اَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ فَرَاٰهُ حَسَناًۜ فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۘ فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَفَمَنْ | kimse (de) mi? |
|
2 | زُيِّنَ | süslendirilen |
|
3 | لَهُ | kendisine |
|
4 | سُوءُ | kötü |
|
5 | عَمَلِهِ | işi |
|
6 | فَرَاهُ | ve onu gören |
|
7 | حَسَنًا | güzel |
|
8 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
9 | اللَّهَ | Allah |
|
10 | يُضِلُّ | sapıklık içinde bırakır |
|
11 | مَنْ | kimseyi |
|
12 | يَشَاءُ | dilediği |
|
13 | وَيَهْدِي | ve yola iletir |
|
14 | مَنْ | kimseyi |
|
15 | يَشَاءُ | dilediği |
|
16 | فَلَا | asla |
|
17 | تَذْهَبْ | gitmesin |
|
18 | نَفْسُكَ | canın |
|
19 | عَلَيْهِمْ | onlar için |
|
20 | حَسَرَاتٍ | hasretlere |
|
21 | إِنَّ | şüphesiz |
|
22 | اللَّهَ | Allah |
|
23 | عَلِيمٌ | biliyor |
|
24 | بِمَا | şeyleri |
|
25 | يَصْنَعُونَ | onların yaptıkları |
|
İbn Abbas’tan nakledilen bir rivayette, “aldatma ustası” diye çevirdiğimiz ğarûr kelimesiyle şeytanın kastedildiği belirtilmiştir (Taberî, XXII, 117). Müteakip âyet de bu açıklamayı desteklemektedir. Şeytanın aldatması daha çok, kişiye “Allah çok bağışlayıcıdır, en büyük günahları bile affeder; bu kadarcık günahtan bir şey çıkmaz” gibi telkinlerde bulunması şeklinde açıklanmıştır (meselâ bk. Zemahşerî, III, 268).
6. âyetin “Siz de onu düşman belleyin” diye çevrilen cümlesi için, “Allah’ın buyruklarına ve yasaklarına titizlikle uyarak şeytana karşı çıkın ve onu hayal kırıklığına uğratın” gibi izahlar yapılmıştır (meselâ bk. İbn Atıyye, IV, 430). Aynı âyetin “Çünkü o kendisine uyacaklara, yandaşlarına yakıcı ateşin mahkûmlarından olsunlar diye çağrıda bulunur” şeklinde çevrilen kısmını, “Çünkü o kendisine uyanlara, yandaşlarına çağrıda bulunur, böylece onlar da yakıcı ateşin mahkûmlarından olurlar” şeklinde de tercüme etmek mümkündür (İbn Âşûr, XXII, 261-262; İblis ve şeytan hakkında bilgi için bk. Fâtiha 1/1 [Eûzü]; Bakara 2/34; Nisâ 4/117-121; Enfâl 8/48; Kehf 18/50-54; şeytanın Allah’a itaat yolunu seçenleri saptırmak için her türlü çabayı harcayacağına dair sözleri için bk. A‘râf 7/17; Hicr 15/39).
8. âyetin “kötü işleri kendilerine hoş görünüp, onları güzel bulan kimse” şeklinde çevrilen kısmı yeni bir isim cümlesinin öznesi olup yüklemi gizlenmiştir. Bu sebeple, ifade akışına uygun düşen değişik yüklemlere göre bu kısım için şöyle meâller de verilebilir: a) Böyle kimseler için mi üzülüp kendini helâk ediyorsun? b) Bunlar, Allah’ın hidayet nasip ettiği kimseler gibi midir? (Zemahşerî, III, 269; Şevkânî, IV, 388). Bu âyette Hz. Peygamber’e ve tebliğ görevini yaparken onun yolunu izleyenlere bir teselli verildiği açıktır. Dolayısıyla, âyetin devamındaki, “Allah dilediğini sapkınlık içinde bırakır, dilediğini de doğruya iletir” cümlesini buna göre yorumlamak gerekir. Yüce Allah’ın, kulun hiçbir katkısı olmadan onu sapkınlığa ve dolayısıyla cehenneme itmesi O’nun engin hikmetiyle bağdaşmaz. Allah’ın bir kimseyi dalalette bırakması, kendisine verilen akıl yeteneğini ve irade gücünü kötüye kullanmakta ısrar etmesi sebebiyle onu tercihiyle ve sonuçlarıyla baş başa bırakması demektir. Birçok âyet ve hadiste yer alan açıklamaların ışığında, bu tür ifadelerin, Allah’ın mutlak iradesine bir gönderme yapma veya –burada olduğu gibi– dini tebliğle görevli olanların başkalarını hidayete eriştirmekle yükümlü olmadıklarını ve zaten buna güçlerinin yetmeyeceğini belirtme amacı taşıdığı anlaşılmaktadır.
اَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ فَرَاٰهُ حَسَناًۜ
Hemze istifhâm harfidir. فَ istînâfiyyedir.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
زُيِّنَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. لَهُمْ car mecruru زُيِّنَ fiiline mütealliktir. سُٓوءُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
عَمَلِه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Haber mahzuftur. Takdiri; كمن هداه الله (Allah’ın hidayet ettiği kimse gibi) şeklindedir.
