Fâtır Sûresi 12. Ayet

وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِۗ هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَٓائِـغٌ شَرَابُهُ وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۜ وَمِنْ كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْماً طَرِياًّ وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ وَتَرَى الْفُلْكَ ف۪يهِ مَوَاخِرَ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ  ...

İki deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir, içimi kolaydır. Şu ise tuzludur, acıdır. Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarırsınız. Allah’ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve olmaz
2 يَسْتَوِي eşit س و ي
3 الْبَحْرَانِ iki deniz ب ح ر
4 هَٰذَا şu
5 عَذْبٌ tatlıdır ع ذ ب
6 فُرَاتٌ susuzluğu keser ف ر ت
7 سَائِغٌ (boğazdan) kayar س و غ
8 شَرَابُهُ içimi ش ر ب
9 وَهَٰذَا şu da
10 مِلْحٌ tuzludur م ل ح
11 أُجَاجٌ acıdır ا ج ج
12 وَمِنْ ve
13 كُلٍّ hepsinden ك ل ل
14 تَأْكُلُونَ yersiniz ا ك ل
15 لَحْمًا et ل ح م
16 طَرِيًّا taze ط ر و
17 وَتَسْتَخْرِجُونَ ve çıkarırsınız خ ر ج
18 حِلْيَةً süs ح ل ي
19 تَلْبَسُونَهَا takındığınız ل ب س
20 وَتَرَى ve görürsün ر ا ي
21 الْفُلْكَ gemilerin ف ل ك
22 فِيهِ orada
23 مَوَاخِرَ (denizi) yarıp gittiğini م خ ر
24 لِتَبْتَغُوا payınızı aramanız için ب غ ي
25 مِنْ -ndan
26 فَضْلِهِ lutfu- ف ض ل
27 وَلَعَلَّكُمْ ve umulur ki
28 تَشْكُرُونَ şükredersiniz ش ك ر
 

“Su kütlesi” diye çevirdiğimiz bahr kelimesi Arap dilinde büyük sular için kullanılır; Kur’an’da da gerek nehir gerekse deniz anlamında kullanılmıştır. 12. âyette varlıklar âlemindeki rabbânî bir hikmete, onların farklı özelliklerle ve benzer özelliklerdeki farklı nevilerle birbirinden ayırt edilebilmesi biçiminde özetlenebilecek tabiî-ilâhî kanuna değinilmekte; hepsi bir su ile sulandığı halde bazılarının yemişlerini diğerlerine üstün kılma hikmetine temas eden âyette (Ra‘d 13/4) olduğu gibi burada da yüce Allah’ın yaratışındaki sanatın inceliklerine dikkat çekilmektedir (İbn Âşûr, XXII, 279). Râzî de çoğu müfessirlerin bu âyette iki tür su örneğine iman ile küfür veya mümin ile kâfir arasında bir mukayese yapılması için yer verildiği tarzında bir yorum yaptığını hatırlattıktan sonra kendi görüşünü şöyle açıklar: Görünen o ki burada kastedilen, Allah’ın kudretine başka bir delil göstermektir. Şöyle ki, iki büyük su kütlesi görünüşte birbirine benzemekte, fakat sularının özellikleri açısından birbirinden farklılık taşımaktadır. Bu farklılıklarına rağmen ikisinde birbirine benzer durumlar da vardır; meselâ ikisinde de taze et bulunmakta, ikisinden de süs eşyası çıkarılabilmektedir. İki benzerde farklılıklar meydana getirebilen ve iki farklı şeyde benzerlikler var edebilen, ancak fiillerinde muhtar ve mutlak kudret sahibi Allah olabilir. “İki su kütlesinin bir olmadığı”na işaret etmesi de O’nun eşsiz kudretine ve iradesinin her yere nüfuz ettiğine delildir (XXVI, 10-11; ayrıca bk. Furkan 25/53).

