يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِۚ مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِۚ مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
يَا nida, حَسْرَةً münada olup fetha ile mansubdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَى الْعِبَادِ car mecruru حَسْرَةً ‘e mütealliktir.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَأْت۪يهِمْ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. رَسُولٍ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ cümlesi يَأْت۪يهِمْ ‘deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. كَانُوا nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiiline mütealliktir. يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi هزأ ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle nida üslubunda geldiği halde gerçekte pişmanlık ve üzüntü ifade etmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Mecazi manada bir sesleniştir. يَا nida harfi, حَسْرَةً münadadır.
عَلَى الْعِبَادِۚ car mecruru, حَسْرَةً ’e mütealliktir.
يَا حَسْرَةً , "İşte şimdi hasret vaktidir. O halde ey hasret (pişmanlık) haydi gel, tam zamanın" demektir. Hasretin nekre oluşu, pişmanlığın çokluğunu gösterir. (Fahreddin er-Râzî)
Hasret: Muhataba acınma ifade eden bir sesleniştir. Kaybolan bir şeyden dolayı çok üzülmek ve pişmanlık duymaktır. Fakat bu üzüntünün onlar için bir yararı yoktur. Giden gelmez, çünkü cevap veremez. Bunun yararı sadece muhatabı uyarmak ve uyandırmaktır. Böylece muhatap, bu sayede bu halin üzüntüye sebep olduğunu ve pişmanlık verdiğini zihnine yerleştirsin. (Rûhul Beyan, Âşûr)
En meşhur görüşe göre يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ [Ey kulların üzerine (çöken büyük) hasret (ve nedamet, hazır ol)] ibaresi, mecazen hasret diye nida eder, yani hasret gel beni kurtar der ve bu hasret olayın gerçekleştiği zaman meydana gelir manasındadır.
Keşşâf'ta şöyle yazılıdır: Bu ibare kendilerini sarmış olan hasretedir. Adeta ona ‘Ey hasret! Gel.’ derler. Bu, senin orada hazır bulunmanı gerektiren bir haldir. Onların resullerle alay ettikleri haldir. Onların üzülmeyi hak eden bir hallerini ifade eder. Ya da melekler, ins ve cinin müminleri, onların haline üzülür demektir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s.144)
Herhangi bir maksat taalluk etmediği zaman, bazan mef'ûl zikredilmeyebilir. Nitekim, "Falanca verir, vermez" denilir. Burada verilen birşey yoktur. Çünkü maksat, onun verip vermeme gücünü göstermektir. Mef'ûlün böyle hazfi çoktur. Burada ise, fail hazf edilmiştir. Failin hazfi ise azdır. Bu hususun izahı, işte biraz önce bahsettiğimiz gibi, burada hasret (pişmanlık) duyanı zikretmenin, esas anlatılmak istenen şey olmamasıdır. Aksine burada esas anlatılmak istenen şey, böyle bir pişmanlığın o vakitte olmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
Bu söz hakiki bir nida değildir. Bu nidadan maksat bu kulların ne kadar zor bir duruma düştüklerini ve üzerlerine binen bu ağır hasret duygusu nedeniyle bu durumdan kurtulamayacaklarını ve vicdanlarını dolduran bu gam ve pişmanlık duygularını açıklamaktır. Vicdanlarında bu üzüntü ve pişmanlığın olmadığı bir zerre yer yoktur. En ufak bir çıkış ışığı görünmemektedir. Pişmanlığın içinde adeta hapsolmuşlardır, ebedi olarak gam ve pişmanlık içinde kalacaklardır.
Bu mana son derece korkunç ve itici bir şekilde ifade edilmiştir. Sonradan büyük bir pişmanlık duyacağını bildiğimiz bir iş yapan kişi için söylediğimiz يا خسرته و يا ويله (Yazık ona, vay ona) sözüne benzer. Bu sözümüz onun durumunu korkunç görerek başına gelecek müthiş kötülüğe işaret eder. (Âşûr)
الْعِبَادِۚ (kullar) kelimesinin elif-lamı, şu iki manaya gelebilir:
a) Ahd (belirlilik) ifade edip, "O sayha tarafından mahvedilen kullar" demektir. Buna göre mana, "Ey bu kullar için olan pişmanlık!" şeklindedir.
b) Bu, cins ifade eder ve "Yalanlayan bütün kâfir kullar cinsi" kastedilmiş olur. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır.
Mef’ûl olan مِنْ رَسُولٍ ‘deki مِنْ tekid ifade eden zaid harftir. Kelimedeki tenvin kıllet ve umum ifade eder. مِنْ harfi kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
مَٓا nefy harfi ve اِلَّا istisna harfiyle oluşmuş kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Kasr, mef’ûl ile hali arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır.
كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ cümlesi يَأْت۪يهِمْ ‘deki mef’ûlun halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
كَانُوا ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِه۪ , ihtimam için amili olan يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ’ye takdim edilmiştir.
Rûhu'l Meânî müellifi, bu takdimin iddiâî kasr veya fasılaya riayet için olduğu görüşündedir. Bilindiği gibi mamulun amile takdimi, sadece hasr manası ile sınırlı değildir. Evet, bu takdimle çoğunlukla hasr kastedilir. Ama başka maksatlarla da bu takdim yapılabilir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.147, Âşûr)
Cümlenin müsnedinin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliğiyle muhatabın dikkatini uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
من رسول (Herhangi bir peygamber) istiğrak ifade eder. Yani alay etmedikleri hiçbir peygamber yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.145 )
Cenab-ı Allah, onların pişmanlıklarının sebebini, "O "Onlar kendilerine ne zaman bir peygamber gelse, mutlaka onunla istihza ederlerdi" buyurarak açıklamıştır. O nedametin sebebi, budur. Çünkü bir padişah çöle gelip kendisini bir şahsa tanıtsa ve ondan çok kolay bir hizmet istese, ama o, padişahı "Sen padişah değilsin" diye yalanlasa ve istediği hizmeti yapmasa, sonra da o padişah tahtına geçip otursa ve bu şahıs huzuruna varıp, onun gerçekten padişah olduğunu anlasa, onun duyacağı bu pişmanlıktan daha büyüğü yoktur. İşte o elçilerin durumu da böyledir: Bunlar da birer padişah gibi idiler. Hatta Allah'ın, onları şereflendirip, padişahları onların kapıcısı kılması bakımından, padişahlardan daha büyüktürler. Çünkü Allah, ["Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin ve bağışlasın"] (Al-i İmrân, 31) buyurmuştur. Bu elçiler de gelmişler, kendilerini tanıtmışlar. Ama üzerlerinde görülecek maddî bir büyüklük alameti yokmuş. Kıyamet günü veya o sıkıntı baş gösterdiğinde, onların Allah nazarında büyüklükleri, davet ettikleri şeyin de menfaati kullara raci olacak olan, ibadet gibi kolay bir şey olduğu, üstelik bu davetlerine karşılık hiçbir ücret de istemedikleri iyice ortaya çıkınca, kâfirler tam bir nedamet duyarlar. Nasıl böyle olmasın ki? Çünkü onlar, bu elçilerin dediklerinden yüz çevirmekle kalmayıp, onlarla alay etmiş, işkenceye uğratmış, onları hafife almış ve küçümsemişlerdir. Hak Teâlâ'nın, "kendilerine geldiğinde" ifadesindeki zamirin, Habib-i Neccâr'ın kavmine ait olması mümkündür. Yani, "Onlar, üç peygamberden birisi geldiğinde, hasret ve nedametin onların üzerine olacağını söylediğimizden dolayı, mutlaka onunla istihza ederlerdi" demektir. Bu zamirin küfürde ısrar eden kâfirlere raci olması da muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî)