Nisâ Sûresi 116. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً  ...

Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüpheiz
2 اللَّهَ Allah
3 لَا
4 يَغْفِرُ bağışlamaz غ ف ر
5 أَنْ
6 يُشْرَكَ ortak koşulmasını ش ر ك
7 بِهِ kendisine
8 وَيَغْفِرُ ve bağışlar غ ف ر
9 مَا herşeyi
10 دُونَ başka د و ن
11 ذَٰلِكَ bundan
12 لِمَنْ kimseye
13 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
14 وَمَنْ ve kim
15 يُشْرِكْ ortak koşarsa ش ر ك
16 بِاللَّهِ Allah’a
17 فَقَدْ muhakkak
18 ضَلَّ sapıklığa düşmüştür ض ل ل
19 ضَلَالًا bir sapkınlıkla ض ل ل
20 بَعِيدًا uzak ب ع د
 

"Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar." Yukarda ve yine bu sûrede bu âyetin benzeri kitap ehli hakkında geçmiş ve açıklanmıştı.

Burada da Tu'me gibi dönmelerle beraber kitap ehlinden başka olan küfür ve şirk ehli açısından sevkolunmuştur. Bunun için orada "Mesih Allah'ın oğludur", "Uzeyr Allah'ın oğludur" gibi, oğul isnat ve iftirasına işaretle "Kim Allah'a şirk koşarsa mutlaka büyük bir günah ile iftira etmiş olur." (Nisâ, 4/48) buyurulduğu halde, burada şöyle buyuruluyor: Her kim Allah'a ortak koşarsa artık derin bir sapıklık ile sapıklığa düşer gider.

Yani öyle sapıtır öyle sapıtır ki, doğru yoldan pek uzaklara düşer, ilâhî mağfiret ve rahmetten uzaklaştıkça uzaklaşır. Şu halde şirk (Allah'a ortak koşmak), hem Hakk'a bir iftira ve büyük günah, hem de derin bir sapıklıktır. Ve her iki şekil de büyük zulümdür. Bununla beraber bazı müşrik (Allah'a ortak koşan)lerde iftira durumu açık, bazılarında da sapıklık durumu açıktır. Bunun için her birinde affedilmemek, yerine göre bir sebebe bağlanmıştır. Kitap ehlinin şirki, sapıklıktan çok, bir iftira eseri; diğerlerinin şirki iftiradan çok bir sapıklık eseridir.

Şu halde biri ahlâksızlığa, biri de cehalete dönüyor demektir. Ve bunların her ikisinin de tevbesiz affedilmesi mümkün değildir. Fakat bilgisizlikten doğan şirk sahiplerinin ilmî ve aklî gelişmeler ile şirkten vazgeçmeleri düşünülebildiği halde, sırf ahlâksızlıktan doğan şirk erbabı, ilimde ilerledikçe azgınlık ve sapıklığını artırır, iftirasına devam etmek için daha çok vasıta bulmuş olur.

Bundan dolayıdır ki, kitap ehli hakkında "O kitap verilenlerin ihtilaf etmeleri ancak kendilerine ilim geldikten sonra olmuştur." (Âl-i İmran, 3/19) buyurulmuştur. Gerçi ilmin, ahlâkı düzeltmek hususunda büyük önemi vardır. Fakat ahlâk işi, ilimden çok bir irade ve ihtisas işi olduğundan, iman için sadece bilgi yetmediği gibi, ahlâka ait teminatlar için de sadece ilim yeterli değildir. Eğer yeterli olsaydı, hiç bir kimse hakkı bilirken yalan söyleyemez, tersine hareket edemezdi.

Bir gaflet, bir şehvet, bir öfke, bir haset, bir alışkanlık, bir ümit, bir ümitsizlik, bir gurur, bazan bir kimseye pek iyi bildiği bir gerçeğin ve hatta bütün bildiklerinin tersini yaptırmaya yeterli olur. "İnsan bir hakkı anlar da kabul etmez olur mu?" diyenler, herhangi bir yalancının, doğrusunu bilip dururken yalancılık ettiğini ve herhangi bir dolandırıcının bilerek dolandırdığını düşünemeyenlerdir.

Bunlara, "Öyle ise kesenizi önünüze gelen adama teslim eder misiniz?" denirse, "hayır" diyeceklerinde şüphe yoktur. Aynı şekilde, "bütün kötülüğün başı bilgisizlikte ve eğitimsizliktedir" diyenler, zeki veya tahsil görmüş şerlilerin şerrinden daha çok korktuklarını hesap etmeyenlerdir. İblis bunun en büyük örneği, şeytanlık da bu mânânın menba ve kaynağıdır.

Cahillerin şirki de esasında böyle şeytanlık yapan hainlerin hakkı bozmakla tezvir (yalan-dolan) ve iftiralarına aldanıp kapılmalarının eseridir. Aldatma araçlarının en tesirlisi şehvet ve şehvete çağıranın en heyecan vericisi ise kadındır. "İnsanlara, kadınlardan gelen şehvet sevgisi süslü gösterildi" (Âl-i İmran, 3/14).

Elmalili Hamdi  Yazir Tefsiri

 

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismidir.

لَا; nefy harfi olup sükun üzere mebnidir.

يَغْفِرُ  fiili  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يَغْفِرُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يُشْرَكَ  meçhul mansub muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  بِه۪ car mecruru  يُشْرَكَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  يَغْفِرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Mekân zarfı  دُونَ , mahzuf sılaya müteallıktır.  ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur muzâfun ileyhtir.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يَغْفِرُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

يُشْرَكَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.   


 وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً

 

وَ  istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُشْرِكْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.  بِاللّٰهِ  car mecruru  يُشْرِكْ  fiiline müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَدِ  tahkik harfidir.  ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

ضَلَالًا  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.  بَع۪يدًا  kelimesi  ضَلَالًا ’in sıfatıdır.


 

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪


Müstenefe cümlesidir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesidir. İsim cümlesi zamandan  bağımsız olarak sübut ifade eder. Faide-i haber talebî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır. 

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar harfi  أَن  ve akabindeki fiil cümlesi  أَن یُشۡرَكَ بِهِ,  faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar teviliyle  لَا یَغۡفِرُ  fiilinin mef’ûlüdür.


وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ 

 

Cümle  tezat dolayısıyla makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki ism-i mevsulün sılası يَشَٓاءُۜ  da müspet muzari fiil sıygasındadır. Mevsuller tevcih ihtiva ederler.

وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ  cümlesiyle  لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يَغْفِرُ- لَا يَغْفِرُ  fiilleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette gaib zamire iltifat vardır.


وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً

 

وَ  istînâfiyye,  مَنْ  şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُشْرِكْ بِاللّٰهِ , cümlesi  مَنْ ’in haberidir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkibin haber olması da caizdir.

فَ  karinesiyle gelen cevap  cümlesi  فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَع۪يدًا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dahil olan tahkik harfi  قَدْ ‘la tekid edilmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber talebî kelamdır. 

Mef’ûlü mutlak olan  ضَلَالًا ‘deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder. ضَلَالًا , بَع۪يدًا için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

يَغْفِرُ - يُشْرِكْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

ضَلَّ - ضَلَالًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Yukarıda ve yine bu surede bu ayetin benzeri kitap ehli hakkında geçmiş ve açıklanmıştı. Burada da Tu’me gibi dönmelerle beraber kitap ehlinden başka olan küfür ve şirk ehli açısından sevk olunmuştur. Bunun için orada “Mesih, Allah’ın oğludur.”, “Üzeyir Allah’ın oğludur.”” gibi oğul isnat ve iftirasına işaretle “Kim Allah’a şirk koşarsa mutlaka büyük bir günah ile iftira etmiş olur.” (Nisa Suresi, 48) buyurulduğu halde burada şöyle buyuruluyor: Her kim Allah’a ortak koşarsa artık derin bir sapkınlık ile sapkınlığa düşer gider. Yani öyle sapıtır öyle sapıtır ki doğru yoldan pek uzaklara düşer, ilâhî mağfiret ve rahmetten uzaklaştıkça uzaklaşır. Şu halde şirk (Allah’a ortak koşmak), hem Hakk’a bir iftira ve büyük günah hem de derin bir sapkınlıktır. Ve her iki şekilde büyük zulümdür. Bununla beraber bazı müşriklerde (Allah’a ortak koşan) iftira durumu açık, bazılarında da sapkınlık durumu açıktır. Bunun için her birinde affedilmemek, yerine göre bir sebebe bağlanmıştır. Kitap ehlinin şirki, sapkınlıktan çok bir iftira eseri; diğerlerinin şirki iftiradan çok bir sapkınlık eseridir. Şu halde biri ahlâksızlığa biri de cehalete dönüyor demektir. Ve bunların her ikisinin de tövbesiz affedilmesi mümkün değildir. Fakat bilgisizlikten doğan şirk sahiplerinin ilmî ve aklî gelişmeler ile şirkten vazgeçmeleri düşünülebildiği halde sırf ahlâksızlıktan doğan şirk erbabı, ilimde ilerledikçe azgınlık ve sapkınlığını arttırır, iftirasına devam etmek için daha çok vasıta bulmuş olur. Bundan dolayıdır ki kitap ehli hakkında “O kitap verilenlerin ihtilaf etmeleri ancak kendilerine ilim geldikten sonra olmuştur.” (Âl-i İmran Suresi, 19) buyurulmuştur. Gerçi ilmin, ahlâkı düzeltmek hususunda büyük önemi vardır. Fakat ahlâk işi, ilimden çok bir irade ve ihtisas işi olduğundan, iman için sadece bilgi yetmediği gibi ahlâka ait teminatlar için de sadece ilim yeterli değildir. Eğer yeterli olsaydı, hiç kimse hakkı bilirken yalan söyleyemez, tersine hareket edemezdi. Bir gaflet, bir şehvet, bir öfke, bir haset, bir alışkanlık, bir ümit, bir ümitsizlik, bir gurur, bazen bir kimseye pek iyi bildiği bir gerçeğin ve hatta bütün bildiklerinin tersini yaptırmaya yeterli olur. (Elmalılı)