Birçok âyette belirtildiği üzere insanlara büyük yararlar sağlayan gemilerin sularda yüzdürülmesi de Allah’ın koyduğu yasalar sayesinde gerçekleşmektedir. İbn Âşûr, “denizi yararak” şeklinde tercüme edilen kısımda geçen zarfın burada –Nahl sûresinin 14. âyetindekinden farklı olarak– öne alınmasının ve  “O’nun lutfuna nâil olmanız” diye çevrilen cümlenin başında vav harfinin bulunmamasının sebebini şöyle açıklar: Nahl sûresinde amaç Allah’ın kullarına sağladığı nimetleri hatırlatmak, burada ise amaç kendi sanatının inceliklerine ve kudretinin kanıtlarına dikkat çekmektir (XXII, 280-281. Gecenin gündüze, gündüzün de geceye katılması hakkında bk. Âl-i İmrân 3/27; İsrâ 17/12. Güneşin ve ayın belirlenmiş vadeye kadar kendi yolunu izlemesi hakkında bk. Ra‘d 13/2; ayrıca bk. Yâsîn 36/ 38-40).

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 455-456
 

   Ecce أجّ :   ماءٌ اُجاجٌ çok tuzlu, hararetli ve sıcak sudur. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de isim olarak 3 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli acıdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِۗ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْتَوِي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  الْبَحْرَانِ  fail olup müsenna olduğu için ref alameti eliftir.

يَسْتَوِي  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  سوي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَٓائِـغٌ شَرَابُهُ وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۜ 

 

 

هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَٓائِـغٌ, hal cümlesi olup mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İsim cümlesidir. İşaret ism-i  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَذْبٌ  haber olup lafzen merfûdur. 

فُرَاتٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.  سَٓائِـغٌ  üçüncü haber olup lafzen merfûdur. 

شَرَابُهُ  kelimesi ism-i fail olan  سَٓائِـغٌ ‘nun faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ismi failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İşaret ismi  هٰذَا  atıf harfi وَ ‘la öncekine matuftur. İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مِلْحٌ  haber olup lafzen merfûdur.  اُجَاجٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

سَٓائِـغٌ  kelimesi, sülasi mücerredi  سوغ  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمِنْ كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْماً طَرِياًّ وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ 

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  مِنْ كُلٍّ  car mecruru  تَأْكُلُونَ  fiiline mütealliktir. تَأْكُلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  لَحْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  طَرِياًّ  kelimesi  لَحْماً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  تَسْتَخْرِجُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  حِلْيَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  تَلْبَسُونَهَا  cümlesi  حِلْيَةً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَلْبَسُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

تَسْتَخْرِجُونَ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  خرج ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


 وَتَرَى الْفُلْكَ ف۪يهِ مَوَاخِرَ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ 

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. تَرَى  elif üzere mukadder damme üzere merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  الْفُلْكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  ف۪يهِ  car mecruru  مَوَاخِرَ ‘a mütealliktir. مَوَاخِرَ  hal olup fetha ile mansubdur. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  تَرَى  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  harfi,  تَبْتَغُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَن  ve masdar-ı müevvel, لِ  harf-i ceriyle birlikte مَوَاخِرَ ‘ya mütealliktir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِتَبْتَغُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ فَضْلِ  car mecruru  لِتَبْتَغُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَبْتَغُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  بغي ’dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la mukadder ta’lil cümlesine matuftur. Takdiri;  لعلّكم ترزقون ولعلّكم تشكرون (Umulur ki rızıklandırılır ve şükredersiniz.) şeklindedir. 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

كُمْ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  تَشْكُرُونَ  cümlesi,  لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَشْكُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِۗ هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَٓائِـغٌ شَرَابُهُ وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Ayet menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هٰذَا عَذْبٌ  cümlesi  الْبَحْرَانِۗ ’den haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Mübteda ve haberden oluşan isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

هٰذَا  mübteda,  عَذْبٌ  haberdir.  فُرَاتٌ  ve  سَٓائِـغٌ  ikinci ve üçüncü haberdir. 

شَرَابُهُ  izafetiسَٓائِـغٌ ’nun failidir.  سَٓائِـغٌ ‘un ism-i fail vezninde gelmesi fail almasına olanak sağlamıştır. 

هٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۜ  cümlesi, aynı üslupta gelerek  هٰذَا عَذْبٌ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

عَذْبٌ - فُرَاتٌ - سَٓائِـغٌ  ve  مِلْحٌ - اُجَاجٌۜ   gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr, مِلْحٌ  -  فُرَاتٌ ve  اُجَاجٌۜ  -  فُرَاتٌ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab,  عَذْبٌ سَٓائِـغٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.

فُرَاتٌ  - اُجَاجٌۜ  kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.

هٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۜ  cümlesiyle,  هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَٓائِـغٌ شَرَابُهُ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

İki deniz içerdikleri su bakımından bir hükümde ortaktır ama suların özellikleri açısından farklıdır. Bu ayette iki deniz icmâlen zikredilip sonra da farklılıkları zikredildiği için leff ve neşre örnektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ [Bu tatlıdır, susuzluğu keser.]  ve  هٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۜ [şu da tuzludur, acıdır.] cümleleri arasında mukabele sanatı vardır. Tıbâk ve mukabele sa­natlarından her biri güzelleştirici edebî sanatlardandır. Ancak tıbâk iki şey arasında, mukabele ise daha çok şey arasında olur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Bu ayette tatlı ve acı sudan kastedilen mümin ve kâfir iken konunun içecek meselesine gelmesi dolayısıyla denizden istifade etme ciheti, bağlamı değiştirmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Bu misal ile, mümin ve kâfir anlatılmaktadır. Yani her iki denizden de taze et yiyorsunuz ve özellikle tuzlu denizden, takacağınız süs eşyası çıkarıyorsunuz.

"Takacağınız süs eşyası da çıkarıyorsunuz" cümlesi ya bir ara (istitrat) cümlesi olup iki deniz ile onlardaki nimetleri ve menfaatleri anlatan cümleler arasında zikredilmiştir, yahut mezkûr temsilin devamıdır. (Ebüssuûd)

"İki deniz bir değildir." Bu da tabiatın hakim olmadığını ispat eder. Burada mümin ile kâfirin veya dâr-ı İslam ile dâr-ı küfrün de temsil yoluyla farkına bir işaret vardır. Biri tatlı biri acıdır taze et, evet acı denizde tatlı balık oluyor, acı sularda da. Demek ki muhitin (okyanusların-çevrenin) tabiatı üstünde yaratıcının etkisi ile böyle de görülüp duruyor. Giyineceğiniz bir süs, bir ziynet de çıkarıyorsunuz. İnci, mercan gibi takılan ziynetler. Fakat bunların tatlı sulardan çıkarıldığı bilinmediğine göre "Her birinden" kaydına bağlanması dikkat çeken bir nokta olmuştur. (Elmalılı)


وَمِنْ كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْماً طَرِياًّ وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la  مَا يَسْتَوِي  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  مِنْ كُلٍّ  car mecruru, amili olan  تَأْكُلُونَ  fiiline takdim edilmiştir.

Muzari fiil istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

طَرِياًّ , mef’ûl olan  لَحْماً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

لَحْماً ’deki tenvin nev, tazim ve kesret içindir.

وَتَسْتَخْرِجُونَ ...cümlesi makabline matuftur. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İstimrar ve teceddüt ifade eden müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

تَلْبَسُونَهَا  cümlesi  حِلْيَةً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

حِلْيَةً ’in tenkiri nev, tazim ve kesret ifade eder.

تَأْكُلُونَ  -  شَرَابُهُ بَحْرَانِۗ الْفُلْكَ - مَوَاخِرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَتَرَى الْفُلْكَ ف۪يهِ مَوَاخِرَ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪

 

 

Cümle istînâfiyyeye atıftır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَوَاخِرَ  haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Sebep bildiren  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪  cümlesi, masdar tevilinde olup başındaki harf-i cerle birlikte مَوَاخِرَ ‘a mütealliktir.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَضْلِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması  فَضْلِ ’nin şanı içindir.

Allah Teâlâ insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerden bahsediyor. Bu nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Kevnî ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmâc sanatıdır.


وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

 

Ayetin fasılası, takdiri  لعلّكم ترزقون  (Umulur ki rızıklandırılırsınız) olan, mukadder istînâfa matuftur. Vukuu mümkün durumlarda kullanılan tereccî harfi  لَعَلَّ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, gayrı talebî işaî isnaddır.

“Umulur ki” anlamında olan  لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Recâ harfi  لَعَلَّ  isteme anlamı için istiarre edilmiştir. Dikkat edilirse kendisine, -sanki talep edesiniz diye, şükredesiniz diye deniyormuşçasına- gerekçelendirme lâm’ının fonksiyonu icra ettirilmiştir.(Keşşâf)

Cümlede müsned olan  تَشْكُرُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şükür için "umulur ki" manasını ifade eden harfin kullanılması, Allah'ın şükürden hoşnut olacağını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)