Fâtır Sûresi 33. Ayet

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۚ وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ  ...

Onlar, Adn cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 جَنَّاتُ cennetleri ج ن ن
2 عَدْنٍ Adn
3 يَدْخُلُونَهَا oraya girerler د خ ل
4 يُحَلَّوْنَ takınırlar ح ل ي
5 فِيهَا orada
6 مِنْ
7 أَسَاوِرَ bilezikler س و ر
8 مِنْ
9 ذَهَبٍ altından ذ ه ب
10 وَلُؤْلُؤًا ve inci(ler) ل ا ل ا
11 وَلِبَاسُهُمْ ve giysileri ل ب س
12 فِيهَا orada
13 حَرِيرٌ ipektir ح ر ر
 

Müminlerin ve özellikle iyi işlerde önderlik edenlerin kavuşacakları cennet nimetleri kısmen dünyadaki tasavvurlarımıza göre anlatılmakta, fakat asıl mutluluğun bütün bu nimetleri bahşeden yüce Allah’a hamdetme mutluluğunu tadabilmeyi sürdürmede ve O’nun hoşnutluğuna erişmiş olarak, dünyadaki kaygı ve endişelerin uzağında ebediyet yurduna yerleştirilmiş olmakta gizli bulunduğuna işaret edilmektedir (adn cennetleri hakkında bilgi için bk. Ra‘d 13/23-24).

  Kur'an Yolu Tefsiri Yolu Cilt: 4 Sayfa: 467-468
 
Resûl-i Ekrem efendimiz şöyle buyurmuştur: “Mü’minin nuru (zihneti), abdest suyunun ulaştığı yere kadar vardır. 
(Müslim, Tahâret 40; Nesâi, Tahâret 110; Ahmed b Hanbel, Müsned , II ,371)


Peygamber Efendimiz Müslüman erkeklere ipek elbise giymemelerini emrederek;” İpek elbise giymeyiniz. Çünkü ipeği dünyada giyen âhirette giyemez “ buyurmuştur. 
( Buhâri, Linâs 25; Müslim,Libas 11)
 

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۚ 

 

Ayet, ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُۜ  ‘den bedeldir.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. جَنَّاتُ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو ‘dir. عَدْنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

يَدْخُلُونَهَا  cümlesi  عَدْنٍ ‘nin sıfatı veya hali olarak mahallen mecrurdur.  

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَدْخُلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا  cümlesi,  يَدْخُلُونَ ‘deki  failin veya mef’ûlün hali olarak mahallen mansubdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُحَلَّوْنَ   fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا  car mecruru  يَدْخُلُونَ  ‘deki failin haline mütealliktır. 

مِنْ اَسَاوِرَ  car mecruru  يُحَلَّوْنَ  fiiline mütealliktır. مِنْ ذَهَبٍ  car mecruru اَسَاوِرَ ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktır.

اَسَاوِرَ  kelimesi, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir. لُؤْلُؤً۬ا  mahzuf fiilin mef’ûlü olarak fetha ile mansubdur. Takdiri, يُحَلَّوْنَ (Takarlar) şeklindedir.


 وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ

 

Cümle atıf harfi وَ ‘ la  يُحَلَّوْنَ  fiiline matuftur. 

لِبَاسُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ف۪يهَا  car mecruru حَر۪يرٌ ‘in mahzuf haline mütealliktır. حَر۪يرٌ  haber olup lafzen merfûdur.

 

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۚ وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ

 

ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُۜ  cümlesinden veya fasıl zamirinden bedel olması caizdir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

جَنَّاتُ ’nun önceki ayetteki fasıl zamirinden bedel olması da caizdir.

جَنَّاتُ عَدْنٍ (Adn cennetleri), ‘hayırda önde olma’yı ifade eden ve ‘bu’ diye işaret edilen  الْفَضْلُ الْكَب۪يرُۜ  ‘den nasıl bedel yapılabilmiş?” dersen şöyle derim: Hayırda önde gelmek sevaba erişmeye vesile olduğundan, sanki sevabın bizzat kendisiymiş gibi sonucun yerine konulmuş;  جَنَّاتُ عَدْنٍ ifadesi ondan bedel yapılmıştır. (Keşşâf)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  جَنَّاتُ عَدْنٍ , takdiri  هو (O) olan mahzuf mübtedanın haberidir. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayette yalnız, hayır yarışlarında önde gidenlerin halinin zikre tahsis edilmesi ve diğer iki fırkanın hallerinden sükût edilmesi, o iki fırkanın mutlak olarak Cennetten mahrum kalacaklarına delalet etmemekte, fakat onları taksirattan sakındırmakta ve bu bahtiyar fırkanın mertebesine erişmek için kendilerini teşvik etmektedir. (Ebüssuûd-Rûhu-l Beyan)

