Fâtır Sûresi 19. Ayet

وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ  ...

Kör ile gören bir olmaz.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve değildir
2 يَسْتَوِي eşit س و ي
3 الْأَعْمَىٰ körle ع م ي
4 وَالْبَصِيرُ gören ب ص ر
 

Müfessirlerin genel kanaatine göre bu karşılaştırmalı örneklerin olumlu olanları hakkı, imanı, iman sahiplerini ve kavuşacakları güzellikleri; olumsuz olanları da bâtılı, inkârcılığı, inkârcıları ve kötü âkıbetlerini temsil etmektedir. Bu konudaki yorumları şöyle özetlemek mümkündür: Müminin tuttuğu yol sağlam, ufku ve basireti açık, niyet ve iradesi güçlü, yaptıkları kalıcı ve yarayışlıdır; kâfir ise ölüden farksızdır, basireti kapalı, kalbi kararmış, yaptıkları anlam kazanamamış ve boşa gitmiştir (Taberî, XXII, 128-129). Râzî bu örneklere şöyle bir izah getirir (XXVI, 16): “Gören” kelimesi mümini, “kör” kelimesi kâfiri, “aydınlık” imanı, “karanlıklar” küfrü, “gölge”rahatlığı ve huzuru, “sıcak” sıkıntıyı ve yakıcı ateşi, “diriler” müminleri, “ölüler” kâfirleri anlatmak için kullanılmıştır. Zira mümin önündeki açık yolu (dünya hayatından sonra yeni bir hayatın başlayacağını) görmekte, inkârcı ise bunu görmemektedir. Ama unutulmamalıdır ki kişinin görme duyusu ne kadar keskin olursa olsun, ışık olmazsa bir şey göremez. İşte iman ışık demektir ki gören kişinin önünü aydınlatır, küfür ise karanlığı temsil ettiğinden kâfirin hakikati görmesine engeldir. Sonra her ikisinin âkıbetine, müminin rahata ve huzura kavuşacağına, kâfirin ise sıkıntı ve yakıcı ateş ile karşılaşacağına işaret edilmiştir. Yüce Allah mümin ve kâfir hakkında bir başka örneğe daha yer vermekte, âdeta şöyle buyurmaktadır: Mümin ve kâfirin durumunu anlatmaya, gören ile körün mukayesesi bile az gelir. Çünkü âmâ bazı şeyleri idrak etmede gören ile ortak özelliğe sahiptir, kâfir ise hiçbir yararlı idrak gücüne haiz değildir, ölü gibidir. 19. âyette geçen “bir olmaz” fiilinin dirilerle ölülerden söz eden 22. âyette tekrar edilmesi de bu yorumu desteklemektedir. Öte yandan Râzî, gören ile kör mukayesesinde olumsuzluk edatının tekrar edilmeyip diğerlerinde tekrar edilmesinde şöyle bir mâna inceliği bulunduğunu belirtir: Bu tekrar tekit anlamı taşır. Birinci örnekte birbirine eşit olmama zıtlık düzeyinde değildir, diğerleri ise aynı zamanda birbirine zıttır. Şöyle ki, bir şahıs görür olabildiği gibi aynı şahıs âmâ da olabilir. Oysa karanlık ve aydınlık, gölge ve sıcak, diriler ve ölüler mahiyetleri bakımından da farklıdır; kör olma ve görür olma da böyledir, fakat âyette âmâ ile gören karşılaştırılmıştır. Aynı vücudun hem hayata hem ölüme konu olabileceği dikkate alındığında bu örneği birinciye paralel görmek mümkünse de gerçekte diri ile ölü arasındaki farklılık kör ile gören arasındaki farklılıktan çok fazladır. Daha önce belirttiğimiz üzere âmâ bazı şeyleri idrak etmede gören ile ortak özelliğe sahiptir, diri ile ölü arasında ise böyle bir ortaklık da yoktur, yani ölü sadece vasıf açısından değil işin gerçeği ve mahiyeti bakımından da diriden farklıdır (XXVI, 16; bu konuda başka görüşler için bk. Taberî, XXII, 129). Bazı müfessirlere göre ise diriler ve ölüler örneği, âlimlerle câhilleri, bazılarına göre de aklını kullananlarla aklını kullanmayanları anlatmaktadır (Şevkânî, IV, 396). 

22. âyetin son cümlesinde, getirilen bütün kanıtları görmezden gelen ve inatla inkârcılığını sürdürenler kabirlerdekilere yani ölülere benzetilmiştir (İbn Atıyye, IV, 436). Bu benzetmedeki maksat, inkârcıların Resûlullah’ın bildirdiklerine kulaklarını tamamen tıkamış olduklarını belirtmek olabileceği gibi, o ne yaparsa yapsın onların iz‘anını harekete geçiremeyeceğini bildirmek olabilir (Râzî, XXVI, 18).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 460-462
 

وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَوِي fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  الْاَعْمٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi ( ى ) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle ( ى ) ile biter. Fakat çok az olarak ( ا ) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى  –  اَلْعَصَا  gibi…

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. Burada  الْاَعْمٰى  kelimesi maksûr isim olduğu için takdiri damme ile îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الْبَص۪يرُ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  الْاَعْمٰى ‘ya matuftur.   