فَرَاٰهُ حَسَناً cümlesi atıf harfi فَ ile makabline matuftur. رَاٰهُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. حَسَناً kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۘ فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍۜ
İsim cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
يُضِلُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
وَ atıf harfidir. يَهْد۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen fasiha harfidir. Takdiri; إن عذّبوا (Azap ederse) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَذْهَبْ sükun üzere meczum muzari fiildir. نَفْسُكَ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru تَذْهَبْ fiiline mütealliktir. حَسَرَاتٍ hal olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
مَٓا ve masdar-ı müevvel, بِ harfiyle birlikte عَل۪يمٌ kelimesine mütealliktir.
يَصْنَعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَل۪يمٌ lafzı hem mübalağalı ism-i fail hem de sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Sıfat-ı müşebbehe: Benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ فَرَاٰهُ حَسَناًۜ
فَ istînâfiyye, hemze inkarî istifham harfidir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. Sılası olan زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , konudaki önemine binaen, fail olan سُٓوءُ عَمَلِه۪ ’ye takdim edilmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَنْ , takdiri كمن هداه الله (Allah’ın hidayet ettiği kişi gibi) olan mahzuf haber için mübtedadır. Ayetin devamı, buna delalet etmektedir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olması sebebiyle, ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
زُيِّنَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Aynı üslupta gelen فَرَاٰهُ حَسَناً cümlesi, sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
حَسَناً ’deki tenvin kesret ve nev içindir.
سُٓوءُ - حَسَناًۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
O işi bilerek kötülük yapan kimse, kötülük yaptığı için kınanır ama onu bildiği için de methedilir. Yaptığı kötülüğü iyi olarak gören ve böylece kötü amelde bulunan kimse için ise iki kötü sıfat bulunur: Kötülükle bulunması, cahil olması...(Fahreddin er-Razi)
Bu kelam, ya geçen farklılığın, yani iki fırkanın akıbeti arasındaki apaçık farkın, bu akıbetlere sebep olan hallerini beyan, ederek izah içindir. Yani iki fırkanın hali zikredildiği gibi olduktan sonra, küfür, şeytan tarafından kendisine cazip gösterilip de içine dalan kimse, küfrü çirkin görüp de ondan sakınan ve iman ile salih ameli tercih eden kimse gibi olur mu ki, akıbetleri böyle olmasın. Bu tefsire göre, "İşte Allah, şüphe yok ki, dilediğini şaşırtır..." cümlesi, hepsinin Allah'ın iradesiyle olduğunu beyan ederek, makablini açıklamakta ve hakkı tahkik etmektedir. Yani zira o, dalaleti güzel görüp sevdiği ve tercihim o yönde yaptığı için Allah da, onu saptırarak esfel-i sâfiline (aşağılar aşağısına) döndürür. Ve yine Allah, tercihini hidayet için kullanan kimseyi de hidayete erdirerek onu da yüceler yücesine yükseltir. (Ebüssuûd)
فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۘ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
اِنَّ ‘nin haberi olan يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ , muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan يَشَٓاءُ muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelerek اِنَّ ’nin haberine atfedilen وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۘ cümlesinin atıf sebebi tezattır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekit ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ cümlesiyle وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۘ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
مَنْ يَشَٓاءُ ’nun tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُضِلُّ - يَهْد۪ي kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İnsanların zatları gerçekte eşittir. Kötülük-iyilik, günah-sevap.. bunlar, birbirinden ayrılırlar. Binaenaleyh insanların bir kısmı bunları bilip diğerleri bu ayrımı yapmayınca, bu işte onların müstakil olmadıkları, mutlaka Allah’ın iradesine istinat ettirilmesi gerektiği anlaşılır. (Fahreddin er-Râzî)
فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍۜ
Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri , إن عذّبوا (Azap ederlerse) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَهُ - عَلَيْهِمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
حَسَرَاتٍۜ , hal konumunda masdardır.
حَسَرَاتٍ kelimesi mefûlün lehtir; ifade ‘Bunlara yanarak kendini yiyip bitirme!’ anlamındadır. عَلَيْهِمْ ifadesi تَذْهَبْ fiilinin sılasıdır (o fiile bağlıdır). عَلَيْهِمْ , üzerine yanılan kimseyi beyan etmektedir; حَسَرَاتٍۜ kelimesine ait olması caiz değildir; çünkü masdarların sılası masdarın önüne geçemez. Bunun dışında حَسَرَاتٍۜ kelimesi, aşırı üzüntüsünden tüm bedeni baştan ayağa hasrete dönmüşçesine hal olarak da kabul edilebilir. (Keşşâf)
فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ [O halde, onlar uğrunda üzüntülere dolarak canın sıkılıp gitmesin.] ayeti yok olmaktan kinayedir. Çünkü can gidince insan yok olur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
Burada hükmün illetini bildirmek için zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesiyle yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki muzari fiil cümlesi يَصْنَعُونَ , masdar teviliyle عَل۪يمٌ ’a mütealliktir.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetin bu son cümlesi, ufak değişikliklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
Bu cümle, mezkûr her üç tefsire göre de makablinin illetini bildirmektedir. Ayrıca bir tehdit içermektedir. İbn Abbas'tan (radıyallahü anh) rivayet olunduğuna göre diyor ki: "Bu ayet, Ebû Cehil ile Mekke müşrikleri hakkinda nazil olmuştur. (Ebüssuûd)
Cümle “Allah Teâlâ yaptıklarını bilir” anlamının yanında “bilmekle kalmaz, gereken karşılığı verir” manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkeptir.