Zümer Sûresi 67. Ayet

وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۗ وَالْاَرْضُ جَم۪يعاً قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِه۪ۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ  ...

Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O’nun elindedir. Gökler de O’nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 قَدَرُوا takdir edemediler ق د ر
3 اللَّهَ Allah’ı
4 حَقَّ gereği gibi ح ق ق
5 قَدْرِهِ O’nun kadrini ق د ر
6 وَالْأَرْضُ ve yer ا ر ض
7 جَمِيعًا tamamen ج م ع
8 قَبْضَتُهُ O’nun avucu içindedir ق ب ض
9 يَوْمَ günü ي و م
10 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
11 وَالسَّمَاوَاتُ ve gökler س م و
12 مَطْوِيَّاتٌ dürülmüştür ط و ي
13 بِيَمِينِهِ sağ elinde ي م ن
14 سُبْحَانَهُ O münezzehtir س ب ح
15 وَتَعَالَىٰ ve yücedir ع ل و
16 عَمَّا -ndan
17 يُشْرِكُونَ onların ortak koştukları- ش ر ك
 

“Bütün dünya O’nun avucundadır” cümlesi temsilî bir anlatım olup kıyametin kopmasından sonra yeryüzünde sadece Allah’ın hâkimiyetinin geçerli olacağı, orada artık ne bir insanın ne de başka bir canlının gücünden, etkisinden, faaliyetinden söz edilebileceği anlatılmaktadır. İbn Âşûr’a göre bu ifade, kıyametin kopmasıyla yerin hareketinin duracağına ve onun bütün özelliklerini kaybedeceğine işaret eder. Meselâ yerin çekim gücünü kaybetmesi, hayatın varlığını ve devamını sağlayan imkânların yok olması yüzünden artık arz işlevsiz hale gelecektir (XXIV, 62). Bazı rivayetlerde kıyametin kopmasından sonra yerkürenin ilâhî kudret karşısındaki durumu, avuç içindeki cevize veya hardal tanesine benzetilir (Taberî, XXIV, 25).

Yine bir temsilî anlatım olan “göklerin Allah’ın kudret eliyle dürülüp bükülmesi” de kıyametin kopması sırasında sadece yerkürenin değil göklerin, gök cisimlerinin de düzeninin altüst olacağını ve ilâhî güç karşısında evrenin büyüklüğünden söz bile edilemeyeceğini ifade eder (ayrıca bk. Enbiyâ 21/104). 

İbn Âşûr’a göre bu âyet, kıyametin kopması üzerine yer ve göklerin tamamen yok olmayıp varlığını sürdüreceğine, ancak bildiğimiz şekil, düzen ve işleyişlerinin son bulacağına delâlet etmektedir. İbn Âşûr, bu görüşünü destekleyen bazı hadislere de yer verir (XXIV, 63). Nitekim İbrâhim sûresinde de (14/48), “Bir gün gelecek yer başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülecek” buyurulmuştur. 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 633-634
 
Yahudi hahamlarından bir alim Resulullah sallallahu aleyhi vesellem in huzuruna geldi ve şunları söyledi:” Ya Muhammed! Biz kitaplarımızda Cenabı Hakk’ın şöyle anlatıldığını görüyoruz .’Allah gökleri bir parmağında, yer tabakalarını bir parmağında, ağaçları bir parmağında, suları ve toprakları bir parmağında, diğer varlıkları da bir başka parmağında tutarak’ Bütün kainatın hakimi Benim’ der.” Bu sözler üzerine Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, hahamın söylediği şeyleri doğrulayarak azı dişleri görününceye kadar güldü; sonra da “ Onlar Allah’ı gereği gibi takdir edemediler” (Zümer 39/67) âyetini sonuna kadar okudu. 
(Buhari, Tefsir 39/2, Tevhid 19; Müslim, Kıyamet 19).


Resûl-i Ekrem  şöyle buyurdu: “Kıyamet günü Allah Teala yeryüzünü avucuna alacak, gökleri eliyle dürüp katlayacak ve hükümdar Benim ,nerede yeryüzünün hükümdarları buyuracak .
(Buhari ,Tefsir 39/3,Rikak 44, Tevhit 6; Müslüm , Münafikin 23,24).
 

وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۗ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

قَدَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  حَقَّ  mef’ûlu mutlaktan naibdir. Aynı zamanda muzâftır.  قَدْرِه۪ٓ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَالْاَرْضُ جَم۪يعاً قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِه۪ۜ

 

İsim cümlesidir.  الْاَرْضُ جَم۪يعاً قَبْضَتُهُ  cümlesi hal cümlesidir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وً  haliyyedir.  الْاَرْضُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  جَم۪يعاً  hal olup fetha ile mansubdur. قَبْضَتُهُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَوْمَ  zaman zarfı,  قَبْضَتُهُ ‘ya mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  السَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

السَّمٰوَاتُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  مَطْوِيَّاتٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. بِيَم۪ينِه۪  car mecruru  مَطْوِيَّاتٌ  kelimesine mütealliktir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

سُبْحَانَهُ  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri;  نسبح (tesbih ederiz) şeklindedir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. تَعَالٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَعَالٰى  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يُشْرِكُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

يُشْرِكُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۗ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Tekid ifade eden  حَقَّ , kelimesi  ما قدروا الله قدرَه الحقَّ (Allah’ın kadrini hakkıyla takdir etmediler) şeklinde takdir edilen mef’ûlu mutlak olan masdardan naib olarak gelmiştir. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  قَدْرِه۪ۜ  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan قَدْرِ  ve  حَقَّ  şan ve şeref kazanmıştır.

قَدَرُوا - قَدْرِه۪ۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları,  قَدَرُوا  kelimesinde ise irsâd sanatı vardır. 


وَالْاَرْضُ جَم۪يعاً قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِه۪ۜ

 

وَ  haliyye, الْاَرْضُ جَم۪يعاً قَبْضَتُهُ  cümlesi hal cümlesidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

الْاَرْضُ  mübteda,  جَم۪يعاً  kelimesi  الْاَرْضُ ’ın halidir. Zaman zarfı  يَوْمَ الْقِيٰمَةِ , haber olan  قَبْضَتُهُ ‘ya mütealliktir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelen  وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِه۪ۜ  makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَ  atıf harfidir.  السَّمٰوَاتُ  mübteda, مَطْوِيَّاتٌ   haberdir.

Veciz ifade kastına matuf  قَبْضَتُهُ  ve  بِيَم۪ينِه۪ۜ  izafetlerinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  قَبْضَتُ  ve  بِيَم۪ينِ , şan ve şeref kazanmıştır. 

قَبْضَتُهُ  ve  بِيَم۪ينِه۪ۜ  kelimeleri mülk ve kudret manasında istiare edilmiştir.

السَّمٰوَاتِ  -  الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Bu cümlede istiâre-i temsîliyye vardır. Yüce Allah azametini, sonsuz gücünü ve büyüklüğü ile akılları hayrete düşüren ve fakat Yüce Allah'ın gücüne nispetle küçük olan o cisimlerin küçüklüğünü, istiâre-i temsiliyye yoluyla, büyük bir şeyi avucuna alan ve gökleri sağ eliyle düren kimseye benzetti. Şerif Râdî şöyle der: Bu ayette istiare vardır. Yani, Allah'ın kud­reti altındaki arz, bir kimsenin elinde tuttuğu ve avucunun içine aldığı, mülküne sahip olduğu ve başkasının ortak olmadığı şey gibidir. Gökler de O'nun mülkünde toplanmış ve kudretiyle dürülmüştür. Zemahşerî de şöyle der: Bu ayet, kabza ve yemin ile herhangi bir yön kastetmeksizin, Al­lah'ın azametini tasvir etmek ve O'nun azametinin künhünü bildirmek içindir. Çünkü bundan maksat, O'nun engin gücünü göstermektir. Beyan il­minde, bu konudan daha ince, daha nazik ve daha latif bir konu göremezsin. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Bu ayette  قَبْضَتُهُ  kelimesiyle terşîḥ edilen  بِيَم۪ينِه۪ۜ  kelimesi yakın anlamı olan “sağ” ile değil, “kudret” manasındaki uzak anlamıyla yorumlanmıştır. Dolayısıyla tevriye vardır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Zemahşerî, Beyzâvî, Ebüssuûd gibi belâgatta tanınmış olan tefsirciler diyorlar ki, bu ayet-i kerime, yüce Allah’ın son derece büyüklüğüne, kudretinin kemâline ve zihinlerin hayret ettiği büyük fiillerin, O’nun kudretine nispet edilince, çok küçük ve değersiz kalacağına bir tenbih ve kâinatı yıkıvermenin O’na göre pek kolay bir şey olduğunun, temsil ve tahyil (hayal ettirme) yoluyla bir ifadesidir ki, “قَبْضَتُهُ  ” (avuç) ve “بِيَم۪ينِه۪ۜ” (sağ el) kelimelerinin hakikat veya mecaz olmaları yönü düşünülmeksizin  شَابَتْ لِمَّةُ اللَّيْلِ  deyimi gibi topyekün bir tasvirdir. Diğer bazıları da demişlerdir ki, kelamda asıl olan hakikattir. Fakat hakikatin imkansız olduğuna bir delil bulununca da mecaza yorumlanması vâcip olur. "Avuç" ve "sağ el" kelimeleri, organlarda hakikattir. Allah Teâlâ'ya âzâ ve organ isnadının imkansız bulunduğuna da aklî delil vardır. O halde mecaza yorumlanması vâciptir. (Elmalılı) 

Keşşâf sahibi şöyle der: “Ayetteki  قَبْضَتُهُ  kelimesinin O'nun mülkü, يَمٖينِهٖ  kelimesinin de, O’nun kudreti manasında olduğu ileri sürülmüştür. (Fahreddin er-Râzî)


سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

 

İstînâfiyye veya itiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  سُبْحَانَهُ  ifadesi, takdiri  نسبّح  (Tesbih ederiz) olan fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

سُبْحَانَهُ  itiraz cümlesidir. Konuyu pekiştirmek için yapılmış ıtnâbdır.

وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte  تَعَالٰى  fiiline mütealliktir. Sılası olan  يُشْرِكُونَ , hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eden müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sılanın muzari fiil sıygasında gelmesi şirk koşmanın bir defaya mahsus olmadığını ve zaman içerisinde tekrarlandığını göstermektedir. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

تَعَالٰى ‘da istiare vardır. Bu kelimenin aslı ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Allah’ın yüceliğinin görünür şekilde olduğu hakkında  ألعلْوٌ  istiare olmuştur. (Ruveyni, Teemülât fî Sûreti Meryem, s. 212) 

سُبْحَانَهُ -  تَعَالٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ebüssuûd şöyle der: سُبْحَانَ  kelimesinin  سبح ’dan türemiş, تفعيل  kalıbına nakledilmiş ve masdara dönüşmüş olmasında kimseye gizli kalmayan belli bir tenzih ifadesi vardır. Manası şöyledir: “Allah'ı O’na yakışır bir şekilde tenzih ederim.” (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, Rum/40)

Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki  و- نَ  , ي - نَ  harfleriyle  oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.