يَسْتَوِي  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  سوي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ

 

وَ , istînâfiyyedir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْاَعْمٰى  - الْبَص۪يرُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Burada nefy harfi olarak  لاَ  değil,  مَا  kullanılmıştır. Çünkü onların o halleri açıklanmak istenmiştir ve bu da muzari fiilin başına geldiği zaman şimdiki zamanı ifade eden  مَا  harfi ile ifade edilir. لاَ  harfi ise cumhura göre gelecek zamana mahsustur. Meânîn Nahvî isimli kitabımızda da incelediğimiz gibi  لاَ , mutlak olarak kullanılır ve çoğunlukla istikbal kastedilir. Bu ayette ise onların gelecekteki halleri değil, ayetler geldiği zamanki halleri açıklanmak istenmektedir, dolayısıyla da  مَا  harfi kullanılmıştır. Rûhu'l Meânî'de başına olumsuzluk ifade eden  مَا  harfi gelen muzari fiilin teceddüdî istimrara delalet ettiği yazılıdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s.224) 

وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ  [Kör ile, gören bir değildir] ayetinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Ayette kâfir köre, mümin de gören kimseye benzetil­miştir. Aralarındaki münasebet, yolun karanlıklığı ve kâfirin yol bulama­ması; mümin için ise yolun açıkça görülmesi ve müminin yolu bulabilmesidir. Daha sonra, istiâre-i tasrîhiyye yoluyla, müşebbehün bih olan kör kâfir yerinde, gören kelimesi de mümin yerinde müstear olarak kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

"Körle gören bir değildir." Bu cümlede mümin ile kâfirin temsili olmak üzere yukarıdaki "Hem iki deniz eşit olmuyor" (Fâtır, 35/12) ayeti üzerine matuf denilmiş ise de "Fakat sen ancak Rablerinden korkanları sakındırırsın." (Fâtır, 35/18) hükmünün açıklamasının devamında istinaf (yeni bir cümle) olması bizce daha uygundur. (Elmalılı)

Körle, gören bir değildir. Bu ifade kâfir ve mümin için bir benzetmedir. Şüphesiz mümin, kurtuluş yolunu görüp o yola giren kimsedir. Kâfir ise böyle değildir. Körle, gören belli duyu açısından bir olmadıkları gibi aynı şekilde kâfirle mümin iç idrak açısından da bir değildir. Kör, gözden; kâfir de basiretten mahrumdur. Hatta kâfir, hakkı idrak eden körden daha kötü bir durumdadır. (Rûhu-l Beyân)

Hz Peygamber (sav)'den önce kâfirler, sapıklık içinde idiler. Adeta kör gibiydiler. Yolları ise, karanlıktı. Sonra, Hz Peygamber (sav) gelip, onlara yollarını açıklayınca ve onlardan bir kısmı da hidayete erince, artık gören kimseler oldular. Yolları da, bir nûr gibi aydınlık... İşte bu sebeple Cenab-ı Hak, "Bisetten önce küfür üzerinde bulunan ile, bundan sonra imana ulaşan kimse bir olmaz" buyurdu. Binaenaleyh Hz Muhammed (sav) zamanında küfür imandan, kâfir de müminden önce olunca, önce olan başta zikredilmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

Allah Teâlâ: karanlıklar ile nûr, gölge ile sıcak ve ölüler ile diriler arasında olumsuzluk edatı olan لَا 'yı tekrarlamış, ama kör ile gören kelimeleri arasında bunu tekrarlamamıştır. Çünkü buradaki tekrar, tekid ve (kelimeler arasındaki) tezat manadan dolayıdır. Karanlıkla nur, gölge ile sıcak arasında bir zıddiyet vardır. Karanlık aydınlığa aykırı olup onun zıddıdır. Ama kör ile görene gelince, böyle değildir. Aksine tek bir şahıs, bazan, önce görür de, sonra gözünden ötürü kör olabilir. Binâenaleyh kör ile gören arasında ancak vasıf cihetinden bir aykırılık ve tezat bulunur. Gölge ile sıcağa gelince, bunlar arasındaki aykırılık zatîdir. Çünkü gölgeden murad, sıcaklık ve soğukluğun olmayışıdır. İşte, buradaki aykırılık mükemmel ve tam olunca, Cenab-ı Hak onu, edatı tekrarlamak suretiyle tekid etmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)