Fâtır Sûresi 31. Ayet

وَالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِعِبَادِه۪ لَخَب۪يرٌ بَص۪يرٌ  ...

(Ey Muhammed!) Sana vahyettiğimiz kitap (Kur’an), kendinden öncekini tasdik eden hak kitaptır. Şüphesiz Allah (kullarından) hakkıyla haberdardır. Onları hakkıyla görür.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِي
2 أَوْحَيْنَا vahyettiğimiz و ح ي
3 إِلَيْكَ sana
4 مِنَ -tan
5 الْكِتَابِ Kitap- ك ت ب
6 هُوَ O
7 الْحَقُّ gerçektir ح ق ق
8 مُصَدِّقًا doğrulayan ص د ق
9 لِمَا
10 بَيْنَ kendinden öncekini ب ي ن
11 يَدَيْهِ kendinden öncekini ي د ي
12 إِنَّ şüphesiz
13 اللَّهَ Allah
14 بِعِبَادِهِ kullarını ع ب د
15 لَخَبِيرٌ haber alandır خ ب ر
16 بَصِيرٌ görendir ب ص ر
 

İlk âyette Kur’an’ın kendinden önceki ilâhî kitapların aslî durumlarını onaylayan ve Allah katından geldiğinde kuşku bulunmayan bir kitap olduğu belirtilmektedir (bu konuda bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/3-4).

Müfessirlerin çoğunluğu 32. âyette geçen “kitap”tan maksadın Kur’an-ı Kerîm ve “mirasçı kılınanlar”dan maksadın da müminler olduğu kanaatindedirler. Buna göre âyette zikri geçen üç grup insan da hep müminler olmaktadır. Allah’ın, kendilerine peygamberler aracılığı ile kitabını göndermek için seçtiği kulların tamamı ondan eşit derecede yararlanmış değillerdir. Râzî, bu yoruma göre âyette belirtilen üç mertebe için yapılmış izahları aktardıktan sonra kendi tercihini şöyle açıklar: Birinci gruptakiler, Allah’ın buyruklarını terkedip yasaklarını işleyenlerdir. Bunlar “bir işi yerli yerince yapmayan” kimseler oldukları için (meâlde “kendine kötülük eder” diye çevrilen) zalim kelimesiyle ifade edilmiştir. “Orta bir durumdadır” (muktesıd) diye söz edilenler, –sonuç almada tam başarılı olmasalar da– ilâhî buyruklara karşı gelmemek için çaba harcayanlardır. “Allah’ın izniyle hayır işlerinde yarışır” (sâbık bi’l-hayrât) diye anılanlar ise hem belirtilen çabayı harcayan hem de Allah’ın izniyle bunu başaranlardır. Taberî de mirasçı kılınanlar ile müminlerin kastedildiği kanaatini taşımaktadır, fakat kitap ile ilgili yorumlar arasından tercih ettiği şudur: Burada Kur’an’dan önceki ilâhî kitaplar kastedilmektedir; nitekim müslümanlar onlara inanmayı da iman esaslarından sayarlar. Âyetin sonundaki “büyük lutuf” da, “kitaba mirasçı kılma, hayır işlerinde yarışma veya Allah’ın buna muvaffak kılması” mânalarıyla açıklanmıştır (diğer yorumlarla birlikte bk. XXVI, 24-26; Taberî, XXII, 133-137; Zemahşerî, III, 275-276; Şevkânî, IV, 400).

Kur'an Yolu Tefsiri Yolu Cilt: 4 Sayfa: 467
 

وَالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَوْحَيْنَٓا ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline mütealliktır. 

مِنَ الْكِتَابِ  car mecruru mukadder aid zamirin mahzuf haline mütealliktır.  هُوَ  fasıl zamiridir.

الْحَقُّ, mübteda  الَّذ۪ي ‘nin haberi olarak lafzen merfûdur.

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُصَدِّقاً  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle  مُصَدِّقاً ‘a mütealliktır. بَيْنَ  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktır. يَدَيْهِ  muzâfun ileyh olup cer alameti ي ’dir. يَدَيْهِ ’in sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazf edilmiştir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَوْحَيْنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُصَدِّقاً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 اِنَّ اللّٰهَ بِعِبَادِه۪ لَخَب۪يرٌ بَص۪يرٌ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. 

بِعِبَادِه۪  car mecruru خَب۪يرٌ  ve بَص۪يرٌ  ‘a mütealliktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.     

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

خَب۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. بَص۪يرٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

خَب۪يرٌ- بَص۪يرٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatab Hz. Peygamber’dir.

