لَعَنَهُ اللّٰهُۢ وَقَالَ لَاَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَص۪يباً مَفْرُوضاًۙ
118-121 Arasi Diyanet tefsiri;
Burada şeytanın diğer özellikleri ve insanlara etkileri açıklanmaktadır:
a) Şeytan Allah tarafından lânetlenmiş, huzurundan kovulmuş ve rahmetinden mahrum kılınmıştır.
b) O bütün insanları değil, ancak belli bir kısmını etki altına alabilecektir. Allah Teâlâ şeytana, kullarını saptırmak için çabalama hürriyeti vermiştir. Ancak onun, kullar üzerinde cebredici bir etkisi yoktur. Rabbine samimiyetle kulluk eden müminlerin şeytandan yana bir korkuları olamaz (Hicr 15/40; Sâd 38/83).
c) Şeytan, imanı zayıf, ibadeti eksik, bu sebeple aklı ve iradesi yalnız, desteksiz ve zayıf kalmış insanları doğrudan, iyiden, haktan saptırmaya çalışır, onları olmayacak kuruntularla, tatlı hayallerle oyalar, aldatır; iyi davranışlardan, faydalı uğraşlardan alıkoyar.
d) Şeytanın insanlara yaptırdığı yanlışların en önemlileri iki örnekle anlatılmıştır: 1. Puta adanan devenin gözünü kulağını yarmak. Bu örnek bütün akıl ve ilim dışı kabullere ve hurafelere işaret etmektedir. 2. Allah’ın yaratış düzenini değiştirmek. Bu örnek de fıtrata ve selim tabiata aykırı sapmalara dikkat çekmektedir.
İbn Âşûr bu münasebetle kadınların ve erkeklerin vücutlarında yaptıkları bazı değiştirme, güzelleştirme ve düzeltmeleri değerlendirerek şu sonuca varmıştır: Sünnet olmak, belli yerlerdeki kılları almak ve gidermek, tıraş olmak, tırnak kesmek, küpe takmak için kulağı delmek gibi İslâm’ın izin verdiği, hatta teşvik ettiği güzelleştirme ve düzeltmeler “yaratılış düzenini değiştirme” mânası taşımaz. Bunlar temizlik, kolaylık ve güzellik sağlayan, tabii ve fıtrî güzelliğin ortaya çıkmasını temin eden işlemlerdir. Kaş aldırma, saç taktırma, dişleri düzeltme konusunda rivayet edilen ve “sertlik ve ağır ceza tehdidi taşıyan” hadisler yalnızca bu küçük şeylere yönelik olmamalıdır. Bu tür uygulamalar ya o zaman iffetsiz kadınların veya müşriklerin özellikleri idi ya da şeytanın tesiri bulunan, şeytanî maksatlarla sergilenen davranışlardı (V, 205-206).
Günümüzde tıbbın mümkün hale getirdiği estetik ameliyatlarla yapılan değiştirmeleri de ikiye ayırmak gerekecektir: a) Normal olana göre biçimsiz, yersiz, aşırı hacimde, maddî veya psikolojik olarak rahatsızlık verici oluşumların düzeltilmesi. Bunlar tedavi sayılır ve câizdir. b) Normal olanı ya daha ziyade güzelleştirmek veya değişiklik arzusuyla değiştirmek. Yaratılış düzenini değiştirmeyi hedefleyen bu tür uygulamalar dinen tasvip edilmez.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 148-149
Merade : İnsanlardan ve cinlerden olan şeytanların مارِد ve مَرِيدٌ olanları iyiliklerden tamamen soyutlananlardandır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri meret ve temerrüttür. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
لَعَنَهُ اللّٰهُۢ وَقَالَ لَاَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَص۪يباً مَفْرُوضاًۙ
Fiil cümlesidir. لَعَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Yani şeytandır.
Mekulü’l-kavl cümlesi; mahzuf olan kasem cümlesidir.
ل mahzuf kasemin cevabına dahil olan lâmdır. اَتَّخِذَنَّ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fail ise müstetir olup takdiri انا ’dir.
Tekid نَّ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
مِنْ عِبَادِ car mecruru اَتَّخِذَنَّ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَص۪يبًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مَفْرُوضًا kelimesi نَص۪يبًا kelimesinin sıfatıdır. مَفْرُوضًا kelimesi sülâsî mücerred olan فرض fiilinin ism-i mef’ûludur.
اَتَّخِذَنَّ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir. İftial babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.لَعَنَهُ اللّٰهُۢ وَقَالَ لَاَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَص۪يباً مَفْرُوضاًۙ
Fasılla gelen ayetin ilk cümlesi kesinlik ifadesi için müspet mazi fiil sıygasında gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümle haber üslubunda gelmiş olmasına rağmen beddua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Bu cümlenin istînâfiyye veya شَيْطَانًا için sıfat veya hal olduğu da söylenmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması haşyet hissettirme ve kalplere korku salmak kastına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Şeytanın sözleri, وَ ’la makabline atfedilmiştir. Hal, sıfat veya istînâfiyye olduğu da söylenmiştir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Cümlede kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kasemin cevabı لَ ve نَّ ile tekid edilmiş müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkâri kelamdır.
عِبَادِكَ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait كَ zamirine muzâf olmasıyla عِبَادِ, şan ve şeref kazanmıştır.
نَص۪يبًا , مَفْرُوضًاۙ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
مَفْرُوضًاۙ kelimesi, maktu (kesin) demektir. Yani benim için belirlenmiş bir nasibi alacağım anlamındadır. (Ebüssuûd)
نَص۪يبًا ’deki tenvin teksir ve nev ifade eder.
لَاَتَّخِذَنَّ cümlesindeki iki tekid (لَ ve şeddeli نَّ harfi) mütekellimin nefsi için gelmiştir.
[Kullarından] tabirinde geçen مِنْ harf-i cerinin on altı manası vardır. Burada onlardan uygun olanları alırsak şu manalar çıkar:
1- İbtida,
2- Tebyin,
3- Ba’z: Hepsini kandıramayacağının farkındadır.
4- Nev: Kendine benzeyen, kendi nevine yakın olanları kandıracağına işaret ediyor.
5- Tekit: Zaten kendi cin sınıfından, “kullarından” derken başka grup değil sadece kullarından diye tekit ediyor.
6- Ta’lîl anlamında, kulların sebebiyle yani onlardan dolayı bu payı edineceğim.
7- Mücaveze: Kullarının haddi aşıp doğru yoldan sapıp geçmelerini sağlayacağım.
8- İstiane: Onlara vesvese vererek eğri yollara gitmelerine yardımcı olacağım.
9- İstila: İçlerini, dışlarını her taraflarını saracağım.
10- Zarflyet: Senin kulların benim iş alanım olacak!
11- Sana kulluğa bedel olarak onları kendime kul yapacağım.
[Pay edineceğim] lâzım, melzûmu ise onları kandıracağım, aldatıp kendime bağlayacağım, onlar da benimle birlikte cehenneme gidecekler, demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Bu ayetin manası şöyledir: “Allah’ın laneti üzerine olasıca şeytan, bu durumda ‘Celâlin hakkı için kullarından muayyen bir miktar, bir pay edineceğim.’ dedi. İşte şeytanın kendisine pay edindiği o muayyen miktar, onun izinde gidip vesveselerine uyan kimselerdir.
Bu ayetin tefsiri hususunda Hazreti Peygamberin (sav) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Her bin kişiden biri Allah’ın diğerleri de insanların ve İblis’in (hissesidir).”
Buna göre “Gerek naklî gerekse aklî delil, şeytanın ordusunun, sayıca Allah’ın taraftarlarından daha çok olduğunu göstermektedir. Bu hususta naklî delil, Allah Teâlâ’nın, ‘Birazınız müstesna muhakkak şeytana uyup gittiniz.’ (Nisa Suresi, 83); yine Allah Teâlâ’nın, şeytandan hikâye ederek buyurmuş olduğu, ‘...Onun zürriyetini birazı müstesna olmak üzere behemehal kendime bend ederim.’ (İsra Suresi, 62) ve ‘Dedi: Senin izzetine and ederim ki ben de artık onların hepsini muhakkak azdıracağım. İçlerinden ihlasa erdirilmiş kulların müstesna…’ (Sad Suresi, 82-83) ayetleridir. Hiç şüphe yok ki ihlaslı olanlar azdırlar.
Aklî delil ise şudur: Fâsıklar ve kâfirler, ihlaslı müminlerden sayıca daha fazladırlar. Fâsık ve kâfirlerin, İblisin ordusu olduğunda şüphe yoktur.
Bu böyle olunca biz deriz ki ‘نَص۪يبًا kelimesi, ekseriyeti teşkil eden kısmı içine almayıp aksine daha azını içine aldığı halde daha niçin şeytan, ‘O da (şöyle) dedi: ‘Celâlin hakkı için kullarından muayyen bir nasip edineceğim.’ demiştir?’
Cevap: Bu farklılık ancak, beşer türüne göredir. Son derece çok oldukları halde melekler zümresi müminlere eklendiğinde, çoğunluk, ihlaslı müminler için söz konusu olur. Hem yine müminler, sayıca her ne kadar az iseler de onların Allah katındaki makam ve mevkileri son derece büyüktür. Halbuki kâfirler ve fâsıklar, her ne kadar sayıca çok iseler de onlar yok gibidirler, bir hiçtirler. İşte bu sebepten dolayı İblis’in taraftarlarına ‘nasîb’ ismi ıtlak edilmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)