يَدْخُلُونَهَا  cümlesi, جَنَّاتُ عَدْنٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ  cümlesi,  يَدْخُلُونَ ‘deki failin veya mef’ûlün halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudus, istimrâr, teceddüd ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

يُحَلَّوْنَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)

مِنْ ذَهَبٍ  car-mecruru, يُحَلَّوْنَ  fiiline müteallik olan  مِنْ اَسَاوِرَ ’nın mahzuf sıfatına mütealliktır.

اَسَاوِرَ  ve  ذَهَبٍ ‘deki tenvin nev, tazim ve kesret ifade eder.

Ayette geçen, اَسَاوِرَ  "bilezikler" kelimesi, çoğulun çoğulu olan bir kelimedir. Çünkü bu, سوار ‘ın çoğulu olan أسوِر  kelimesinin çoğuludur. "Orada elbiseleri de ipektendir" ifadesi böyle getirilmemiştir. Çünkü, elbiseyi çok giymek, bir soğuğu ya da başka bir şeyi savuşturma ihtiyacına delalet eder. Halbuki, zînetin çokluğu ise, ancak zenginliğe delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)   

وَلُؤْلُؤً۬اۚ  takdiri  يحلّون [Takarlar] olan mahzuf fiilin mef’ûlüne veya  اَسَاوِرَ ’nın mahalline matuftur.

Ayet-i kerîme’de geçen يَدْخُلُونَ  lafzı, malum ve meçhul sigalarıyla okunmuştur. Ayet-i kerîme’de geçen  جَنَّاتُ  lafzı mübteda,  يَدْخُلُونَ  lafzı (birinci) haber,  يُحَلَّوْنَ  lafzı da ikinci haberdir. (Celaleyn Tefsiri ) 

Şayet  جَنَّاتُ عَدْنٍ [Adn cennetleri], hayırda önde olmayı ifade eden ve bu diye işaret edilen الْفَضْلُ الْكَب۪يرُۜ ’den nasıl bedel yapılabilmiş? dersen şöyle derim: Hayırda önde gelmek sevaba erişmeye vesile olduğundan, sanki sevabın bizzat kendisiymiş gibi sonucun yerine konulmuş; جَنَّاتُ عَدْنٍ  ifadesi ondan bedel yapılmıştır. (Keşşâf) 

 [Yukarıdaki üçlü] taksimden sonra, hayırda önde gelenlerin sevabını özellikle zikredip diğer iki grubun akıbetini belirtmemesi bunların sakınmaları gerektiğini ifade etmektedir. Orta karar olan sakınsın; nefsine zulmeden adeta sakınmaktan helâk olsun; bu iki grup kendilerini Allah’ın azabından kurtaracak bir tevbeye sarılsınlar. (Keşşâf)

لُؤْلُؤً۬اۚ  ifadesinin mansub oluşu مِنْ اَسَاوِرَ  sözünün mahalline atfedildiği içindir. Buradaki  مِنْ   kısmîlik ifade eder; yani birtakım altın bileziklerle süslenirler. Bir kısmı sanki daha önce verilmiştir. Altın bileziklerle süslenenler diğerlerinden önde oldukları gibi, sanki bazı bileziklerin de diğerlerine önceliği vardır. (Keşşâf)

Ayette geçen لُؤْلُؤً۬اۚ  [inci] kelimesi altınların duru ve saflıklarından kinayedir. (Elmalılı) 

Ayetin öncesine atfedilen son cümlesi وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ , faide-i haber ibtidai kelamdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır.  لِبَاسُهُمْ ’un mahzuf haline müteallik olan car-mecrur  ف۪يهَا ,  ihtimam için takdim edilmiştir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cennet ehlinin hallerinin ve nimetlerinin sıralandığı bu ayette taksim sanatı vardır. 

ذَهَبٍ  - لُؤْلُؤً۬اۚ - حَر۪يرٌ يُحَلَّوْنَ ve لِبَاسُهُمْ - حَر۪يرٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.