وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ
Bir önceki âyette “suçlular” olarak anılan Mekke putperestlerinin, İslâm’ın tevhid ilkesi olan âyet metnindeki, “lâ ilâhe illallâh” (Allah’tan başka tanrı yoktur) ifadesini duyduklarında gösterdikleri tepkinin mahiyetine dikkat çekilmektedir. Çünkü bu ifade sadece onların tanrı inançlarını değiştirmiyor; asıl bu inanç üzerine kurulu bütün Câhiliye telakkisini, değer yargılarını, toplumsal düzenlerini tehdit ediyordu. Bu sebeple de söz konusu ifadeyi duyduklarında, başka bir yerde (Feth 48/26) “hamiyyetü’l-Câhiliyye” (Câhiliye dönemine özgü büyüklenme kompleksi) denilen duygu onların benliklerini sarıyor ve mâkul gerekçelerle davasını çürütemedikleri Resûlullah hakkında delilik, şairlik, kâhinlik gibi saçma ithamlarda bulunuyor, bu tür içi boş iddialarla onu insanların gözünden düşürüp başarısız kılacaklarını zannediyorlardı. Buna karşı Kur’an, kesin bir dille onun gerçeği getirdiğini bildirmektedir. Hz. Muhammed’in, önceki peygamberleri tasdik ettiğinin özellikle belirtilmesi, onun getirdiği dinin, diğer dinlerde de mevcut olan evrensel gerçekleri, ilkeleri içerdiğini göstermektedir. Bunlar, başta “lâ ilâhe illallah” cümlesinin özetlediği tevhid ilkesi olmak üzere, bu sûrede önemle üzerinde durulan ve putperestlerce reddedilen âhiret inancı ve diğer iman esaslarıyla dürüstlük, adalet, hakka saygı, insanların yaratılıştan eşitliği gibi ahlâk ve hukuk prensipleri; kısaca Kur’an’ın başından sonuna kadar putperestlerle tartışıp onlara kabul ettirmeyi, uzun vadede kalıcı hale getirmeyi amaçladığı temel gerçekler ve değerlerdir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 531
وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا ‘dur. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
تَارِكُٓوا kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. Sonundaki نَ izafetten dolayı hazf edilmiştir.
اٰلِهَتِنَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِشَاعِرٍ car mecruru تَارِكُٓوا ‘ye mütealliktir. مَجْنُونٍ kelimesi شَاعِرٍ ‘nin sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَارِكُٓوا kelimesi sülâsî mücerred olan ترك fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ
Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki يَسْتَكْبِرُونَۙ cümlesine, atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Hemze inkâri istifham harfidir. اِنَّ ve lam-ı muzhalaka ile tekid edilmiş isim cümlesi formunda gelmiştir. اِنَّ ‘nin haberi لَتَارِكُٓوا şeklinde ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
لِشَاعِرٍ için sıfat olan مَجْنُونٍۜ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
لِشَاعِرٍ ‘deki tenvin, mütekellimin tahkir amacına işaret eder.
لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ [Cinli bir şair için mi!?] derken Muhammed (sav)’i kastediyorlardı. (Keşşâf)
تَارِكُٓوا , muzâf olduğu için sonundaki ن düşmüştür.
Onlar, bu sözleriyle Muhammed (sav)’i kastediyorlardı. Buradaki soru inkâr içindir. Yani biz, putlardan ibaret olan tanrılarımıza ibadet etmekten vazgeçmeyiz. Böylece onlar bu konuda yalan söylemişlerdir. Çünkü Hz Peygamberi mecnûn ve şair olmakla itham etmişlerdir. Oysa onlar, onun en akıllı, en ileri görüşlü, en güzel sözlü ve her açıdan kendilerinden üstün olduğunu biliyorlardı. (Ruhu’l Beyan)
Peygamberin nübüvvetini yalanlamaları, onların, "Biz, mecnun bir şair için tanrılarımızı mı bırakacağız?" şeklindeki sözleri olup, onlar, "mecnun şair" ifadesiyle, Hz Muhammed (sav)'i kastetmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)