وَاللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَاباً فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَحْيَيْنَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ كَذٰلِكَ النُّشُورُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاللَّهُ | Allah’tır ki |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | أَرْسَلَ | gönderir |
|
4 | الرِّيَاحَ | rüzgarları |
|
5 | فَتُثِيرُ | ve kaldırır |
|
6 | سَحَابًا | bir bulut |
|
7 | فَسُقْنَاهُ | böylece onu süreriz |
|
8 | إِلَىٰ |
|
|
9 | بَلَدٍ | bir ülkeye |
|
10 | مَيِّتٍ | ölü |
|
11 | فَأَحْيَيْنَا | ve diriltiriz |
|
12 | بِهِ | onunla |
|
13 | الْأَرْضَ | yeri |
|
14 | بَعْدَ | sonra |
|
15 | مَوْتِهَا | öldükten |
|
16 | كَذَٰلِكَ | işte böyledir |
|
17 | النُّشُورُ | diriltme |
|
Peygamber efendimizin, bu hayatın ardından yeni bir hayatın geleceği ve herkesin burada yaptıklarından sorguya çekileceği yönündeki uyarılarını mantıksız bulan ve çoğu zaman alayla karşılayan inkârcılara, insanlara öldükten sonra tekrar hayat vermenin yüce Allah’ın kudret ve azametini kavrayanlar için hiç de yadırganacak bir şey olmadığını anlatan bir örnek verilmektedir. Rüzgârların oluşturulması, onların bulutları harekete geçirmesi, bulutların yağmura dönüşmesi, yağmurun kurumuş toprağı canlandırması şeklinde sıralanan ve ilim, hikmet, kudret gerektiren bu olaylar dizisi üzerinde birazcık düşünmek, bunları gerçekleştiren gücün sahibi için insanları öldükten sonra diriltmenin kolaylığını anlamaya yetecektir.
وَاللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَاباً فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَحْيَيْنَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَرْسَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَرْسَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الرِّيَاحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بُشْراً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. تُث۪يرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. سَحَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. سُقْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى بَلَدٍ car mecruru سُقْنَاهُ fiiline mütealliktir. مَيِّتٍ kelimesi بَلَدٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. اَحْيَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
بِهِ car mecruru اَحْيَيْنَا fiiline mütealliktir. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
بَعْدَ zaman zarfı, اَحْيَيْنَا fiiline mütealliktir. مَوْتِهَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَرْسَلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رسل ’dir.
تُث۪يرُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi ثور ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
كَذٰلِكَ النُّشُورُ
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) demektir. كَذٰلِكَ car mecrur mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
النُّشُورُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
وَاللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَاباً فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَحْيَيْنَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi olan وَاللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ , sübut ve istimrar ifade eden, mübteda ve haberden oluşmuş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Arkadan gelecek habere dikkat çekmek ve kasr için müsned ism-i mevsûlle gelmiştir. الَّذ۪ي ’nin sılası muhatabın yabancı olmadığı bir konudur. İsm-i mevsûller müphem yapıları nedeniyle sıla cümlesine ihtiyaç duyarlar.
Müsned konumundaki has ism-i mevsul الَّذ۪ي ‘nin sılası olan اَرْسَلَ الرِّيَاحَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Hasr kasdedilerek mübteda ve haber marife olarak gelmiştir. Bu vasfa sahip olan Allah'tan başka hiçbir varlık yoktur. اللّٰهُ maksûr/mevsûf, الَّـذ۪ٓي maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Müsnedin ismi mevsûlle marife olması, kasr-ı hakîkî içindir. İlaveten ism-i mevsûlun tercih edilmesi; ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye sevk edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kur’an-ı Kerim’de rüzgâr kelimesi hep rahmet bağlamında ise cemi, azap bağlamında ise müfred gelmiştir. (er-Ragıb el-Isfahânî, Müfredât)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan فَتُث۪يرُ سَحَاباً cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle sıla cümlesine atfedilmiştir. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
سَحَاباً ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.
فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ cümlesi atıf harfi فَ ile makabline matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَاَحْيَيْنَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا cümlesi aynı üslupta gelerek atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِهِ , konudaki önemine binaen mef’ûl olan الْاَرْضَ ’ya takdim edilmiştir.
فَاَحْيَيْنَا ve فَسُقْنَاهُ fiilleri azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlenin başındaki lafza-i celâlden, azamet zamirine iltifat edilmiştir. Ayrıca فَتُث۪يرُ - فَسُقْنَاهُ fiilleri arasında maziden muzariye geçişte de iltifat sanatı vardır.
الرِّيَاحَ - سَحَاباً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, مَيِّتٍ - اَحْيَيْنَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَاللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَاباً فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ [Rüzgârları gönderen Allah'tır. Bu rüzgârlar bulutları harekete geçirirler de biz de o bulutu göndeririz.] cümlesinde, Yüce Allah'ın büyüklüğünü göstermek için, III. şahıstan I. şahsa dönüş yapılmıştır. (Safvetü’t Tefâsir)
Bu ayette geçmiş zaman (mazi) kipindeki اَرْسَلَ - سُقْنَاهُ fiilleri arasında bağlam birliği olmasına rağmen تُث۪يرُ muzari kipini kullanması son derece dikkat çekmektedir. Bu ayette Allah’a doğrudan nispet edilen fiiller, mazi sıygasıyla ifade edilirken, rüzgâra ait eylem muzari sıygasıyla ifade edilmiştir. Zemahşerî, muzari kipinin seçilmesini bu harika olayın Rabbânî kudrete delaleti noktasında muhatapların canlı tanık konumuna getirilmesi ile gerekçelendirmektedir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
Beyzâvî bu ayetin tefsîrinde mazi fiil yerine muzari fiil kullanılmasındaki hikmeti üç nükteyle açıklar: Birincisi, “Allah Teâlâ, eşsiz hikmetinin kemaline delalet eden o güzel manzarayı zihinlere yaklaştırmak ve gözler önüne sermek için geçmişteki hali hikaye etmek üzere, اَرْسَلَ ; gönderdi fiili, mazi fiil olmasına rağmen; onun üzerine atfettiği fiili, (فَتُث۪يرُ ; gönderir) muzari fiil olarak zikretmiştir. İkincisi, bundan maksat, rüzgârların bu özelliğe sahip olarak yaratıldıklarını beyan etmektir. Onun için Allah Teâlâ bulutları kaldırma fiilini rüzgâra isnad etmiştir.
Yani اَرْسَلَ fiili üzerine atfedilen فَتُث۪يرُ fiilinin muzari gelmesinin ikinci nüktesi şudur: Allah’ın, فَتُث۪يرُ (bulut kaldırır) demekten maksadı, rüzgârların bulutu kaldırmaları hususunun, rüzgârların gönderilmeleriyle birlikte vuku bulduğunu beyan etmektir. Yani rüzgârlar gönderilir gönderilmez, hemen bu kaldırma işini yerine getirirler. Öyle ki, bu kaldırma işi, rüzgârların varlığının kaçınılmaz bir sonucu, ayrılmaz bir özelliğidir. İşte bunun için bulutları kaldırma fiili rüzgâra isnad edilmiştir.
Beyzâvî, gönderdi اَرْسَلَ fiili ile kaldırır فَتُث۪يرُ fiili arasındaki değişikliğin üçüncü nüktesini de şöyle açıklar: İşin devam ettiğini göstermek için fiillerin değişik gelmiş olması da caizdir. Zira rüzgârların esmesi ve bulutları kaldırıp sevk etmeleri her zaman yenilenerek devam etmektedir. Muzari fiilin özelliklerinden biri de bu teceddüt anlamını ifade etmesidir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Zira rüzgârların esmesi ve bulutları kaldırıp sevk etmeleri her zaman yenilenerek devam etmektedir. Muzari fiilin özelliklerinden biri de bu teceddüd anlamını ifade etmesidir.
Burada onunla zamiri, yağmuru ifâde etmektedir. Yağmurun zikri geçmemiş ise de, hariçte olduğu gibi zihinde de yağmur ile bulut arasında bir bağlantı vardır. Yahut anılan zamir, bulutu ifade eder; çünkü bulut, sebebin sebebidir. (Ebüssuûd)
Rüzgârların esişi, hür ve irade sahibi bir faile (bir yaratıcıya), açık bir delildir. Çünkü rüzgâr bazan diner, bazan eser. Estiğinde de bazan sağa, bazan sola hareket eder. Bu farklı hareketlerinde da, bazen bulutları oluşturur, bazan oluşturmaz. Dolayısıyla bütün bu farklı durumlar, bir musahhirin, bir müdebbirin (idare edenin) ve her şeyi ölçü dahilinde yapan bir müessirin varlığına delildir. (Fahreddin er-Râzî)
Allah Teâlâ, mazi sıygasıyla, اَرْسَلَ (salıverdi), muzari sıygası ile de تُث۪يرُ (harekâta sevk eden) buyurmuştur. Çünkü O, salıverme fiilini kendisine isnad edip, kendisinin yaptığı işler de, sadece bir (Ol) كُنْ emri ile oluverince, o fiil ne bir zaman, ne de bir zamanın bir cüz’ünde yoklukta kalamaz. Binaenaleyh Cenab-ı Hak bu sebeple o şeyin mutlaka var olacağından ve olmuş-bitmiş gibi hızlı oluşundan ötürü, muzari sıygası ile “salıverir” dememiştir. Demek ki O, belli vakitlerde belli yerlere rüzgarı takdir etmiş ve bu iş olup bitmiştir. “Bulutları harekete sevk etme” işini ise rüzgâra nispet edip, bu sevk işi de bir zaman içinde olunca, muzari sıygasıyla تُث۪يرُ , yani “o bulutları muayyen şekillerde bir araya toplar” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
كَذٰلِكَ النُّشُورُ
Ayetin son cümlesi olan كَذٰلِكَ النُّشُورُ , istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden, mübteda ve haberden oluşmuş isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif vardır. Car mecrur كَذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. النُّشُورُ , muahhar mübtedadır.
اَحْيَيْنَا - النُّشُورُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.