وَسَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
İlk âyette inkârda direnenlerin durumuna ait temsilî bir anlatıma yer verilmiştir. Bunun inkârcıların âhiretteki halleriyle ilgili bir ifade olduğu da ileri sürülmüştür. Fakat müteakip âyette gözlerine perde indirildiğinin ve artık görmediklerinin belirtilmesi bu yorumu zayıflatmaktadır, zira kıyamet günü inkârcılar kendi durumlarının ne kadar kötü olduğunu çok iyi göreceklerdir (İbn Atıyye, IV, 446-447; inkârcıların âhirette kör olmalarının ne anlama geldiği konusunda bk. İsrâ 17/72, 97; Tâhâ 20/124-125).
8 ve 9. âyetlerdeki tasvir için yapılan izahları şöyle özetlemek mümkündür: Pek çok açık kanıta rağmen inatla inkârcılıklarını sürdürenler öyle iç ve dış etkenler, öyle psikolojik ve sosyolojik şartlar ve alışkanlıklarla kuşatılmışlardır ki, boyunlarına çenelerine kadar dayanan boyunduruklar geçirilmiş gibidirler; kafaları yukarı kalkık, gözleri aşağıya kaymıştır; hangi yöne dönseler hidayet ışığına uzaktırlar; böbürlendikleri ve nefislerine tutsak oldukları için Fussılet sûresinin 53. âyetinde sözü edilen delilleri, gerek kendilerini çevreleyen dış âlemdeki gerekse ruhî ve biyolojik yapılarındaki kanıtları artık göremezler. Boyunlarına halkalar geçirildiğinin belirtilmesi, insanın fıtratına yerleştirilen cebrî bir durumdan değil, onların kendi işledikleri suçtan ötürü gördükleri bir karşılıktan söz edildiğini gösterir; zira bunlar birer cezalandırma aracıdır, ceza ise suçun karşılığıdır (başka açıklamalarla birlikte bk. Râzî, XXVI, 44-46; Elmalılı, VI, 4010). Bazı müfessirlere göre 8. âyette, inkârcıların bu tutumlarının onları sahip oldukları imkânlardan başkalarını yararlandırmaktan ve Allah yolunda harcama yapmaktan da alıkoyduğuna işaret edilmektedir (Taberî, XXII, 151; Şevkânî, IV, 413).
Halkaların çenelere kadar dayandığı belirtilirken kullanılan “onlar” zamiri bazı müfessirlere göre daha sonra gelen “eller” anlamındaki kelimenin yerini tutmakta ve burada ellerin boyuna bağlanmış halinden söz edilmektedir (Taberî’nin farklı bir kıraatle desteklediği bu yorumun ayrıntısı için bk. XXII, 150-151; Zemahşerî’nin bu yoruma yönelttiği eleştiri için bk. III, 280-281).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 477-478وَسَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
وَ atıf harfidir. سَوَٓاءٌ mukaddem haber olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru سَوَٓاءٌ ’e mütealliktır. Muttasıl zamir هِم muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hemze tesviye manasında masdardır. Çünkü hemze-i tesviye, kendisinden sonra gelen cümleyi masdar (müfred) hükmüne koyar.
ءَاَنْذَرْتَهُمْ ve masdar-ı müevvel, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
اَمْ atıf harfi hemzenin muadilidir. (Tesviye hemzesi mütekellimde iki işin eşitlenmesi olup hemzenin yardımıyla yapılabilen bir terkiptir.Tesviyede hemzenin ve أم edatının kullanılması sözü anlamaktan çok istifhâm anlamını vermek içindir.)
لَمْ تُنْذِرْهُمْ cümlesi ءَاَنْذَرْتَهُمْ cümlesine matuftur.
لَمْ harfi تُنْذِرْ fiilini cezm ederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir. تُنْذِرْهُمْ meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْذَرْتَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَسَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ
وَ atıf harfidir. Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle 8. ayetteki …اِنَّا جَعَلْنَا cümlesine atfedilmiştir. Ayetin ilk cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette takdim-tehir sanatı vardır. سَوَٓاءٌ , mukaddem haberdir.
Konudaki önemine binaen müsnedün ileyhe takdim edilen عَلَيْهِمْ car mecruru, سَوَٓاءٌ ‘a mütealliktir.
ءَاَنْذَرْتَهُمْ cümlesine dahil olan hemze, tesviye için masdariyyedir. Hemze ve arkasından gelen fiil masdar tevili ile muahhar mübtedadır. Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ cümlesine dahil olan اَمْ , atıf harfidir. Tezat nedeniyle makabline atfedilen cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَمْ edatı, تُنْذِرْهُمْ fiilini cezm ederek manasını menfi maziye çevirmiştir.
اَنْذَرْتَهُمْ cümlesiyle, لَمْ تُنْذِرْهُمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اَنْذَرْتَهُمْ - تُنْذِرْهُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayet istifham üslubu ile dile getirilmiştir. Buna göre burada istifham hakiki anlamından ayrılıp mecazî, belagî bir mana olan tesviye manasını vermektedir.
Bu mananın nerede mevcud olup nerede olmadığının kuralı şudur: Yerini masdarın alabileceği cümlenin başına gelen her hemze tesviye hemzesidir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)
عَلى harfi mecazî istila manasındadır, burada mülabese manasında gelmiştir. Tesviye hemzesi aslında soru harfidir ama sonraları mecaz-ı mürsel yoluyla eşitlik için kullanılmıştır. O kadar yaygınlaşmıştır ki adeta bu mana سَواءٍ kelimesiyle birlikte olduğunda hemzenin asıl manası olmuştur. Burada masdariyye manasındadır. Bu durumda cümledeki أمْ de vav manasında olur. (Âşûr)
لَا يُؤْمِنُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)