بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْاٰخِرَةِۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الْحَمْدُ | hamd |
|
2 | لِلَّهِ | Allah’a mahsustur |
|
3 | الَّذِي | öyle ki |
|
4 | لَهُ | onundur |
|
5 | مَا | ne varsa |
|
6 | فِي |
|
|
7 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
8 | وَمَا | ve ne varsa |
|
9 | فِي |
|
|
10 | الْأَرْضِ | yerde |
|
11 | وَلَهُ | ve O’na mahsustur |
|
12 | الْحَمْدُ | hamd |
|
13 | فِي |
|
|
14 | الْاخِرَةِ | ahirette |
|
15 | وَهُوَ | ve O |
|
16 | الْحَكِيمُ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
17 | الْخَبِيرُ | haber alandır |
|
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْاٰخِرَةِۜ
İsim cümlesidir. اَلْحَمْدُ mübteda olup lafzen merfûdur. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَا müşterek ism-i mevsûl muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
مَا فِي الْاَرْضِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. لَهُ car mecruru ilk لَهُ ’ye matuftur. الْحَمْدُ muahhar mübteda olarak lafzen merfûdur. فِي الْاٰخِرَةِۜ car mecruru حَمْدُ ’e mütealliktir.
وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَك۪يمُ haber olup lafzen merfûdur. الْخَب۪يرُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
الْحَك۪يمُ - الْخَب۪يرُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ
Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan اَلْحَمْدُ ’ün haberi mahzuftur. لِلّٰهِ bu mahzuf habere mütealliktir.
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ ile başlayan 5 sure vardır. Bunlar: Fatiha, En’am, Kehf, Sebe, Fatır.
Şayet Bu iki hamd arasındaki fark nedir? dersen şöyle derim: Dünyadaki hamd vaciptir. (Keşşâf)
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, mukaddem haber ve muahhar mübteda arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. لَهُ mevsûf/maksûrun aleyh, مَا فِي السَّمٰوَاتِ sıfat/maksûrdur.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yüce Allah'ın bu şekilde vasıflandırılması, hamdın bütün fertlerinin Yüce Allah'a mahsus olmasını beyan etmek içindir. Nitekim Fatiha Suresinin tefsirinde de belirtildiği gibi anılan vasıflandırma, her hamdın Yüce Allah'a mahsus olmasını gerektiren sıfatların yegâne Yüce Allah'a ait olduğunu ve Allah'tan başka bütün varlıkların ve ezcümle, insanın da O'nun hükümranlığı altında olduğunu bildirmektedir. Ve böyle olan varlıklar, başkaca sıfatlara sahip olma hakkı şöyle dursun, haddizatında ve bağımsız olarak var olma hakkı bile söz konusu değildir. (Ebüssuûd)
لِلّٰهِ için sıfat konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
Burada اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ cümlesi haber olup hamd cinsi yalnızca Allah Teâlâ’nın hakkı olduğundan lâm sahiplik manasında olabilir. İfadenin hamdi Allah’a tahsis ederek Allah’a sena niteliğinde olması da mümkündür. Bu durumda lâm tebyin lam-ı olur. Nitekim ifade mana olarak أحْمَدُ اللَّهَ olur. (Âşûr)
لَهُ mahzuf mukaddem bir habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.
Ayetteki, birbirine tezâyüf nedeniyle atfedilmiş ikinci ve üçüncü mevsûllerin de sılası mahzuftur. Sılaların hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelâmın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Buradaki berâat-i istihlâl celîdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi-Âşûr)
وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْاٰخِرَةِۜ
Öncesine matuf olan bu cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.
لَهُ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْحَمْدُ muahhar mübtedadır.
فِي الْاٰخِرَةِ car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Cümledeki takdim kasr ifade eder. Yani müsnedün takdim edilen bu müsnedün ileyhe has olduğunu ifade eder. Hamdin Allah’a mahsus olduğu, başkasına hamd edilmeyeceği anlamındadır. İşte bu mana; müsnedin sadece müsnedün ileyhe aid olmasıdır. لَهُ mevsûf/maksûrun aleyh, الْحَمْدُ sıfat/maksûr olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.
الْحَمْدُ ve مَا ’ların tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Çünkü o, lütfedilen bir nimete mukabildir ve ahiret nimetini yani sevabı kazanmanın aracıdır. Ahiretteki hamd ise vâcip değildir. Zira o, kendisini hak edene verilmesi vâcip olan bir nimete karşı edilmektedir; müminlerin sevinçlerinin bir tamamlayıcısı, ferahlığının zirve yapmasından başka bir şey değildir. Müminler onunla, susamış birinin soğuk suyla mutlu olduğu gibi mutlu olurlar. O’dur ‘mutlak hikmet sahibi’, dünya ve ahiret işlerini en güzel şekilde yürüten ve hikmetiyle idare eden; olmakta olan her şeyden haberdar. (Keşşâf)
وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
Cümle atıf harfi وَ ’la hükümde ortaklık sebebiyle sılaya atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Müsnedin ve müsnedün ileyhin marife oluşu, kasr ifade etmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Vakıaya da uygun olduğu için hakiki ve tahkiki kasrdır. Yani mevsûfa hasredilen sıfat, başkasında hakiki manada bulunmaz ve vakıa da böyledir.
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haber olan iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.