Mübteda konumundaki has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي ’nin sıla cümlesi olan  اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ  müspet mazi fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması sonraki habere dikkat çekmek ve tazim içindir.  اَوْحَيْنَٓا  fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

هُوَ  tekid ifade eden fasıl zamiri, الْحَقُّ , haberdir. Müsned olan الْحَقُّ , kasr ifadesi için marife gelmiştir. Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

الْكِتَابِ ‘nin elif lamla marifeliği ahd içindir. (Âşûr)

Kasr, mübteda ve haber haber arasındadır. الَّـذ۪ٓي  maksurun aleyh/mevsûf, الْحَقُّ maksur /sıfat olmak üzere, kasr-ı sıfat, ale’l-mevsûftur. 

Haberin  الْ  ile marife olması kasr-ı hakîkî ifâde eder. Bu da haberin sadece mübtedaya mahsûs olması; başkasına ait olmaması demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

الْحَقُّ ‘ın elif lamla marifeliği cins içindir. (Âşûr)

Ayetteki, هُوَ الْحَقُّ  [O, haktır ]ifadesi, "Bizim sana vahyettiğimiz o şey haktır" ifadesinden daha te'kidlidir. Haberin marife olması, o işin son derece açık olduğuna delalet eder. Çünkü genelde haberler nekire olurlar. Zira genelde haber verme işi, sayesinde dinleyenin kendisini tanıyacağı birşey bulunmadığından dinleyici tarafından bilinmeyen bir şeyin meydana geldiğini, o dinleyiciye bildirmek için olur. Mesela, "Zeyd ayaktadır " dememiz gibi. Dolayısıyla eğer haber, dinleyen tarafından biliniyorsa, bu bilinen şeyi haber vermek, ona durumu bildirmek için değil, dikkat çekmek için olur. Bundan dolayı hem mübteda; hem haber marife olarak getirilir. (Fahreddin er-Râzî) 

مِنَ الْكِتَابِ  car-mecruru,  الَّـذ۪ٓي ’nin mahzuf haline mütealliktır. 

İsm-i mevsûldeki kapalılıktan dolayı  مِنَ , beyâniyedir. (Âşûr)

الْحَقُّ  için hal-i müekked olan  مُصَدِّقاً , zi’l-halin durumunu bildiren tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Harfi cerle birlikte  مُصَدِّقاً ‘a müteallik müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası mahzuftur. Mekan zarfi   بَيْنَ يَدَيْهِۜ , bu mahzuf sılaya mütealliktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, kasr ve isim cümlesi sebebiyle birden fazla tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

الْحَقُّ - مُصَدِّقاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مِنَ الْكِتَابِ  yani Kur’ân kelimesinin başındaki  مِنَ , açıklama içindir ya da cins anlamı vermekte veya kısmîlik ifade etmektedir. مُصَدِّقاً  [tasdik edici olarak] ise pekiştirme anlamı taşıyan bir haldir; çünkü hak asla tasdik etme özelliğinden ayrılmaz.  لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِۜ [önündekileri] ifadesi önceki kitapları ifade eder. (Keşşâf-Fahreddin er-Râzî)  

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)


اِنَّ اللّٰهَ بِعِبَادِه۪ لَخَب۪يرٌ بَص۪يرٌ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin ileyhin lafz-ı celâlle marife olması, burada tazim ve müsemmayı zihinde canlandırmak içindir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur  بِعِبَادِه۪ , ihtimam için amili olan  لَخَب۪يرٌ ’a takdim edilmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ lam-ı muzahlaka ve isim cümlesi sebebiyle birden fazla tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

Tekid ifade eden اِنَّ  ve lam, bu habere ihtimam maksadıyla gelmiştir. (Âşûr)

اِنّ۪ٓ  ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü  اِنّ۪ٓ  kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lamı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (İtkan c.2 s.176)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  بِعِبَادِه۪  izafeti aynı zamanda kulları tazim içindir.

اَوْحَيْنَٓا - اللّٰهَ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. 

Allah’ın  خَب۪يرٌ  ve  بَص۪يرٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بَص۪يرٌ - خَب۪يرٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Bu iki sıfat sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayetin fasılası, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Cümle [Allah (kullarından) hakkıyla haberdardır. Onları hakkıyla görür.] anlamının yanında “görmekle ve bilmekle kalmaz, gereken karşılığı verir” manası da taşımaktadır. Lazım zikredilmiş, melzum kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkeptir.