ثُمَّ اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذ۪ينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَاۚ فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۚ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | أَوْرَثْنَا | miras verdik |
|
3 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
4 | الَّذِينَ |
|
|
5 | اصْطَفَيْنَا | seçtiklerimize |
|
6 | مِنْ | (arasın)dan |
|
7 | عِبَادِنَا | kullarımız |
|
8 | فَمِنْهُمْ | onlardan kimi |
|
9 | ظَالِمٌ | zulmedendir |
|
10 | لِنَفْسِهِ | nefsine |
|
11 | وَمِنْهُمْ | ve kimi |
|
12 | مُقْتَصِدٌ | orta gidendir |
|
13 | وَمِنْهُمْ | ve kimi de |
|
14 | سَابِقٌ | öne geçendir |
|
15 | بِالْخَيْرَاتِ | hayırlarda |
|
16 | بِإِذْنِ | izniyle |
|
17 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
18 | ذَٰلِكَ | işte budur |
|
19 | هُوَ | O |
|
20 | الْفَضْلُ | lutuf |
|
21 | الْكَبِيرُ | büyük |
|
İlk âyette Kur’an’ın kendinden önceki ilâhî kitapların aslî durumlarını onaylayan ve Allah katından geldiğinde kuşku bulunmayan bir kitap olduğu belirtilmektedir (bu konuda bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/3-4).
Müfessirlerin çoğunluğu 32. âyette geçen “kitap”tan maksadın Kur’an-ı Kerîm ve “mirasçı kılınanlar”dan maksadın da müminler olduğu kanaatindedirler. Buna göre âyette zikri geçen üç grup insan da hep müminler olmaktadır. Allah’ın, kendilerine peygamberler aracılığı ile kitabını göndermek için seçtiği kulların tamamı ondan eşit derecede yararlanmış değillerdir. Râzî, bu yoruma göre âyette belirtilen üç mertebe için yapılmış izahları aktardıktan sonra kendi tercihini şöyle açıklar: Birinci gruptakiler, Allah’ın buyruklarını terkedip yasaklarını işleyenlerdir. Bunlar “bir işi yerli yerince yapmayan” kimseler oldukları için (meâlde “kendine kötülük eder” diye çevrilen) zalim kelimesiyle ifade edilmiştir. “Orta bir durumdadır” (muktesıd) diye söz edilenler, –sonuç almada tam başarılı olmasalar da– ilâhî buyruklara karşı gelmemek için çaba harcayanlardır. “Allah’ın izniyle hayır işlerinde yarışır” (sâbık bi’l-hayrât) diye anılanlar ise hem belirtilen çabayı harcayan hem de Allah’ın izniyle bunu başaranlardır. Taberî de mirasçı kılınanlar ile müminlerin kastedildiği kanaatini taşımaktadır, fakat kitap ile ilgili yorumlar arasından tercih ettiği şudur: Burada Kur’an’dan önceki ilâhî kitaplar kastedilmektedir; nitekim müslümanlar onlara inanmayı da iman esaslarından sayarlar. Âyetin sonundaki “büyük lutuf” da, “kitaba mirasçı kılma, hayır işlerinde yarışma veya Allah’ın buna muvaffak kılması” mânalarıyla açıklanmıştır (diğer yorumlarla birlikte bk. XXVI, 24-26; Taberî, XXII, 133-137; Zemahşerî, III, 275-276; Şevkânî, IV, 400).
Kur'an Yolu Tefsiri Yolu Cilt: 4 Sayfa: 467ثُمَّ اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذ۪ينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَاۚ
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder.( Âşûr)
Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْرَثْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اصْطَفَيْنَا ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اصْطَفَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ عِبَادِنَا car mecruru mukadder aid zamirin mahzuf haline mütealliktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْرَثْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ورث ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اصْطَفَيْنَا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi صفو ’dir. İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت si ط harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۚ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ
Cümle atıf harfi فَ ile اصْطَفَيْنَا ‘ya matuftur.
مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktır. ظَالِمٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
لِنَفْسِه car mecruru ظَالِمٌ ‘a mütealliktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۚ ve مِنْهُمْ سَابِقٌ , atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. بِالْخَيْرَاتِ car mecruru سَابِقٌ ‘a mütealliktır. بِاِذْنِ car mecruru سَابِقٌ ‘daki zamirin mahzuf haline mütealliktır.
مُقْتَصِدٌ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُۜ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. هُوَ fasl zamiridir.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْفَضْلُ haber olup lafzen merfûdur. الْكَب۪يرُ kelimesi الْفَضْلُ ‘nun sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar:Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْفَضْلُ - الْكَب۪يرُۜ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)ثُمَّ اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذ۪ينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَاۚ فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۚ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ
Ayet ثُمَّ atıf harfiyle önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
ثُمَّ rütbe açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَاۚ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.
اَوْرَثْنَا ve اصْطَفَيْنَا fiillerinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
عِبَادِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya aid zamire muzaf olması kullar için tazim ve şeref ifade eder.
Ayetteki, مِنْ عِبَادِنَاۚ [kullarımızdan] ifadesi, bu kulların büyük ve şerefli kimseler olduğuna; "Bizim kullarımız" şeklindeki izafetiyle de, ikram olunmuş kimseler olduklarına delalet eder.(Fahreddin er-Râzî)
اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَاۚ [Seçtiğimiz kullarımızı] ifadesi ise Peygamber (s.a.)’in ümmetinden olan Sahabileri, Tâbi‘îleri, onların izinden gidenleri ve bunların ardından kıyamete kadar gelecekleri kapsamaktadır. (Keşşâf)
فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ cümlesi sıla cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car-mecrur مِنْهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktır. ظَالِمٌ , muahhar mübtedadır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı Ekev Akademi Dergisi Yıl: 21 Sayı: 69 (Kış 2017))
Bu üç sınıfla ilgili tercih edilen görüş şöyledir: ظَالِمٌ , Allah'ın emirlerine muhalefet edip, O'nun emirlerini terkeden, yasakladıklarını da irtikâp eden kimsedir. Çünkü bu, bu şeyleri, olması gereken yerlerin dışında yapmış olması gerektiği gibi yapmamıştır. مُقْتَصِدٌۚ , Allah'ın emir ve yasaklarına muhalefet etmeme hususunda sa'y ü gayret gösteren kimsedir. Eğer, o buna muvaffak olamamış, kendisinden, nâdir de olsa, bir günah sâdır olmuşsa, bu demektir ki bu kimse, ortayı bulmaya çalışmış, bu hususta sa'y ü gayret göstermeye çalışmış ve hakka yönelmiştir. سَابِقٌ ise, Allah'ın muvaffak kılması sayesinde, O'nun emir ve yasaklarına muhalefet etmeyen kimsedir. Bunun böyle olduğunun delili, ayetteki, "Allah'ın izniyle" ifadesidir. Yani, "gayret gösterdi ve bu kimseye, hakkında gayret gösterdiği şeyi elde etme muvaffakiyeti verildi" demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Aynı üslupta gelen وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۚ cümlesi ve وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ cümlesi, sıla cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
Cümlede cem mea taksim sanatı vardır.
بِاِذْنِ اللّٰهِ izafeti muzâfun şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayette بِاِذْنِ اللّٰهِ [Allah'ın izniyle], yani Allah'ın müyesser ve muvaffak kılmasıyla, denilmesi, bu mertebeye erişmenin zor olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
اللّٰهِۜ - اَوْرَثْنَا kelimeleri arasında mütekellimden gâibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Ayette, kulların sahip olması mümkün olan bütün durumlar tam olarak sayılmıştır. Onlar da ifade edildiği gibi nefsine zulmedenler, orta yolu tutanlar ve hayırda öne geçenler olmak üzere üç grup olup dördüncüsünün olma ihtimali yoktur. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
Ayette, kullar arasından seçtiklerimiz ifadesiyle cem yapılmış, sonra bunlar, zulmedenler, orta gidenler ve hayırlarda öne geçenler olmak üzere üç kısma taksîm edilmiştir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
Sonra kitaba mirasçı kıldık; yani senden miras kalmasına hükmettik, ya da onu miras kılacağız demektir. Bunu mazi kalıbı ile vermesi gerçek olduğu içindir ya da onu geçmiş ümmetlerden miras kıldık demektir. ثُمَّ ile atıf, 29. Ayetteki إِنَّ ٱلَّذِینَ یَتۡلُونَ paragrafının üzerinedir. وَالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا cümlesi de itiraziyedir, nasıl miras kılındığını anlatmak içindir. (Beyzâvî)
اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ sözündeki varis olmaktan murat insanlara ihsan olarak verilen ve geri alınmayan kitaptır.
Varis için de miras böyledir. Miras, mirası veren kişiye geri dönmez. Bu lafızda tasrîhî ve tebeî istiare vardır. Çünkü varis olmak, baki kalmak anlamında kullanılmıştır. (Ruveynî Teemmülat fi Sûreti Meryem, Meryem/63, s.243)
Veraset mülk edinmede ve hak sahibi olmada kullanılan en güçlü lafızdır; çünkü fesh edilmez, geri dönülmez, reddetmekle iptal edilmez ve düşürülmez. (Beyzâvî)
ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edileni tazim ve teşrif etmek ifade eder.
Fasıl zamiri هُوَ ve haberin tarifi ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
الْفَضْلُ mübtedanın haberidir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr (Âşûr) ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
الْكَب۪يرُ kelimesi الْفَضْلُ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 190)
İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafât, s. 119)
ذٰلِكَ ’de istiare vardır. ذٰلِكَ ile kitabın seçilenlere miras kalması olayına işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Duhan/11, c. 5, S. 62)
الْكَب۪يرُۜ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.