الْحَك۪يمُ - الْخَب۪يرُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Hikmet, fiilin kendisine bitiştiği ilim demektir. Çünkü, bir işi bilip de bildiğine göre onu yapmayan kimse hakkında “حَك۪يمُ” ifadesi kullanılmaz. O halde fiilini ilmine uygun olarak yapan kimse hakimdir. “خَب۪يرُ”, işlerin neticelerini ve iç yüzlerini bilen zat demektir. O halde ayetteki “حَك۪يمُ” kelimesinin manası, “Allah, başlangıçta olması gerektiği gibi yarattığı için hakimdir” şeklinde; “خَب۪يرُ” sözünün manası da neticede, herbirinin akıbetinin ne olacağına değil, mahlukattan neyin südur edip etmeyeceğini bilen demektir. O halde Allah, başlangıçta hakîm, neticede de habîrdir. (Fahreddin er-Râzî)
الْحَك۪يمُ - الْخَب۪يرُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbı olan, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Mübalağalı ism-i fail kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Cümle, mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.
يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ وَهُوَ الرَّح۪يمُ الْغَفُورُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَعْلَمُ | bilir |
|
2 | مَا | ne ki |
|
3 | يَلِجُ | giriyor |
|
4 | فِي | içine |
|
5 | الْأَرْضِ | yerin |
|
6 | وَمَا | ve ne ki |
|
7 | يَخْرُجُ | çıkıyor |
|
8 | مِنْهَا | ondan |
|
9 | وَمَا | ve ne ki |
|
10 | يَنْزِلُ | iniyor |
|
11 | مِنَ | -ten |
|
12 | السَّمَاءِ | gök- |
|
13 | وَمَا | ve ne ki |
|
14 | يَعْرُجُ | çıkıyor |
|
15 | فِيهَا | oraya |
|
16 | وَهُوَ | ve O |
|
17 | الرَّحِيمُ | çok esirgeyendir |
|
18 | الْغَفُورُ | çok bağışlayandır |
|
İlk âyette yüce Allah’ın ilmiyle ilgili bir tasvire yer verilmiştir. Bu tasvire göre insanın yakın çevresinde mevcut bulunan veya olup biten maddî ve mânevî, açık ve gizli bütün varlık ve olaylar Allah Teâlâ’nın bilgisi dahilindedir (Taberî, XXII, 59; İbn Atıyye, IV, 404). Şu halde O’ndan başkasına kulluk etmek insana yaraşmaz. “Ona yükselen” anlamına gelen cümlede “ilâ” değil “fî” edatının kullanılmasındaki incelik şöyle açıklanır: İlâ “sona ulaşma”yı, fî ise “içine girip nüfuz etme”yi ifade eder. 3. âyette Allah’ın –insanın kendi imkânlarıyla bilgisine ulaşamayacağı bir alan olan– gaybı da bildiği, evrendeki bütün varlık ve olayların en küçük ayrıntısına kadar açık bir kitapta kayıtlı olduğu belirtilmektedir. Müfessirlerin çoğuna göre bu kitaptan maksat levh-i mahfûzdur. Bunu şöyle anlamak da mümkündür: Gerek duyular âlemine dahil gerekse bunun ötesindeki her şey bütün ayrıntılarıyla Allah tarafından bilinmektedir (ayrıca bk. En‘âm 6/59).
İnkârcıların insanların yapıp ettiklerinden hesaba çekilecekleri bir günün gelmeyeceği yönündeki iddiası, evrenin sonsuz olduğu, sadece değişebileceği ama asla yok olmayacağı fikrini içerir ki bu iddia aynı zamanda insanın varlığını anlamsız ve değersiz kabul etme mânasına gelir. Bazı tefsirlerde, âyette genel bir ifadeyle inkârcılara atfedilen bu sözün Ebû Süfyân tarafından söylendiğine dair bir rivayete yer verilir. Bu rivayete göre bir gün Ebû Süfyân, “Ne gelecek bir son saat var, ne kıyamet var, ne de haşir var” diyerek –en büyük putlardan– Lât ve Uzzâ’nın adı üzerine yemin etmişti. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah peygamberine, onun da aksi yönde yemin etmesini buyurdu (İbn Atıyye, IV, 405).
Gayb, Allah’ın, yarattıklarından gizli tuttuğu hususlar demektir (bilgi için bk. Bakara 2/3; Mâide 5/94-96). Burada Cenâb-ı Allah’ın kendisini “gaybı bilen” şeklinde nitelemesi, kıyametin mutlaka kopacağını fakat zamanını sadece kendisinin bildiğini vurgulama amacı taşımaktadır (Taberî, XXII, 61). Elmalılı, bunun yanı sıra burada, bedenleri çürüyüp darmadağın olmuş insanların yeniden diriltilmesini imkânsız görenlere cevap verme tarzında bir mâna inceliğinin de bulunduğunu belirtir (VI, 3943).
<kur'an> </kur'an> Harace خرج :
خَرَجَ fiili bulunulan bir yer veya durumdan dışarı çıkmaktır. Bu yerin ev, şehir yahut elbise olması ile durumun psikolojik bir durum olması veya dış sebeplerinin değişmesi arasında fark yoktur. أخْرَجَ fiili çıkarmaktır ve çoğunlukla somut şeyler için kullanımının yanında Yüce Allah’a ait olan tekvin/ meydana getirme hakkında da kullanılır.
خَرْجٌ kelimesi ise harcama, masraf ve gider manasındadır. Fiilin İstif'al babındaki إسْتَخْرَجَ şeklinde kullanımı kazarak çıkarmak, toprağından arındırarak madeninden çıkarmak, zorla çekip almak/çıkarmak anlamlarını ifade eder.
Netice olarak bu kök hem maddi hem manevi ve hem müsbet hem de menfi konular hakkında kullanılır. Örneğin Türkçe kullanımdaki mahreç kelimesi harflerin çıkış şekillerini kasdetmektedir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 182 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri harç, haraç, hâriç, istihraç, ihraç, mahreç, hâriciye, harcamak, hurç, harcıâlem ve harcırahtır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ
Fiil cümlesidir. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مَا müşterek ism-i mevsûl amili يَعْلَمُ ’nün mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَلِجُ ’dür. Îrabdan mahalli yoktur.
يَلِجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. فِي الْاَرْضِ car mecruru يَلِجُ fiiline mütealliktir. مَا müşterek ism-i mevsûl atıf harfi وَ ’la ilk مَا ’ya matuftur. İsm-i mevsûlun sılası يَخْرُجُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَخْرُجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. مِنْهَا car mecruru يَخْرُجُ fiiline mütealliktir. مَا müşterek ism-i mevsûl atıf harfi وَ ’la ilk مَا ’ya matuftur.
يَنْزِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru يَنْزِلُ fiiline mütealliktir. مَا müşterek ism-i mevsûl atıf harfi وَ ’la ilk مَا ’ya matuftur. İsm-i mevsûlun sılası يَعْرُجُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَعْرُجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. ف۪يهَا car mecruru يَعْرُجُ fiiline mütealliktir.
وَهُوَ الرَّح۪يمُ الْغَفُورُ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الرَّح۪يمُ haber olup lafzen merfûdur. الْغَفُورُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
الرَّح۪يمُ - الْغَفُورُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede fiillin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يَلِجُ فِي الْاَرْضِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Allah, yere girenleri gökten inenlerden önce zikretmiştir. Çünkü dane, tohum önce yere düşer daha sonra sulanır. (Fahreddin er-Râzî)
Müteakip üç ism-i mevsûl birinciye atfedilmiştir. Sıla cümleleri birinci mevsûlün sılasıyla aynı üsluptadır.
وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا - يَلِجُ فِي الْاَرْضِ ve يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ - يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
السَّمَٓاءِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı icab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَلِجُ - يَخْرُجُ ve يَنْزِلُ - يَعْرُجُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu ayetin başında mef'ûl makamında olan ism-i mevsûl مَا ve sıla cümlesine yapılan atıfların hepsinin sebebi, îrabda ortaklıktır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede cem' ma’at-taksim sanatı vardır. يَعْلَمُ ’da cem’, ism-i mevsûllerle sıralananlarda taksim vardır.
يَخْرُجُ - يَعْرُجُ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَهُوَ الرَّح۪يمُ الْغَفُورُ
Cümle atıf harfi وَ ’la … يَعْلَمُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsned olan الرَّح۪يمُ الْغَفُورُ isimleri marife gelmiştir.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218)
Müsnedin ve müsnedün ileyhin marife oluşu kasr ifade etmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani bu vasıflar ondan başkasında bu derecede bulunmaz.
Vakıaya da uygun olduğu için hakiki ve tahkiki kasrdır. Yani mevsûfa hasredilen sıfat, başkasında hakiki manada bulunmaz ve vakıa da böyledir.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.
الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.
Mübalağalı ism-i fail kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Cümle, mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.
Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَأْت۪ينَا السَّاعَةُۜ قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِۚ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَلَٓا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرُ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dediler ki |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَأْتِينَا | bize gelmez |
|
6 | السَّاعَةُ | sa’at |
|
7 | قُلْ | de ki |
|
8 | بَلَىٰ | hayır |
|
9 | وَرَبِّي | Rabbim hakkı için |
|
10 | لَتَأْتِيَنَّكُمْ | o mutlaka size gelecektir |
|
11 | عَالِمِ | bilen |
|
12 | الْغَيْبِ | gaybı |
|
13 | لَا |
|
|
14 | يَعْزُبُ | gizli kalmaz |
|
15 | عَنْهُ | O’ndan |
|
16 | مِثْقَالُ | ağırlığınca |
|
17 | ذَرَّةٍ | zerre |
|
18 | فِي | olan |
|
19 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
20 | وَلَا | ne de |
|
21 | فِي | olan |
|
22 | الْأَرْضِ | yerde |
|
23 | وَلَا | ve yoktur |
|
24 | أَصْغَرُ | küçük |
|
25 | مِنْ |
|
|
26 | ذَٰلِكَ | bundan |
|
27 | وَلَا | ve yoktur |
|
28 | أَكْبَرُ | büyük |
|
29 | إِلَّا | ki olmasın |
|
30 | فِي |
|
|
31 | كِتَابٍ | bir Kitapta |
|
32 | مُبِينٍ | apaçık |
|
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَأْت۪ينَا السَّاعَةُۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لَا تَأْت۪ينَا السَّاعَةُۜ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَأْت۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. السَّاعَةُ fail olup lafzen merfûdur.
قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
بَلٰى nefyi iptal için gelen cevap harfidir.
بَلٰى ; soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))
Mekulü’l-kavli رَبّ۪ي لَتَأْتِيَنَّكُمْ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
وَ kasem vavıdır. رَبّ۪ي car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (yemin ederim.) şeklindedir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. تَأْتِيَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَالِمِ kelimesi رَبّ۪ي ’nin sıfatı olup mecrurdur. الْغَيْبِۚ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَلَٓا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرُ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍۙ
لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ cümlesi عَالِمِ ’deki zamiri tekid eden hal cümlesidir.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَعْزُبُ merfû muzari fiildir. عَنْهُ car mecruru يَعْزُبُ fiiline mütealliktir. مِثْقَالُ fail olup lafzen merfûdur. ذَرَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru ذَرَّةٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. فِي الْاَرْضِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لَا zaid harf makabline matuftur. اَصْغَرُ mübteda olup lafzen merfûdur. مِنْ ذٰلِكَ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
لَٓا اَكْبَرُ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. اَصْغَرُ ve اَكْبَرُ kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّا hasr edatıdır. ف۪ي كِتَابٍ car mecruru مِثْقَالُ ’nun mahzuf haline mütealliktir. مُب۪ينٍ kelimesi كِتَابٍ ’ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٍ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَأْت۪ينَا السَّاعَةُۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَا تَأْت۪ينَا السَّاعَةُ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
السَّاعَةُ , kıyamet gününden kinayedir. السَّاعَةُ kelimesi Kur'an-ı Kerim’de belli bir zaman dilimini belirten sözlük anlamı yanında, sık sık kıyametin kopacağı vakti ifade etmek üzere de kullanılmaktadır.
السَّاعَةِ kelimesi burada marife gelerek Kur'an ıstılahında çoğunlukla bu dünyevi alemin yok olup uhrevi aleme girişi ifade eden ba’s veya kıyamet gününü ifade etmiştir. (Âşûr Araf Suresi 187)
Keşşâf sahibi şöyle demektedir: “نجم kelimesinin, genel olarak her yıldız için kullanılıp elif lamlı geldiğinde ise ‘Süreyya Yıldızı’ anlamı taşıması gibi السَّاعَةِ kelimesi de elif lamlı geldiğinde kıyamet anlamında kullanılır. Bunlar ‘esmâ-i gâlibe’dendir. Kıyamet; ya ansızın geleceği için bu ismi almıştır yahut bütün mahlukatın muhasebesi, tek bir saatte ifa edileceği için yahut da uzun bir zaman olmasına rağmen canlılar nezdinde tek bir saat gibi geleceği için bu adla, ‘ السَّاعَةِ’ adıyla adlandırılmıştır.” (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِۚ cümlesine dahil olan بَلٰى , olumsuz soruya olumlu cevap harfidir. وَ ise kasem içindir.
Cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. رَبّ۪ي izafeti mahzuf kasem fiiline mütealliktir. Takdiri, أقسم (yemin ederim.) şeklindedir.
Mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِۚ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudus, istimrâr, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَالَ - قُلْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رَبّ۪ي izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
عَالِمِ - الْغَيْبِۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı, لَا تَأْت۪ينَا - لَتَأْتِيَنَّكُمْ kelimeleri arasında ise cinası iştikak ve tıbâk-ı selb sanatları vardır.
عَالِمِ الْغَيْبِۚ “Her gaybı bilen…” cümlesi de bu hakikati eksiksiz olarak ve en mükemmel şekilde pekiştirmektedir, “gaybı bilen” ifadesinin kullanılması da tekidi daha da güçlendirmekte, ikinci kez bunu sağlamlaştırmakta ve onların inkârlarını tamamen kırmaktadır. Zira yeminden sonra kendisiyle yemin edilenin yüce sıfatlarının mutlak olarak zikredilmesi, yemin konusu olan şeyin şanının azametini ve sübut ile sıhhatinin kuvvetini bildirmektedir. Zira bu, o konuya delil hükmündedir. (Ebüssuûd)
Zemahşerî bu ayette, insanların en fazla merak ettikleri gaybi haberlerden biri olan kıyamete dair yeminin, takip eden bölümdeki hiçbir istisnaya mahal olmayan [gaybın alimi] ifadeleriyle tam bir uyum sergilediğini belirtir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
Burada olduğu gibi bazen بَلٰى kelimesinin yeminden önce kullanıldığı görülmektedir. Zemahşerî bu kullanımın “olmayacaktır yönündeki düşüncenin yanlışlığını kesin bir dille ifade etmek” gayesine matuf olduğunu belirtir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَلَٓا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرُ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍۙ
رَبّ۪ي ’den veya عَالِمِ’den müekked hal olarak ıtnâbtır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle iki tekid hükmündeki kasrla tekid edilmiştir.
Muzari fiil hudus, istimrâr, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنْهُ, ihtimam için fail olan مِثْقَالُ ’ya takdim edilmiştir.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. Bu kelimeler arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
لَا ’nın tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir. Ayetteki beyanî üsluptan umum anlaşılmaktadır. ذَرَّةٍ ibaresi, nefy siyakında nekre olarak gelmiş kıllet ifade etmiştir. Bilindiği gibi olumsuz siyakta gelen nekra, umum ve şümule işaret eder.
Car mecrur مِنْ ذٰلِكَ ’nin müteallakı اَصْغَرُ veya اَكْبَرُ ya da fail olan مِثْقَالُ ’nun mahzuf halidir.
اَصْغَرُ ve اَكْبَرُ, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
ذَرَّةٍ - اَصْغَرُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍۙ , fail olan مِثْقَالُ ’nün mahzuf haline mütealliktir.
اَصْغَرُ - اَكْبَرُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لَٓا nefy harfi, اِلَّا istisna edatı ile oluşan kasr, fail ile hali arasındadır.
كِتَابٍ için sıfat olan مُب۪ينٍۙ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe vezninde gelmiştir.
Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِيَجْزِيَ (Böylece mükâfatlandıracaktır) ifadesi لَتَأْتِيَنَّكُمْ (kesinlikle size gelecektir) ifadesiyle onu gerekçelendirmek için bitişmiştir. لَتَأْتِيَنَّكُمْ yâ ile de tâ ile de okunmuştur; يَ ’lı okuyuşta zamir يوم (gün) anlamında olmak üzere saate racidir veya “O’nun emri mutlaka size gelecek.” anlamında olmak üzere “gaybı bilen”e isnat edilmiştir. Tıpkı [Galiba bunlar, kendilerine meleklerin gelmesini ya da bizzat senin Rabbinin gelmesini bekliyorlar! (Enam Suresi, 158)] ve [ya da Rabbinin emrinin gelmesini (Nahl Suresi, 33)] ayetlerinde olduğu gibi. عَالِمِ الْغَيْبِۚ (gaybı bilen) ifadesi; وَرَبّ۪ي kelimesinin sıfatı olarak عَالِمِ الْغَيْبِۚ ve عَلاَّمِ الغَيب şeklinde مِ , mecrûr olarak okunduğu gibi medih ifade etmek üzere مِ , merfû olarak عَالِمُ الغيب ve عَلاَّمُ الغيب şeklinde de okunmuştur. لَا يَعْزُبُ ifadesi de uzaklık anlamına gelen عُذُب ’dan olmak üzere ذُ , mecrûr olarak لَا يَعْزِبُ şeklinde de okunmuştur. Nitekim رَوضٌ عزيبٌ (uzak bahçe) denir. مِثْقَالُ ذَرَّةٍ (zerre kadar) yani en küçük bir karınca kadar. ذٰلِكَ kelimesi, ‘zerre kadar’a işarettir. ‘Bundan daha küçüğü de daha büyüğü de’ anlamında olan لَٓا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرَ ifadesinde, رَ ’lar cinsi nefyetmek üzere bu şekilde okunduğu gibi cümle başı olmak üzere ve لَٓا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرُ şeklinde merfû‘ olarak da okunmuştur. Tıpkı لَٓاحَولَ وَلاَ قُوَّةَ إﻻَّ بِ اللّهِ ifadesindeki حَولَ ve قُوَّةَ kelimelerinin merfû ve mansub okunması gibi. O zaman ifade, öncesinden ayrı yeni bir söz olur. (Keşşâf)لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِيَجْزِيَ | mükafatlandırması için |
|
2 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
3 | امَنُوا | inanan(ları) |
|
4 | وَعَمِلُوا | ve yapanları |
|
5 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
6 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
7 | لَهُمْ | onlar için vardır |
|
8 | مَغْفِرَةٌ | mağfiret |
|
9 | وَرِزْقٌ | ve rızık |
|
10 | كَرِيمٌ | güzel |
|
“O, Allah’ın iman edip iyi işler yapanları mükâfatlandırması için gelecektir” şeklinde çevrilen yan cümle, 3. âyette geçen “o mutlaka gelecektir” veya “O’nun bilgisi dışında kalamaz” ya da “apaçık bir kitapta kayıtlıdır” ana cümlesine bağlanabilir (İbn Atıyye, IV, 405). Birinci ihtimalde kıyamet vaktinin gelmesinin, ikincisinde Allah’ın her şeyi bilmesinin, üçüncüsünde ise her şeyin bir kitapta kayıtlı olmasının hikmeti açıklanmış olmaktadır. Taberî bunu “Apaçık bir kitapta kayıtlıdır” cümlesine bağlayan bir yorum yapmayı tercih etmiştir (XXII, 61).
Kur'an Yolu Tefsiri Yolu Cilt: 4 Sayfa: 412
لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ
لِ harfi, يَجْزِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte تَأْتِيَنَّكُمْ fiiline mütealliktir.
يَجْزِيَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
صَّالِحَاتِ kelimesi, sülasi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ مَغْفِرَةٌ cümlesi mübteda اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَغْفِرَةٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. رِزْقٌ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. كَر۪يمٌ kelimesi رِزْقٌ ’nun sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ
Önceki ayetin devamı olan bu ayette sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ cümlesi, önceki ayetteki تَأْتِيَنَّكُمْ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Bu kelâm, yukarıda geçen “kıyamet hiç şüphesiz size gelecektir” cümlesiyle bildirilen hakikatin illetini ve gelmesini gerektiren gayeyi beyan etmektedir.
لِيَجْزِيَ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen عَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle, sıla cümlesine atfedilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
الصَّالِحَاتِ kelimesi, عَمِلُوا fiilinin mef’ûlü olarak mansubdur. Nasb alameti kesradır.
لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ - وَالَّذ۪ينَ سَعَوْ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ arasında mukabele vardır. Yüce Allah mağfireti ve değerli rızkı güzel amel işleyenler için mükâfat; azabı ve elem verici iğrenç cezayı da suçlulara, karşılık olarak vermiştir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin uzağa mahsus ism-i işaretle marife olması, istisna edilenlerin şanının yüceliğini vurgulamak ve onların durumuna gereken önemin verildiğini göstermek içindir.
Mübteda olan işaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ şeklinde isim cümlesi olarak gelmiştir. Haber cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَغْفِرَةٌ , muahhar mübtedadır. Mübtedanın ve ona matuf olan رِزْقٌ ’un nekre gelişi kesret ve tazim ifade eder.
Muahhar mübtedaya matuf olan رِزْقٌ ’un atıf sebebi tezâyüftür.
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ cümlesi, iki atfedilen cümle arasında mu’tarıza ibtidaiyyedir. (Âşûr)
رِزْقٌ için sıfat olan كَر۪يمٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَر۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Onlar için olan nimetlerin rızık ve mağfiret olarak sayılması taksim sanatıdır.
وَالَّذ۪ينَ سَعَوْ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٌۗ
“Âyetlerimizi boşa çıkarmak için” diye çevrilen kısmı “birbirleriyle yarışırcasına” ve “(Allah’ı) âciz bırakabileceklerini sanarak” şeklinde de tercüme etmek mümkündür. Muhammed Esed’e göre “ricz” kelimesinden önceki “min” edatı, bu günahkârları öteki dünyada bekleyen azabın bu dünyada bilerek yaptıkları kötü fiillerin tabii bir “sonucu” olduğunu göstermektedir; bu sebeple yazar, âyetin “En kötüsünden, elem verici bir azap vardır” şeklinde çevirdiğimiz kısmına “(yaptıkları) çirkinliklerin bir sonucu olarak onlar için acıklı bir azap vardır” anlamını vermiştir (II, 871).
Kur'an Yolu Tefsiri Yolu Cilt: 4 Sayfa: 413Eleme ألم :
ألَمٌ kelimesi aşırı/şiddetli acı ve ağrı demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir isim ve bir fiil formunda olmak üzere 75 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri elem ve elimdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَالَّذ۪ينَ سَعَوْ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٌۗ
وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası سَعَوْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
سَعَوْ fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ٓي اٰيَاتِنَا car mecruru سَعَوْ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, في إبطال آياتنا (ayetlerimizin iptali için) şeklindedir.
مُعَاجِز۪ينَ kelimesi سَعَوْ ’daki failin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٌ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ عَذَابٌ cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مِنْ رِجْزٍ car mecruru عَذَابٌ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ‘un ikinci sıfatı olup lafzen merfûdur.
اَل۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ سَعَوْ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٌۗ
وَ istinafiyyedir. Ayet sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası سَعَوْ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere işaret ve tahkir içindir.
Veciz anlatım kastıyla gelen اٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan ayetler şan ve şeref kazanmıştır. Ayetlerin Allah'a izafe edilmesi bu ayetlerin bütün kemâl vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırır.
اٰيَاتِنَا ibaresinde ayetler, ayetleri yüceltmek ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 397)
مُعَاجِز۪ينَ kelimesi, سَعَوْ fiilinin failinden haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.
مُعَاجِز۪ينَ ifadesi مُعْجِزِينَ kelimesinin mübalağalı halidir. Onların Peygambere (av) hile yapma ve tuzak kurma halleri, diğerlerinin önüne geçmek ve onları geride bırakmak için hızlı hızlı yürüyen kimsenin haline benzetilerek temsili olarak anlatılmıştır. (Âşûr)
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٌ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir içindir.
Sübut ifade eden isim cümlesinde mübteda olan اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٌۗ
şeklinde isim cümlesi formunda gelmiştir. Müsned olarak mahallen merfû olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ , muahhar mübtedadır. Cümlede müsnedün ileyh olan عَذَابٌ ’un nekre gelişi nev ve kesret ifade edebilir. Tarifi mümkün olmayan evsafta olduğuna işaret eder.
مِنْ رِجْزٍ car-mecruru عَذَابٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Kelimedeki tenvin kesret ve nev ifade eder.
عَذَابٌ için sıfat olan اَل۪يمٌۗ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اَل۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Allah Teâlâ bir önceki ayette, اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ “Mağfiret de şerefli rızık da onlarındır” buyurmuş ve “rızkı”, ba’diyet (kısmîlik) ifade eden مِنْ (harf-i ceri) ile az olarak zikretmemiş, “onlar için rızıktan bir kısım ve kerim (şerefli) olan rızık cinsinden bir rızık vardır” dememiştir. Bu ayette ise min-i teb'îdiyye (ta'diyet ifade eden مِنْ ) olabilecek olan bir şekilde, buyurmuştur ki bütün bunlar, Allah Teâlâ'nın rahmetinin genişliğine, rahmetine oranla gazabının azlığına bir işarettir. Ayetteki “رِجْزٍ” kelimesinin, “en kötü azap” manasına olduğu söylenmiştir. Buna göre buradaki “مِنْ”, cinsin beyânı (azabın cinsini göstermek) için olup tıpkı “gümüş yüzük” ifadesi gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
وَيَرَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّۙ وَيَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَرَى | ve görürler |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | أُوتُوا | kendilerine verilen(ler) |
|
4 | الْعِلْمَ | bilgi |
|
5 | الَّذِي |
|
|
6 | أُنْزِلَ | indirilenin |
|
7 | إِلَيْكَ | sana |
|
8 | مِنْ | -nden |
|
9 | رَبِّكَ | Rabbi- |
|
10 | هُوَ |
|
|
11 | الْحَقَّ | gerçek olduğunu |
|
12 | وَيَهْدِي | ve ilettiğini |
|
13 | إِلَىٰ |
|
|
14 | صِرَاطِ | yoluna |
|
15 | الْعَزِيزِ | mutlak galib |
|
16 | الْحَمِيدِ | ve hamde layık olanın |
|
Burada sözü edilen “kendilerine bilgi verilenler” ile Abdullah b. Selâm gibi Ehl-i kitap’tan İslâmiyet’i kabul edenlerin veya Hz. Muhammed’in ashabının ya da onun ümmetinden olan herkesin kastedildiği yorumları yapılmıştır (Taberî, XXII, 62; İbn Atıyye, IV, 406).
Bize göre burada “aklını ve bilgisini iyi kullanan” bütün insanlar kastedilmiştir.
Kur'an Yolu Tefsiri Yolu Cilt: 4 Sayfa: 413
وَيَرَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّۙ
وَ istînâfiyyedir. يَرَى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette يَرَى fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merf’ûdur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا ’dür. Îrabdan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. الْعِلْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الَّـذ۪ٓي müfred müzekker has ism-i mevsûl amili يَرَى ’nın mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اُنْزِلَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو’dir. اِلَيْكَ car mecruru اُنْزِلَ fiiline mütealliktir.
مِنْ رَبِّ car mecruru اُنْزِلَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هُوَ fasıl zamiridir. الْحَقَّ amili يَرَى ’nın ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اُنْزِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
اُو۫تُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَيَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَهْد۪ٓي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. اِلٰى صِرَاطِ car mecruru يَهْد۪ٓي fiiline mütealliktir. الْعَز۪يزِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْحَم۪يدِ kelimesi الْعَز۪يزِ ’ün sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَرَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّۙ
وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil hudus, istimrâr, teceddüd ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَرَى fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası اُو۫تُوا الْعِلْمَ şeklinde mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tazim ve teşvik amacına matuftur.
يَرَى fiilinin mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي ’nin sılası olan اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّۙ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.
اُنْزِلَ - اُو۫تُوا fiillerinin meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
مِنْ رَبِّكَ car-mecruru, اُنْزِلَ fiiline mütealliktir.
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبِّكَ izafetinde Rabb ismine muzafun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet, Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
هُوَ fasıl zamiri اِلَيْكَ ’ye aittir. الْحَقَّۙ ise يَرَى fiilinin ikinci mef’ûludür.
يَرَى fiili ilim manasında kullanılmıştır. Sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen ru’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Ruveyni, Meryem Suresi 77)
الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّۙ ifadeleri يَرَى fiilinin iki mef‘ûlüdur; هُوَ ise fasıl içindir. الْحَقَّ diye merfû okuyan ise هُوَ ’yi mübteda, الْحَقَّۙ ’yu haber ve bu ikisinden oluşan cümleyi ikinci mef‘ûl yapmış olur. يَرَى kelimesinin mahallen mansub ve لِيَجْزِيَ kelimesine matuf olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)
وَيَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِ
Cümle يَرَى fiilinin mef’ûlü olarak الْحَقَّۙ ’ya matuftur. Cihet-i camia, tezâyüftür. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrâr, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
عَز۪يزِ ismine muzâf olması, sırat için tazim ve teşrif ifade eder. الْحَم۪يدِ kelimesi الْعَز۪يزِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
صِرَاطِ الْعَز۪يزِ [Azîz’in yolu] ibaresinde istiare vardır. Allah’ın dini yola benzetilmiştir. Câmi’, her ikisindeki amaca ulaştırma özelliğidir.
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ اِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۙ اِنَّكُمْ لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dediler ki |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | هَلْ | mi? |
|
5 | نَدُلُّكُمْ | size gösterelim |
|
6 | عَلَىٰ |
|
|
7 | رَجُلٍ | bir adam |
|
8 | يُنَبِّئُكُمْ | size haber veren |
|
9 | إِذَا | zaman |
|
10 | مُزِّقْتُمْ | siz parçalandığınız |
|
11 | كُلَّ | tamamen |
|
12 | مُمَزَّقٍ | dağılıp |
|
13 | إِنَّكُمْ | sizin |
|
14 | لَفِي | içinde olacağınızı |
|
15 | خَلْقٍ | bir yaratılış |
|
16 | جَدِيدٍ | yeni |
|
Hz. Muhammed’in peygamberliği ile ilgili olarak etrafa yayılan haberler karşısında Mekke müşrikleri hac mevsiminde dışarıdan geleceklere olumsuz telkinde bulunmak üzere bir fikrî hazırlık yapma ihtiyacı hissetmişlerdi. İşte bu sözün böyle bir hazırlık sonunda üretilmiş olması muhtemeldir. Onu dışarıdan gelenlerin gözünde küçük düşürmek ve kendilerinin ona karşı düşmanca tavır takınmalarını mâzur göstermek üzere geliştirdikleri bu olumsuz propaganda ifadesinde “Bir adam gösterelim mi size?” şeklinde bir üslûp kullanmaları da özel bir amaç taşıyordu: Resûlullah Mekke müşrikleri arasında çok iyi tanınan bir kişi olmasına rağmen, dışarıdan gelip onun hakkında soru soracak kimselerin kendisini ciddiye almamaları için, fazla tanınıp bilinmeyen bir şahıstan söz ediliyor izlenimi vermek istiyorlardı (İbn Âşûr, XXII, 147-151).
“Asıl âhirete inanmayanlar azaptadırlar” cümlesindeki azaptan maksat âhiretteki azap olabileceği gibi dünyada çekecekleri azap da olabilir (İbn Atıyye, IV, 406). Zira âhiret inancı olmayan kimsenin hayata bakışı kötümserdir, geleceğe yönelik ümitleri zayıftır, yapıp ettikleriyle ilgili açık bir hedefi yoktur. Bu hâlet-i rûhiye, onun dünyada da için için bir azap yaşaması sonucunu doğurur. Müşrik Araplar’da da görülen bu ruh hali âhirete inanmayan modern insanda daha çok ölümden kaçış ve ölümü unutma çabası şeklinde, bu kaçış da âhiret inancının yerine ihtiraslarını ikame etme tarzında tezahür etmektedir. Oysa bu gibi kimselerin ölümü hatırlamaları kendilerine bir acı veriyorsa, hatırlamamaları –daha doğrusu unutmak için ortaya koydukları zorlama çabaların verdiği tatminsizlik ve huzursuzluk– bin acı vermektedir. Bu durum, İslâmî öğretilerde ölümü hatırlamaya özel bir önem verilmesini daha anlamlı kılmaktadır.
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ اِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۙ
وَ istînâfiyyedir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Mekulü’l-kavli هَلْ نَدُلُّكُمْ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. هَلْ istifhâm harfidir. نَدُلُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلٰى رَجُلٍ car mecruru نَدُلُّ fiiline mütealliktir. يُنَبِّئُكُمْ fiili رَجُلٍ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنَبِّئُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُزِّقْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُزِّقْتُمْ sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. كُلَّ mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur. مُمَزَّقٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يُنَبِّئُكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
مُزِّقْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi مزق ’dır.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّكُمْ لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۚ
اِنَّكُمْ لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۚ cümlesi يُنَبِّئُكُمْ ’in ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen merfûdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
ف۪ي خَلْقٍ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. جَد۪يدٍ kelimesi خَلْقٍ ’nın sıfatı olup mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ اِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۙ اِنَّكُمْ لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen istihza ve tahkir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olması sebebiyle ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
رَجُلٍ ’deki tenvin herhangi bir manasında, tahkir içindir.
