فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاً وَلَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Sûra üflenip insanlar yeniden canlandığında ve hızla mahşer yerine doğru giderlerken dünyada bu gerçeği inkâr edenlerin önce neye uğradıklarını bilemez bir halde birbirlerine olup biten hakkında soru sormaya çalışacakları, hemen ardından da durumu anlayıp derin bir pişmanlık içinde Allah’ın vaadinin ve peygamberlerin bildirdiklerinin doğru çıktığını itiraf edecekleri canlı bir anlatımla tasvir edilmekte; böylece öldükten sonra dirilmeye inanma çağrısı soyut bir iman esası düzeyinde bırakılmayıp aklı eren herkesin durum muhasebesi yapmasına ve konu üzerinde daha bir ilgiyle düşünmesine imkân verilmektedir. Ayrıca, öldükten sonra dirilmenin sırf geleceğe dönük bir korku motifi olarak algılanmaması için insanın fıtratındaki adalet duygusuna hitap edilmekte, haşir gününün temel özelliği olarak herkesin yüce Allah’ın şaşmaz adaletinin güvencesi altında bulunduğu, hiç kimsenin en küçük bir haksızlığa uğratılmadan sadece yaptıklarının karşılığını göreceği belirtilmekte, dolayısıyla muhataplar dünya hayatından sonra böyle bir hesaba çekilmenin zaten gerekli ve hayata anlam kazandırıcı bir safha olacağını düşünmeye yönlendirilmektedir.
52. âyette geçen inkârcılara ait sözün –buradaki bir gramer özelliği dolayısıyla– “Vay başımıza gelenlere! Bizi yattığımız bu yerden kim diriltip kaldırdı? Rahmânın vaad ettiği (hakikatmiş), peygamberler de gerçekten doğru söylemişler” şeklinde anlaşılması da mümkündür (Râzî, XXVI, 89-90). Öte yandan, sadece soru kısmının inkârcılara ait, rahmânın vaadinin bu olduğuna ve peygamberlerin sözlerinin doğru çıktığına dair ifadenin ise melekler veya müminler tarafından onlara verilmiş cevap olması da muhtemeldir; Taberî, müminlerin sözü olması ihtimalini daha kuvvetli bulur (Taberî, XXIII,16-17; Şevkânî, IV, 428-429). “Yattığımız yer” mânasına gelen tamlamadan hareketle bazı müfessirler herkesin kendi öldüğü yerden, kabrinden kaldırılacağı yorumunu yapmışlarsa da, İbn Atıyye burada bir edebî sanat (istiâre ve teşbih) bulunduğunu, yoksa gerçek anlamıyla kabirlerin kastedilmediğini belirtir (IV, 458). 53. âyette “olup biten yalnızca bir ses” diye çevrilen cümledeki sayha, bu bağlamda kıyametin kopup hayatın sona ermesinden bir süre sonra, –yeniden dirilmeyi sağlayacak biçimde– sûrun ikinci defa üflenmesini ifade etmektedir (Râzî, XXVI, 88; ayrıca bk. 49. âyetin tefsiri).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 504-505
فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاً وَلَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Ayet, فَ atıf harfi ile mukadder mekulü’l-kavle matuftur. Takdiri, يقال لهم : اليوم يجري الحساب فلا تظلم نفس (Onlara ‘’Bugün hesap görülür ve kimsaya zulmedilmez’’ denir.) şeklindedir.
الْيَوْمَ zaman zarfı تُظْلَمُ fiiline mütealliktir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تُظْلَمُ merfû meçhul muzari fiildir. نَفْسٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur. شَيْـٔاً masdardan naib mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تُجْزَوْنَ fiili نَ ‘un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. مَا ve masdar-ı müevvel mahzuf ب harf-i ceriyle تُجْزَوْنَ fiiline mütealliktir. Takdiri, تجزون بعملكم (Amellerine göre karşılık verilir.) şeklindedir.
كان nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَعْمَلُونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاً
Ayet takdiri يقال لهم: اليوم تحاسبون فلا تظلم (Onlara ‘’Bugün hesap görülür ve kimseye zulmedilmez’’ denir.) olan mukadder mekulü’l-kavle matuftur. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَوْمَ zaman zarfı, önemine binaen amili olan تُظْلَمُ fiiline takdim edilmiştir.
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْيَوْمَ zarf olup elif lamla marife gelişi ahd içindir. Buradaki ahd ise ahdi huduri(ilmi) olup ceza günü anlamındadır. (Âşûr)
نَفْسٌ ve شَيْـٔاً kelimelerindeki tenvin, kıllet ve umum ifade eder. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir. (Âşûr)
Burada bahsedilen gün, kıyamet günüdür. O gün hesap için herkes hazır olur, hiç bir şekilde kimseye zulmedilmez. نَفْسٌ kelimesi iyi-kötü herkesi ifade etmesi için nekire olarak gelmiştir. Çünkü nekrelik umum ifade eder. Zulmün olumsuzluğu da mutlak olarak gelmiştir. O gün hiçbir zulüm yoktur. شَيْـٔاً kelimesi iki manaya muhtemeldir.
-Masdariyye manası, az bile olsa hiç zulüm yoktur.
-Mefûlun bihi manası, herhangi bir şeyle zulüm yoktur.
Burada her iki mana birlikte murat edilmiştir. Yani herhangi bir zulüm yoktur, herhangi bir şeyle zulüm yoktur. Bunun için kelime mutlak olarak gelmiş herhangi bir şeyle kayıtlanmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.261)
وَلَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilen cümle menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
لَا nafiye, اِلَّا hasr harfidir. Bu iki harfle meydana gelen kasr, fiille car mecrur arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. تُجْزَوْنَ sıfat/maksûr, مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ mevsûf/maksûrun aleyhtir.
تُجْزَوْنَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
İsm-i mevsûl olan مَا , takdir edilen ب harf-i ceriyle تُجْزَوْنَ fiiline mütealliktir. Sılası olan كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ cümlesi, كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Muhataba hiçbir şekilde zulmedilmeyeceği ifade edildikten sonra bu ibare gelmiştir.
Bazı müfessirler bu cümlenin kafirlere hitap ettiği görüşündedir. Çünkü müminler yaptıklarına karşılık kat kat mükafat göreceklerdir ama kafirler sadece yaptıklarının karşılığını göreceklerdir.
Bu hitabın umumi olduğu da söylenmiştir. Çünkü cins kastedilmiştir. Çünkü ceza amelin cinsinden olur. Amel hayırsa ceza da hayır, şer ise ceza da şerdir. Kötü amele güzellikle, güzel amele kötülükle karşılık verilmez. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.261)
53 ve 54. ayetlerde هُمْ - تَعْمَلُونَ kelimeleri arasında gâibten muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Sayfadaki ayetlerin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki و- نَ , ي - نَ harfleriyle oluşan ahenk, diğer sayfalardaki secî gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum mala yelzem sanatı vardır.