süfyân tarafından söylendiğine dair bir rivayete yer verilir. Bu rivayete göre bir gün Ebû Süfyân, “Ne gelecek bir son saat var, ne kıyamet var, ne de haşir var” diyerek –en büyük putlardan– Lât ve Uzzâ’nın adı üzerine yemin etmişti. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah peygamberine, onun da aksi yönde yemin etmesini buyurdu (İbn Atıyye, IV, 405). 

Gayb, Allah’ın, yarattıklarından gizli tuttuğu hususlar demektir (bilgi için bk. Bakara 2/3; Mâide 5/94-96). Burada Cenâb-ı Allah’ın kendisini “gaybı bilen” şeklinde nitelemesi, kıyametin mutlaka kopacağını fakat zamanını sadece kendisinin bildiğini vurgulama amacı taşımaktadır (Taberî, XXII, 61). Elmalılı, bunun yanı sıra burada, bedenleri çürüyüp darmadağın olmuş insanların yeniden diriltilmesini imkânsız görenlere cevap verme tarzında bir mâna inceliğinin de bulunduğunu belirtir (VI, 3943).

<kur'an> </kur'an>
 

  Harace خرج :
   خَرَجَ fiili bulunulan bir yer veya durumdan dışarı çıkmaktır. Bu yerin ev, şehir yahut elbise olması ile durumun psikolojik bir durum olması veya dış sebeplerinin değişmesi arasında fark yoktur.  أخْرَجَ fiili çıkarmaktır ve çoğunlukla somut şeyler için kullanımının yanında Yüce Allah’a ait olan tekvin/ meydana getirme hakkında da kullanılır. 

  خَرْجٌ  kelimesi ise harcama, masraf ve gider manasındadır. Fiilin İstif'al babındaki  إسْتَخْرَجَ şeklinde kullanımı kazarak çıkarmak, toprağından arındırarak madeninden çıkarmak, zorla çekip almak/çıkarmak anlamlarını ifade eder.

  Netice olarak bu kök hem maddi hem manevi ve hem müsbet hem de menfi konular hakkında kullanılır. Örneğin Türkçe kullanımdaki mahreç kelimesi harflerin çıkış şekillerini kasdetmektedir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 182  ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri harç, haraç, hâriç, istihraç, ihraç, mahreç, hâriciye, harcamak, hurç, harcıâlem ve harcırahtır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ 

 

Fiil cümlesidir.  يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl amili  يَعْلَمُ ’nün mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَلِجُ ’dür. Îrabdan mahalli yoktur.

يَلِجُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَلِجُ  fiiline mütealliktir. مَا  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi وَ ’la ilk  مَا ’ya matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  يَخْرُجُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَخْرُجُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  مِنْهَا  car mecruru  يَخْرُجُ  fiiline mütealliktir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi  وَ ’la ilk  مَا ’ya matuftur. 

يَنْزِلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  يَنْزِلُ  fiiline mütealliktir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi وَ ’la ilk  مَا ’ya matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  يَعْرُجُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَعْرُجُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  ف۪يهَا  car mecruru  يَعْرُجُ  fiiline mütealliktir.  


 وَهُوَ الرَّح۪يمُ الْغَفُورُ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الرَّح۪يمُ  haber olup lafzen merfûdur. الْغَفُورُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

الرَّح۪يمُ - الْغَفُورُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede fiillin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  يَلِجُ فِي الْاَرْضِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Allah, yere girenleri gökten inenlerden önce zikretmiştir. Çünkü dane, tohum önce yere düşer daha sonra sulanır. (Fahreddin er-Râzî)   

Müteakip üç ism-i mevsûl birinciye atfedilmiştir. Sıla cümleleri birinci mevsûlün sılasıyla aynı üsluptadır. 

وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا  يَلِجُ فِي الْاَرْضِ  ve  يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ  -  يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

السَّمَٓاءِ  -  الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı icab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَلِجُ يَخْرُجُ  ve  يَنْزِلُ  - يَعْرُجُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Bu ayetin başında mef'ûl makamında olan ism-i mevsûl  مَا  ve sıla cümlesine yapılan atıfların hepsinin sebebi, îrabda ortaklıktır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede cem' ma’at-taksim sanatı vardır.  يَعْلَمُ ’da cem’, ism-i mevsûllerle sıralananlarda taksim vardır.

يَخْرُجُ يَعْرُجُ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 وَهُوَ الرَّح۪يمُ الْغَفُورُ

 

 

Cümle atıf harfi وَ ’la … يَعْلَمُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsned olan  الرَّح۪يمُ الْغَفُورُ  isimleri marife gelmiştir. 

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218)

Müsnedin ve müsnedün ileyhin marife oluşu kasr ifade etmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani bu vasıflar ondan başkasında bu derecede  bulunmaz.

Vakıaya da uygun olduğu için hakiki ve tahkiki kasrdır. Yani mevsûfa hasredilen sıfat, başkasında hakiki manada bulunmaz ve vakıa da böyledir.

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.

الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.

Mübalağalı ism-i fail kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Cümle, mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.

Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)