يُنَبِّئُكُمْ cümlesi رَجُلٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۙ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır.
Cümleye dahil olan اِذَا , şarttan mücerret zaman zarfıdır. Takdiri …إنّكم تبعثون وتحشرون (Siz muhakkak yeniden diriltilecek ve toplanacaksınız.) olan mahzufa mütealliktir.
مُزِّقْتُمْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
مُزِّقْتُمْ - مُمَزَّقٍۙ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak sanatı ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اِنَّكُمْ لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۚ cümlesi, يُنَبِّئُكُمْ fiilinin mef’ûlü olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي خَلْقٍ car mecruru, اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
جَد۪يدٍ kelimesi خَلْقٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
خَلْقٍ ’daki tenvin nev ifade eder.
خَلْقٍ جَد۪يدٍ ifadesinde istiare vardır. Çünkü onun aslı ‘kesmek’ anlamındaki جد ’nin masdarından türetilmiştir. Nitekim bez/kumaş, dokunduğu tezgahtan kesildiği vakit veya giyecek kişinin giymesi için biçildiği zaman قَدْ جُدَّ اَلْثَوْبُ فهوجَدِيدٌ (Kumaş yeni biçilmiştir, o yeni biçilendir) denir. Allahu a’lem, burada اِنَّكُمْ لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۚ ile kastedilen, yeniden yaratılıp mükâfat ve ceza göreceği yere iade edilmesi haliyle insanın, dokuma işlemi bittikten sonra dokuma tezgahından kesilen bez/kumaş gibi olacağının anlatılmasıdır. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları, Rad Suresi 5)
اِذَا zarfının başa alınması yeniden dirilmenin uzak olduğunu göstermek ve mübalağa etmek içindir. Amili de mahzuftur, mabadi onu göstermektedir. Çünkü makabli (يُنَبِّئُكُمْ ) ona parçalanmaya zaman bakımından yakın değildir. Mabadi de ( اِذَا ’dan sonrası) kendinin muzâfun ileyhidir. Ya da araya اِنَّ girmiştir. مُمَزَّقٍۙ ’un da ism-i mekân olabilir ki manası parçalandığınız ve sel sizi her tarafa götürdüğü ve sağa sola attığı zaman demektir, جديد de ism-i fail manasınadır, جدَّ ‘den gelmektedir, حديد ‘in حدَّ ’den geldiği gibi. (Beyzâvî)
Onların bundan maksatları, Peygamberle (sav) alay etmektir. Peygamberin (sav), tanınmayan bir adam olduğuna işaret etmek için adını zikretmediler. Sanki o, bilinmeyen bir insanmış. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Yeryüzündeki somut ve soyut her şeye imanla dolu kalp ile ya da hevesle dolu nefis ile yaklaşmak mümkündür. Hani sık sık duyulan bir cümle vardır: ‘her şey insan içindir’. Bunun manasını nasıl ele aldığına göre batıl ya da hakikat sebebine dönüşür.
Nefis ile yaklaşıldığında kişinin benliği merkeze konulur ve sadece dünyayı yaşamak manası çıkarılır. Mutluluk senin içinde yani bu dünyalıklarla mutlu olmanın yolu var telkinleri verilir ve bunun için yalnız görünenleri tedavi edelim ya da güzelleştirelim yoluna girilir.
Halbuki iman kapısından bakıldığında şu gerçek açığa çıkar. Her şey Allah’a kul olmak içindir. Yani merkezde olan insan evladı değildir. Hakiki mutluluk için ihtiyacı olan tek şey Allah’tır. Daha uzun bir ifadeyle: sahip olduğu her şeyle Allah’a bağlandığı zaman tamamlanır.
Elbette dünyalık sıkıntıların ve hastalıkların çaresi aranacaktır. Yaşamı kolaylaştıran gerekli ilimler öğrenilecektir. Ancak sadece dünyalık hallere hizmet eden işlerle uğraşıldığında, insan bir çeşit boşluğa düşer. Zira yaşadığı her gün ölüme yaklaşmaktadır.
Maddi aleme harcanan emeğin çok daha fazlası manevi alem için harcanmalıdır. Bir kul, hangi konuda dünyalık çözüm ararsa arasın; önce Allah’a olan yakınlık derecesini ayetlerine iman, emirlerine itaat ve zikir, istiğfar, hamd ifadeleriyle düzeltmelidir.
Ey Allahım! Bildiğimiz, bilmediğimiz; farkında olduğumuz, olmadığımız ve kıymetini anladığımız, anlamadığımız her şeyin ve onlara dair olan her ilmin sahibi Sensin. Bizi bu hakikati idrak eden ve Sana şüphesiz bir iman ile sarılan kullarından eyle. Senin yolunda, sağlam adımlarla, selim bir kalple ve hamd eden bir halle yürüyenlerden eyle. Sana ve Senin rızana daha da yaklaşmak umuduyla doğru ilim kapılarını çalanlardan ve öğrendikleriyle yaşayanlardan eyle.
Ey Allahım! Sebebini öğrendiğimiz, öğrenmediğimiz hastalıklarımızdan, ağrılarımızdan ve onların ne ile iyileşeceğinden haberdar olansın. Bizi nefsimizi şaşırtacak hastalıklardan ve sıkıntılardan muhafaza buyur. Hastalık halinde ya da ağrı içerisinde; gönüllerimizin ve bedenlerimizin üzerine katından bir sekine indir. Hz. Eyyub (as)’ın teslimiyetiyle dualarla Sana sığınanlardan ve yardımını mutmain bir kalp haliyle bekleyip iki cihanda da maddi manevi şifasına kavuşanlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji