وَلَاُضِلَّنَّهُمْ وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِياًّ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَاناً مُب۪يناًۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَأُضِلَّنَّهُمْ | ve onları mutlaka saptıracağım |
|
2 | وَلَأُمَنِّيَنَّهُمْ | ve mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım |
|
3 | وَلَامُرَنَّهُمْ | ve onlara emredeceğim |
|
4 | فَلَيُبَتِّكُنَّ | yaracaklar |
|
5 | اذَانَ | kulaklarını |
|
6 | الْأَنْعَامِ | hayvanların |
|
7 | وَلَامُرَنَّهُمْ | ve onlara emredeceğim |
|
8 | فَلَيُغَيِّرُنَّ | değiştirecekler |
|
9 | خَلْقَ | yaratışını |
|
10 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
11 | وَمَنْ | ve kim |
|
12 | يَتَّخِذِ | tutarsa |
|
13 | الشَّيْطَانَ | şeytanı |
|
14 | وَلِيًّا | dost |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | دُونِ | yerine |
|
17 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
18 | فَقَدْ | muhakkak ki |
|
19 | خَسِرَ | ziyana uğramıştır |
|
20 | خُسْرَانًا | bir ziyanla |
|
21 | مُبِينًا | açık |
|
وَلَاُضِلَّنَّهُمْ وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ
وَ atıf harfidir. لَ mahzuf kasemin cevabına dahil olan lâm’dır. لَاُضِلَّنَّهُمْ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fail ise müstetir olup takdiri انا ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Tekid نَّ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
وَ atıf harfidir. لَ mahzuf kasemin cevabına dahil olan lâm’dır. لَاُمَنِّيَنَّهُمْ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fail ise müstetir olup takdiri انا ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. لَاٰمُرَنَّهُمْ cümlesi de bu iki cümle gibidir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن أمرتهم بالبتك فليبتّكنّ (Onlara kesmelerini emredersem, keserler.) şeklindedir.
لۡ , emir lâm’ıdır. يُبَتِّكُنَّ fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
اٰذَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْاَنْعَامِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لَاُمَنِّيَنَّهُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi مني ‘dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِياًّ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَاناً مُب۪يناًۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَتَّخِذِ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
الشَّيْطَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. وَلِيًّا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مِنْ دُونِ car mecruru يَتَّخِذِ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدِ tahkik harfidir. خَسِرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
خُسْرَانًا mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur. مُب۪ينًا kelimesi مُب۪ينًا’in sıfatıdır.
مُب۪ينًا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
وَلَاُضِلَّنَّهُمْ وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ
Ayet وَ ’la …لَاَتَّخِذَنَّ cümlesine atfedilmiştir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Cümlede kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kasemin cevabı لَ ve نَّ ile tekid edilmiş müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkâri kelamdır.
Aynı üslupla gelen وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ ve وَلَاٰمُرَنَّهُمْ cümleleri وَ ’la kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi temasüldür.
Yine kasemin cevabına temasül sebebiyle فَ ile atfedilen فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ cümlesi
emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Makabline وَ ’la atfedilen وَلَاٰمُرَنَّهُمْ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Makabline فَ ile atfedilen فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şeytanın insanları ifsad etme yollarının sayıldığı bu ayette taksim sanatı vardır.
خَلْقَ اللّٰهِ izafeti خَلْقَ ’nın şanı içindir.
Arka arkaya altı tane şeddeli نَّ ile tekid edilmiş cümleler gelmiştir.
فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ [Hayvanların kulaklarını yaracaklar.] tabirinde cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Yani sadece kulak yarmak değil, bedendeki değişiklikler kastedilmiştir.
Vahidî (ra), “Burada bahsedilen ‘tebtîk’in manası, müfessirlerin ittifakıyla ‘behîra’ adını verdikleri develerin kulaklarını kesmektir. Onlar, deve beş batın doğurup beşincisinde erkek yavru doğurduğunda, o devenin kulağını diliyor ve ondan istifade etmeyi kendilerine haram kılıyorlardı.” demiştir. Diğer alimlere göre ise bundan maksat şudur: “Onlar, putlara ibadette dinî bir uygulama olsun diye ‘enam’ (deve, sığır, ve davar)'ın kulaklarını diliyor; aslında bir küfür ve fısk olmasına rağmen bunu bir ibadet sayıyorlardı.” (Fahreddin er-Râzî)
فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ [Allah'ın yarattığını değiştirmek] kapsamına nelerin girdiği üzerinde düşünmeliyiz. Bugünkü genetik çalışmaların bir kısmı da bu kapsama giriyor olabilir.
Muzari fiiller hudûs ve teceddüt ifade eder. Yani bu emirler yenilenerek tekrar edip duracaktır.
Bir şeye zarar ve hastalık şu üç şekilde gelir; karışma, noksanlaşma ve bâtıl olma (bozulma)... İşte bu nedenle şeytan (Allah ona lanet etsin), insanların çoğunu, dinî hastalık ve zararlara düşüreceğini iddia etmiştir ki bu, onun “Onları mutlaka olmayacak kuruntulara boğacağım.” sözünden anlaşılmaktadır. Karışma şekline gelince şeytan buna, “Onları mutlaka olmayacak kuruntulara boğacağım.” sözü ile işaret etmiştir. Çünkü kuruntulu kimselerin aklı fikri, birtakım şehevî ve gazabı istekleri elde etmek için birçok ince manalar, hileler ve çok hassas yollar aramakla meşguldür. İşte bu, bir şeyin karışması ile meydana gelen ruhî bir hastalıktır.
Noksanlaşma ile meydana gelen hastalığa, şeytan, “Onlara katiyen emredeceğim de davarların kulaklarını yaracaklar.” sözü ile işaret etmiştir. Hayvanların kulaklarını dilmek, bir çeşit noksanlaştırmadır. Çünkü insanın aklı-fikri dünyayı elde etme peşinde olunca ahireti istemedeki azmi zayıf ve isteği gevşek olur.
Bozulma ile meydana gelen hastalığa ise şeytan, “Onlara muhakkak emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” sözü ile işaret etmiştir. Çünkü değiştirme, uzun müddet mevcut olan bir sıfatı bozup yok etme demektir. Halbuki dünyevî lezzetler peşinde devamlı koşan ve ruhî mutluluklardan yüz çeviren kimsenin kalbinde, dünyaya karşı bir istek, ahirete karşı ise bir nefret gittikçe artar ve çoğalır. Bu durum o insanın kalbi tamamen değişinceye kadar devam eder. Böylece insan öyle bir noktaya gelir ki artık kalbinde ahiret duygusu kesinlikle yer atmaz ve aklından dünya sevgisi hiç çıkmaz. Böylece de bütün hareketleri, duruşları, sözleri ve fiilleri hep dünya için olur. İşte bu da Allah’ın yarattığı şeyin değiştirilmesini gerektiren bir şeydir. Çünkü insanlar, bu maddî aleme bir yolculuk için gelmişlerdir. Aslında onlar ahiret alemine yöneliktirler. Fakat ahiret alemini unutup yok olup son bulacak olan, şu hissedilen (maddî) alem ile iyice ünsiyet (sevgi) kesbedince işte bu da gerçek manada bir yaratılışı değiştirme olmuş olur. Bu tıpkı, “Hem kendisi Allah’ı unutmuş hem (Allah) kendilerini kendilerine unutturmuş olanlar gibi olmayın.” (Haşr Suresi, 19) ve “Şüphesiz gözler kör olmaz, fakat (asıl) sinelerin içindeki kalpler kör olur.” (Hac Suresi, 46) ayetlerinde, ifade edilen husus gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِياًّ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَاناً مُب۪يناًۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. مَنْ, umum ifade eden şart ismidir.
Bilindiği gibi şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade ederler. (Halidi, Vakafat, s. 112)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ cümlesi, şarttır.
Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği, muhatabın muhayyilesini etkiler.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُب۪ينًاۜ cümlesi şartın cevabıdır. Rabıta harfi فَ karinesiyle gelmiş, tahkik harfi قَدْ ve mef’ûlü mutlakla tekid edilmiştir. Cevabın mazi fiil sıygasıyla gelmesi kesinlik ifade eder.
Mazi fiil sübuta, temekküne ve istikrara işaret eder. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip mübteda olan مَنْ ’in haberidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهَ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
دُونِ اللّٰهِ izafeti gayrının tahkiri içindir.
مُب۪ينًاۜ kelimesi خُسْرَانًا için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Mef’ûlü mutlak olan خُسْرَانًا ’deki tenvin tahkir, teksir ve nev ifade eder.
خَسِرَ - خُسْرَانًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Şeytanı dost edinmek] tabirinde istiare vardır. Kimse şeytanı dost edinmek istemez. Şeytanın dediklerini yapmak, onunla dostluğa benzetilmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Hiç kimse Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinmek istemez. Fakat insan, şeytanın emirlerini yerine getirip Rahman olan Allah’ın emirlerini yapmayınca sanki şeytanı kendisine dost edinip Allah’ın himayesini ve dostluğunu bırakmış gibi olur. Allah Telâlâ, “Şüphesiz açıktan açığa büyük bir ziyana düşmüştür.” buyurmuştur; zira Allah'a itaat etmek, zarar ihtimallerinden uzak, devamlı ve çok büyük menfaatlar ihtiva eder. Şeytana itaat ise kederlerle, üzüntülerle ve ezici elemlerle karışık ve sonlu olan durumları ihtiva eder. Bu iki itaatin aynı olduğunu söylemek, aklen imkânsızdır. Binaenaleyh kim şeytanın dostluğuna gönül verirse şeytanın vereceği makam ve mevkilerin çok adi ve değersiz oluşları sebebi ile en şerefli yüce makam ve mevkileri elden kaçırmış olur. Hiç şüphe yok ki bu, kesin ve apaçık bir ziyandır. (Fahreddin er-Râzî)